Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Irak’ın içi yanıyor
Hatice Boynukalın Şenkardeşler
22 ŞUBAT’TA özellikle Şii mezhebine mensup Müslümanlar için en kutsal mekanlardan birisi olarak kabul edilen Askeriye Camii ve külliyesinde bombalar patladı ve Irak karıştı… Ülke -şimdilik- iç savaşın eşiğinden dönse de son günlerde yaşanan olaylar, Irak nüfusunun %75’ini oluşturan Şii ve Sünniler arasında var olan ayrışmayı daha da derinleştirdi.
 
Sorular, Sorular…
Saldırıların arkasında kim var? Bugünlerde cevabı en çok aranan sorulardan biri bu. Caferilerin kendilerine nispet ettiği imamlar zincirinden iki önemli şahsiyetin türbelerinin bulunduğu külliyenin hedef seçilmesi dikkat çekici. Zira Iraklı Şiilerin çoğunluğu bu mezhebe bağlı. Özellikle de Samarra’da yaşayan Şiiler, Hz. Peygamber’in torunları olduklarını söylüyor ve bu imamların neslinden geldiklerine inanıyorlar. Saldırıyı düzenleyenlerin, Şiileri tahrik etmek amacıyla bu olayı gerçekleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten saldırı sonrası yaşanan olaylar da, faillerin amaçlarına büyük oranda ulaştıklarını gösteriyor.
Irak İçişleri Bakanlığı’nın iddialarına göre olaylar sonucu, çoğunluğu Sünni dört yüz kişi yaşamını yitirirken; Washington Post gazetesine göre bu sayı bin üç yüz kişiyi aştı bile. Son yaşanan olayların akabinde Sünnilere ait yüzden fazla cami yakıldı, imamlar öldürüldü, büyük sahabelerden Enes b. Malik ve Talha b. Ubeydullah’ın türbeleri kundaklandı. Irak tarihinde görülmemiş bir şekilde, Şii ve Sünni nüfusun iç içe yaşadığı ed-Dora mahallesinde sınırların ayrıldığı ve mahalleye girmek isteyenlerin sokak başlarına kurulan barikatlarda sorgulanarak geçişlerine izin verildiği de bölgeden gelen haberler arasında. Ancak Sünni siyasîler ve din adamlarının halka, yapılan saldırılara karşı intikam eylemlerine girmemeleri yönünde telkinlerde bulunması ve özellikle sağduyu sahibi bazı Şii liderlerin taraftarlarına yaptığı sükunet çağrıları, şimdilik olayları dizginlemişe benziyor.
 
