Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
“Yıkılma sakın!” diyebilmek
Kemal Sayar
YER­YÜ­ZÜN­DE ne­den kö­tü­lük var? Saf­ça bir so­ru ol­du­ğu­nun far­kın­da­yım ama ruh sağ­lı­ğı di­sip­lin­le­ri de bu so­ru­nun ce­va­bı­nı arı­yor. Kö­tü­lük he­pi­mi­zin bil­di­ği üze­re tek ba­şı­na ce­re­yan et­mi­yor. Onun or­ta­ya çık­ma­sı için bir za­lim ve bir kur­ban, ço­ğu za­man da ta­nık­lar ge­re­ki­yor. Kö­tü­lük sos­yal ola­rak ic­ra edi­len bir şey. Bü­tün ül­ke­yi deh­şe­te dü­şü­ren ana-ba­ba ka­ti­li genç kı­zın du­ru­mun­dan ha­ber­dar ol­ma­say­dık, an­ne­si­ni öl­dür­dük­ten son­ra ar­ka­daş­la­rıy­la eğ­le­nen genç he­pi­miz­de şaş­kın­lık­la ka­rı­şık bir tik­sin­ti uyan­dır­ma­say­dı, bar­bar­lık mer­ha­me­tin top­rak­la­rın­da yü­zü­nü gös­ter­me­sey­di, kö­tü­lü­ğü ve şid­de­ti ko­nuş­ma­ya­cak­tık.
Kö­tü­lük iş­le­yen ki­şi­le­rin sı­ra­dan in­san­lar ol­duk­la­rı, ço­ğu za­man iyi bir kom­şu, müş­fik bir ai­le ba­ba­sı gi­bi gö­rün­dük­le­ri di­le ge­ti­ri­lir. İn­san­la­rın dı­şa yan­sı­yan bir kö­tü­lük be­lir­ti­si­nin ol­ma­ma­sı ço­ğu­mu­za şa­şır­tı­cı ge­lir. Na­sıl olur da ar­ka­daş­la­rı­na, çev­re­si­ne, kom­şu­la­rı­na nor­mal gö­rü­nen bir ki­şi akıl al­maz ci­na­yet­ler iş­ler, de­ğil mi? Han­nah Arendt ün­lü Na­zi Adolf Eich­mann’ı göz­lem­le­ye­rek “kö­tü­lü­ğün ba­nal­li­ği”nden bah­set­miş­ti. Her­kes in­san şek­lin­de bir şey­tan bek­ler­ken sı­ra­dan bir in­san çık­mış­tı or­ta­ya. Sı­ra­dan­lı­ğı ade­ta ha­yal kı­rık­lı­ğı ya­ra­tı­yor­du; bir kit­le kat­li­am­cı­sın­dan bek­len­me­ye­cek ka­dar sı­ra­dan. San­ki oto­büs­te yan ya­na otur­du­ğu­nuz, göz ucuy­la şöy­le bir ba­kıp unut­tu­ğu­nuz yüz­ler­den bi­ri gi­bi. Ba­nal­li­ğin asıl şo­ku, ki­şi ve suç ara­sın­da­ki oran­sız­lık­tır.
İn­san do­ğa­sı mı, yok­sa için­de ya­şa­dı­ğı­mız kül­tür mü şid­det ve sal­dır­gan­lı­ğı ar­tı­rı­yor? Sal­dır­gan­lık ve şid­det sa­de­ce ka­lı­tım ve iç­gü­dü­ler­le açık­la­na­maz. Sal­dır­gan­lık bü­yük öl­çü­de öğ­re­nil­miş bir dav­ra­nış­tır ve ço­ğu za­man da du­ru­ma öz­gü­dür. Bu­ra­da tu­haf olan ise in­san­lı­ğın uy­gar­lık sü­re­ci­nin kö­tü­lü­ğü azalt­mak ye­ri­ne ço­ğalt­ma­sı­dır. Çün­kü mo­dern ah­lâk ben­cil­li­ği kı­na­mı­yor, al­çak­gö­nül­lü­lü­ğe ce­vaz ver­mi­yor. Ge­le­cek ku­şak­lar, gi­de­rek yo­ğun­la­şan çev­re kir­li­li­ğiy­le bir­lik­te bi­zim kur­ban­la­rı­mız ola­rak dün­ya­ya ge­le­cek­ler. Uy­gar­lık de­di­ği­miz şe­yin in­sa­nın iç de­ne­ti­mi üze­ri­ne yük­sel­di­ği­ni söy­le­yen Fre­ud’un ke­mik­le­ri sız­lı­yor ol­ma­lı!
