Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
3 Ekim medyamızın başarısıdır!
Fahrettin Altun
AVRUPA Birliği yolunda doludizgin ilerliyoruz. Çok hareketli bir ayı geride bıraktık. 17 Aralık 2004 tarihinden bu yana enerjimizi, sinerjimizi seferber ettiğimiz, heyecandan bırakın uyuyamamayı kurdeşenler çıkardığımız 3 Ekim geldi geçti.
3 Ekim müzakerelerinin sonucundan ülkece son derece memnunuz. Neden olmayalım ki? Görsel ve yazılı basında sözü, görüntüsü, yazısı olan herkes bize memnun olmamız gerektiğini söylüyor. Sonuçtan memnun olmayalım da ne yapalım. Zaten “toplumun %90’ı”nın benimsediği bir hedef olan “Avrupa Birliği”ne doğru “emin adımlarla” ilerlemiyor muyuz?
Uzun süre iç politikanın başlıca gündem maddesi olan 3 Ekim müzakereleri, görevini eksiksiz yerine getiren medyamız sayesinde en ince teknik teferruatına ve hatta en “gizli” perde arkası hikâyelerine kadar sofralarımıza servis yapıldı. Bize ise önümüze konanları yemek düştü ve yedik. Toplum sonuçtan çok memnun velhasıl. Toplumun memnun olması neyi değiştirir demeyin. Bir düşünün, eğer bu ülkede şimdiye kadar gerçekleşen “modernleşme hamleleri”nden toplum bu denli memnun olmasaydı, onların hangi biri gerçekleşebilirdi ki? İnanmazsanız açın bakın gazete, radyo ve televizyon arşivlerine. Oralarda göreceksiniz toplumun ne kadar memnun olduğunu. Hâlâ inanmıyorsanız “sorun halka”. Halkın aynası medyamız vaziyeti böyle yansıtıyorsa, bize düşen “doğrudur” deyip kabul etmektir. Toplum bu hamleleri desteklediği için bu hamleler gerçekleştirilebilmiştir.
Türk basını bütün diğerkâmlığıyla, ülke menfaatlerini koruma güdüsü ile hareket etmiş ve 3 Ekim müzakere süreci öncesinde ve sonrasında bizleri gerçeklerden haberdar etmiştir. Hem de en ince detayına kadar. Toplumumuz bu sayede bilgi düzeyini Avrupa Birliği standartlarına yükseltebilmiş, Uluslararası İlişkiler bölümlerinin, Avrupa Birliği enstitülerinin varlıkları anlamsız bir hal almaya başlamıştır. Aynı zamanda halkımız kötü Avrupalıların bizleri dışarıda bırakmak için çevirdikleri dalaverelerin, yapılan gizli görüşmelerdeki entrikaların farkına yine gazete ve televizyonlarımızdaki haberler sayesinde varabilmiştir. Zaten yıllar yılı medyamız bizlere Avrupalıların iyisi de kötüsü de olduğunu anlatmaya çalışmamış mıydı? Ancak esas olan, “Avrupa’nın ille de ‘düşmanlar yuvası değil’, zorlu pazarlıklar ve ittifakların olduğu bir birlik olduğu”nu kavramaktır. Kültürün, tarihin, toplumsal yapının “insan unsuru” karşısında ne kadar da önemsiz kaldığını eğer bugün kavrayabilmişsek bunu medyamızın habercilik anlayışına borçluyuz.