Yangına Körükle Gidenler
Irak’ın bu tip eylemlere sahne olması aslında çok da yeni bir hadise değil. Fars kökenli Şiiler ile Sünni Araplar arasındaki çekişme esasen Saddam döneminden beri mevcut. Ancak bu çekişmeler işgal güçleri bölgeye gelene kadar çatışma düzeyine varmamıştı.
Askeriye Camii’nin bombalanması olayında çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Irak polisinden büyük bir kısmın göstericilerle beraber saf tutması, Şii lider İbrahim Caferi yönetimindeki hükümetin üç günlük yası ve sokağa çıkma yasağını -önemi defalarca dile getirildiği halde- iki gün sonra ilan etmesi, yine Şiilerin en büyük mercii durumundaki Ayetullah Ali Sistani’nin saldırıyı protesto amacıyla taraftarlarını gösteri düzenlemeye çağırması ve Şii ileri gelenlerinin benzer tavırları Arap kamuoyunda en çok tartışılan konular arasındaydı.
Bilindiği gibi Şii çevreler, Saddam döneminde -Sünnilerin yönetimde ağırlığının bulunması nedeniyle- ezildiklerini iddia ediyor. Bu nedenle de geçmişin intikamını alırcasına yeni dönemde ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olma ve Sünni kesim üzerinde baskı kurma hakkını kendilerinde görüyorlar. Peki Saddam Hüseyin, ülkesindeki Sünnilere karşı ayrıcalıklı muamele gerçekten yapıyor muydu? Arap dünyasındaki yazarların birçoğu, bu iddiayı yalanlayan görüşler ve rakamlarla çıktılar okurlarının karşısına.
Dr. Enver el-Muradî yaptığı kapsamlı araştırmasında, Baas rejiminde üst düzey görevlerde bulunan Şiilerin oranının %50’leri bulduğunu, partiye üye olanların oranının ise %80’lere yaklaştığını ifade ediyor. Orduda, Cumhuriyet Muhafızlarında ve Saddam’ı korumakla görevli özel birimlerde görev alan Şiilerin oranlarının da yüksek olduğunu vurgulayan Muradî, Saddam döneminde her kesimin ezildiğini, Şiilere ve Kürtlere daha fazla baskı yapılmasının nedenlerinin ise siyasî olduğunu ve mezhep ayrımcılığından ileri gelmediğini kanıtlamaya çalışıyor.
Gerçekten de Saddam, Sünni bir lider olsa da onun dinî kaygılarla hareket ettiğini söylemek pek mümkün değil. Şiilerin Saddam döneminde özellikle dışlanıp ezildikleri iddiası ise sürgündeki Iraklılar ve onların bu iddialarını da dayanak göstererek Irak’ı özgürleştirmeye gelen ABD’lilerin ileri sürdükleri bir tez (bunun sonucunda gerçekten de bir kısım Iraklı, işgalci güçleri sevinerek karşılamıştı!). Oysa Saddam tüm diğer diktatörler gibi bütün Irak halkına zulüm uygulamaktaydı. Nitekim Irak’ta idam edilen Sünni âlimlerin sayısı Şiilerinkinden daha az değildi.
 
Her Şey Federal Devlet İçin
Yeni dönemde Irak’taki taraflar içerisinde -çeşitli nedenlerden dolayı- en fazla Sünnilerin baskı gördüğü muhakkak. Ebu Gureyb’de ve diğer hapishanelerde bulunan mahkumların çoğunluğunu Sünni Araplar oluşturuyor. Yine varlığı çeşitli soruşturmalar sonucunda kanıtlanan Şii ölüm timlerinin saldırılarına ve Irak İçişleri Bakanlığı’na bağlı hapishanelerde işlenen insanlık dışı işkencelere maruz kalanlar da onlar.
Öldürülen Sünni bilim adamlarının sayısının 500’e yaklaşması, Irak’ı kuzeyde Kürtler, güneyde Şiiler ve ortada Sünniler şeklinde hayali sınırlara bölüp ülkeyi bir iç savaşla daha da zayıflatmaya çalışanların etnik ve mezhep kavgalarını körükleyerek amacına ulaşma çabaları olarak görülebilir.
Olan bitenin işgalcilerin bir oyunu olduğunu ve Şiilerin birçoğunun bu oyuna geldiğini ifade eden Mukteda es-Sadr liderliğindeki Arap Şiiler ise mezhepler arası çatışmadan uzak duruyor. Sadr’ın Suriye’ye yaptığı ziyaret sırasında Iraklı Sünni gruplarla gizlice görüştüğü ve Suriye’de komşu ülkelerce desteklenen, Irak’ın Arap olmayan Şiilerinin gücünün artması dolayısıyla duyduğu endişeyi dile getirdiği de gelen bilgiler arasında. Sadr’ın bu icraatı, Irak’ta Arap ve Arap olmayan Şiiler arasındaki gizli husumeti de gün ışığına çıkarıyor. Nitekim Sadr, daha önce de Irak’ta bulunan dört Şii merciinin takındıkları tutumu açıkça eleştirerek “onlar Irak’ın genel durumuyla ilgilenmiyorlar” demişti.
Emperyalist-işgalcilerin yeni etnik kimlikler ve mezhepler yaratamayacağı yönündeki kanaatimizi saklı tutsak da, asıl suçlunun demokrasi cennetine çevirme vaadiyle ülkeye gelerek orman kanunlarıyla yönetilen bir Irak’ı yaratanlar olduğunun altını çizmekte yarar var. Zira ortada savunulacak bir vatan kalmayınca, tarihe gömülü kin ve nefretin birer birer ortaya çıkması kaçınılmaz.

Paylaş Tavsiye Et