Kö­tü­lü­ğün kol gez­di­ği bir ik­lim­de, Tür­ki­ye’nin genç­le­ri de ha­ni­dir han­çe­ri bir­bir­le­ri­ne sap­lı­yor­lar. Er­kek­lik da­va­sı mı bu han­çer sap­la­mak, genç­li­ğin bi­zim ar­tık aşi­na­sı ola­ma­dı­ğı­mız ye­ni âle­min­de ye­tiş­kin­li­ğe ge­çi­şin bir ri­tüe­li mi? Han­çer sap­la­ya­rak, bir baş­ka­sı­nın ca­nı­nı acı­ta­rak, bir baş­ka­sı­nı yok ede­rek, bir ai­le­yi acı­la­ra gö­me­rek var ol­mak an­cak psi­ko­pat­lı­ğın ra­co­nu­na uyar. Tür­ki­ye’de iz­le­ye­bil­di­ğim ka­da­rıy­la, genç­ler ara­sın­da psi­ko­pa­tik ar­sız­lık ve acı­ma­sız­lık tır­ma­nı­yor ve er­kek­li­ğin ki­ta­bı an­ti­-sos­yal­li­ğin, za­lim­li­ğin, kan dö­kü­cü­lü­ğün ki­ta­bı­na uy­du­ru­la­rak ye­ni­den ya­zı­lı­yor. Vah­şi hay­van­lar gi­bi, en çok can acı­ta­nın “en er­kek” sa­yıl­dı­ğı bir can­gıl­da mı ya­şa­ya­ca­ğız?
Bu du­ru­mu, ba­sit­çe ba­zı te­le­viz­yon ya­pım­la­rı­na bağ­la­mak so­ru­nu kü­çüm­se­mek olur. Tür­ki­ye’nin genç­le­ri bir ümit­siz­lik duy­gu­sun­dan mus­ta­rip­ler. Ge­le­ce­ğe bak­tık­la­rın­da bir ışık gör­mek is­ti­yor­lar; bir iş bu­la­bi­le­cek­le­ri­ne, ken­di ha­yat­la­rı­nı ya­za­bi­le­cek­le­ri­ne, se­vip se­vi­le­bi­le­cek­le­ri­ne da­ir bir ümit ışı­ğı. Oy­sa ha­yat on­lar için her ge­çen gün da­ha da zor­la­şı­yor. An­ne-ba­ba­la­rı­nın te­le­viz­yon kar­şı­sın­da uyuk­la­mak­tan ye­te­rin­ce sev­gi ve­re­me­di­ği bir ku­şak, bir kan­ser hüc­re­si gi­bi hız­la ül­ke­yi is­ti­la edi­yor, geç­ti­ği yer­le­re sev­gi­siz­li­ğin to­hum­la­rı­nı, şef­kat gör­me­miş­li­ğin ze­hir­li ha­va­sı­nı bı­ra­ka­rak. Za­ma­nı­mı­zı, dik­ka­ti­mi­zi, var­lı­ğı­mı­zı on­lar­dan esir­ge­di­ği­miz için, şim­di on­lar bü­yük bir boş­luk­ta ası­lı kal­mış du­rum­da­lar; bağ­la­na­bi­le­cek­le­ri bir de­ğer, uğ­ru­na öle­cek­le­ri bir da­va, yü­rek­le­ri­ni tu­tuş­tu­ran bir ül­kü, ha­yat­la­rı­nı gü­lis­ta­na çe­vi­re­cek bir an­lam su­na­ma­dı­ğı­mız ve ken­di­miz gi­bi on­la­rı da te­le­viz­yon ek­ra­nı kar­şı­sın­da yal­nız bı­rak­tı­ğı­mız için...