Bir diğer taraftan yine medyamız sayesinde 3 Ekim müzakereleri sürecinde Tayyip Erdoğan’ın ne kadar büyük ve basiretli bir lider olduğunu da toplumca idrak etmiş olduk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığı için aday olduğunda “kaçak gecekondu”sunu topluma ihbar ederek görevini yerine getiren medya mensuplarımız, sırf gerçeklerin aynası olma rolleri icabı bugün onun liderliğini teslim ediyorlar ve ülkemizin siyasal kültürüne bir Tayyip Erdoğan miti armağan ediyorlar. Fehmi Koru da, Ertuğrul Özkök de bugün Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyan büyük ve basiretli lider Tayyip Erdoğan’ı aynı derecede seviyor ve takdir ediyor. İşte bu, Tayyip Erdoğan’ın sürekli altını çizdiği “toplumsal mutabakat”ın ta kendisidir. “Bu mutabakat ortamı daha uzun sürsün ve Türkiye kazansın” diye düşünen fedakâr medya patronlarımız ve üst-düzey medya bürokratlarımız kendilerinde gördükleri “Tayyip Erdoğan’a sahip çıkma misyonu”nu büyük bir cesaretle ve ölçülü ifadelerle dillendirmekten de çekinmiyorlar. Bazen bu misyonu olur olmaz yerlerde bütün çıplaklığı ile ağızlarından kaçırdıkları da olabiliyor. Bereket çok fazla kimse duymuyor.
3 Ekim müzakereleri sürecinde ve sonrasında medyamızın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkileri takdim etme tarzı da yine çok öğreticiydi. Yapılan yorumlar, verilen haberler Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin tek taraflı bir proje olduğunu işliyordu. Türkiye azmetmiş, uzun yıllar çaba sarf etmiş ve sonunda Avrupalıları da ikna etmeyi başararak Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecini başlatmıştı. Zaten Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi Turgut Özal’ın deyimiyle Türkiye’ye “çağ atlatacak” bir gelişmeydi. AKP iktidarı kendisinden önceki hükümetlerden daha kararlı çıkmış ve bu hedefe ulaşmak için gerekli yasal hazırlıkları çok hızlı bir biçimde tamamlamıştı.
Bu bakış açısını büyük bir tutarlılıkla işleyen gazete sayfaları ve televizyon ekranlarında, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde Avrupalı büyük güçlerin ve ABD’nin beklentilerinin neler olduğu konusunda da gereksiz yere yorum yapılmamıştır. ABD’nin Türkiye’den beklentileri ya da Avrupa Birliği’nin Orta Doğu’ya açılma planları gibi konuların boşuna zihinlerimizi bulandırmaması için medyamız elinden gelen gayreti göstermiştir ve bu gayreti takdire şayandır. Her ne kadar Tony Blair’in “Teröre karşı savaşta Müslüman bir ülkenin yanımızda olması gerekiyor” açıklaması ya da üst düzey bir İtalyan siyasetçinin Avusturya’yı “ikna etmek” amacıyla sarf ettiği “Türkiye’ye ‘hayır’ demek, Bin Ladin’i sevindirir” sözü medyada yerini aldıysa da bu sözler hakkında kafa karıştırıcı yorumlar yapılmadı. Böylelikle halkımız Avrupa Birliği’nin tek başına Türkiye’nin projesi olmayıp ülkenin bu sürece mecbur edildiğini söyleyenlere karşı da bilinçlendirilmiş oldu.
Tüm bunların yanında Türk medyasında 3 Ekim müzakere süreci vesile kılınarak en çok işlenen mesele, Avrupa Birliği’ne girdiğimizde “görmemiş bir toplum” olarak neleri göreceğimiz, nasıl şehirli ve modern olacağımız konusundaydı. Hiç kuşkusuz bu haberler bir yandan “toplumsal motivasyon” sağlarken bir diğer yandan da topluma terbiye vermeyi hedeflemektedir. “Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler” dizesindeki bilince bir türlü sahip olamayan toplumumuzu terbiye etse etse Türk medyası edebilir. Geçtiğimiz ay arkasındaki sermaye grubu, sahiplendiği ideoloji vs. fark etmeksizin birçok gazete ve televizyon “Avrupalı hayat”ın neler içerdiğini, hayatımızı nasıl güzelleştireceğini işledi durdu. Avrupalı hayat ile birlikte “örgütlenme özgürlüğü gelişecek”, “hava ve su daha temiz olacak”, “açıkta yiyecek satılmayacak”, “otoyollar dayanıklı olacak”, “yükler demiryoluyla taşınacak”, “yollara akustik duvarı çekilecek”, “yabancı dil eğitimi gelişecek”, “kayıt dışı ekonomi devri bitecek”, “köyler cazip hale getirilecek”, “iş bulmak kolaylaşacak”. Daha ne olsun ki. “Lüküs hayat, lüküs hayat / yan gel de yat keyfine bak.” Ama siz sakın toplumun Avrupa Birliği’ne verdiği desteğin bu tarz haberlerle ilintili olduğunu düşünmeyin. Türk toplumu kendisini Avrupalı hissediyor da ondan bu destek.
Türk medyası, geçtiğimiz ay 3 Ekim müzakereleri ile birlikte nelerin değişeceğini çeşitli kereler net ifadelerle bizlere bildirdi. Türkiye neler kazanacak diye merak edenler için şu ifadeler ne kadar da açıklayıcıydı: “Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması sonrasında Türk halkının günlük yaşamında, kısa, orta ve uzun vadede birçok değişiklik yaşanacak. ‘Zihniyet değişimi’nin zamanla gerçekleşmesi, yaşam standartlarının yükselmesi ve ‘geleceği öngörülen’ bir ülke olma özelliği nedeniyle yabancı yatırımın artması, Türk halkını birçok alanda etkileyecek. 35 konudan oluşan müzakerelerde, her başlığın görüşmeye açılıp kapanmasına kadar geçen sürede, halk değişikliği hissedecek. Kısa vadede yaşamı etkilemesi beklenen unsurlar, özellikle hükümetin başlattığı reformların hız kazanmasıyla gerçekleşecek. Sivil toplum bilincinin artışı ve özellikle örgütlenme özgürlüğünün giderek yerleşmesi; sendikalar, dernekler ve gençlik teşkilatlarının bu alanda ‘nefes almasını’ sağlayacak. Bunun kamuoyuna moral etkisi olacak. Dış dünyanın da Türkiye’ye bakışını ciddi olarak değiştirecek.”
Gazetelerimizin bir diğer başarısı da attıkları haber başlıkları ile dünyaya nizam verme becerilerini sürdürmeleriydi. “Avusturya Türkiye’den Rahatsızsa AB’den Çıksın”, “Avrupa Dünyanın Değiştiğini Anlamalı”, “Geç Olması Hiç Olmamasından Daha İyi” gibi başlıklar hiç kuşkusuz birilerinin ağzından çıkan sözlerin tevili neticesinde üretilmiş manşetlerdi ancak halkımız ve Avrupalılar neyin doğru neyin yanlış olduğunu modern dünyanın azizlerinden başka kimlerden öğrenebilirlerdi ki?
Türk medyasının esas başarısı ise, toplumu sükunete ve itidale davet eden, “Avrupalı olduk” diye sevinmeyi bir kenara bırakıp, tam uyumu nasıl gerçekleştirebiliriz diye sormamız gerektiğini bize ihsas ettiren deneyimli köşe yazarlarımızın tavırlarında gizliydi. Ya il il gezerek “hangi ilimiz Avrupa Birliği’ne hazır, hangisi değil” diye araştırma yapma zahmetine katlanan köşe yazarlarımız. Onların hakkı nasıl ödenir diye hiç düşüneniz oldu mu? Ya ülkemizdeki zinde güçleri de incitmemeye gayret sarf eden, müzakere sürecinde Avrupa Birliği karşıtlarının da varlıkları ile Türkiye’nin elini güçlendireceğini tespit edip içimize su serpen köşe yazarlarımız? İyi ki varlar, değil mi?
Türk medyası Avrupa Birliği sürecinde çok önemli başarılara imza atmaya devam edeceğe benziyor. Birçok gazetemiz daha şimdiden “Avrupa Birliği” başlığı altında yeni bir bölüm açmış durumda. Bu bilinç ve işbilirlik insanı duygulandırıyor. Bu gayret, bu aşk hep ülke menfaatleri için!

Paylaş Tavsiye Et