Vi­de­o ve bil­gi­sa­yar oyun­la­rı akıl al­maz bir şe­kil­de şid­det içer­mek­te, te­le­viz­yon ya­pım­la­rın­da si­nek gi­bi in­san öl­dü­rül­mek­te, dış dün­ya­dan he­men her gün vah­şet ha­ber­le­ri ulaş­mak­ta. He­pi­miz ümit­siz bir dün­ya­da hak ara­ma­nın ye­gâ­ne yön­te­mi­nin şid­det ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­rek ye­ti­şen bir ku­şak­la kar­şı kar­şı­ya­yız. On­la­rı ha­ya­ta bağ­la­ya­cak, on­la­ra bir yön ve an­lam duy­gu­su ve­re­bi­le­cek en önem­li şey, kar­şı­lık­lı ya­pa­ca­ğı­mız ko­nuş­ma­yı zen­gin­leş­tir­mek, on­lar­la hi­kâ­ye­le­ri ve ha­yal­le­ri pay­laş­mak­tır. Ço­cuk­la­rı­mı­za hi­kâ­ye an­lat­ma­lı, on­la­rı hi­kâ­ye­ler­le em­zir­me­li­yiz. An­lat­tı­ğı­mız hi­kâ­ye­ler, on­la­rı ano­nim bir dün­ya­da yurt­suz kal­mak­tan kur­ta­ra­cak­tır. Hat­ta on­la­ra bir ai­di­yet his­si ve­re­cek, baş­la­rı sı­kış­tı­ğın­da, uzak­lar­da üşü­dük­le­rin­de, bu hi­kâ­ye­le­re il­ti­ca ede­bi­le­cek­ler­dir. Bir hi­kâ­ye­yi pay­laş­mak ay­nı ha­yal­ler­le ısın­mak­tır, bir­lik­te düş gör­me tem­rin­le­ri yap­mak­tır.
Gü­nü­mü­zün ka­pi­ta­list top­lu­mu vic­dan yok­sun­lu­ğu­nu bir de­ğer ola­rak öne çı­ka­rı­yor, an­ti-­sos­yal acı­ma­sız­lı­ğı bir ha­yat­ta kal­ma stra­te­ji­si ola­rak öne­ri­yor. Acı­ma­sız­lık, dür­tü­sel­lik ve em­pa­ti yok­sun­lu­ğu bi­zi öte­ki­ni his­set­mek­ten alı­ko­yu­yor ve “güç­lü olan ayak­ta ka­lır” dü­şün­ce­si in­san­la­rı kur­ban ol­mak ile za­lim ol­mak ara­sın­da bir se­çi­me zor­lu­yor. De­ğer boş­lu­ğu an­ti-­sos­yal ki­şi­li­ğin ge­li­şi­mi için en uy­gun fi­de­lik­tir; her şe­yin hız­la de­ğiş­ti­ği bir dün­ya­da es­ki de­ğer­ler eroz­yo­na uğ­rar­ken in­san­la­ra reh­ber­lik ede­cek ye­ni de­ğer­ler oluş­ma­mak­ta­dır.
An­ti-­sos­yal ki­şi­lik­le­rin uç ide­olo­ji­ler­de, buh­ran dö­nem­le­rin­de, sa­vaş­ta ve­ya dev­rim­ler­de bir kah­ra­man mer­te­be­si­ne yük­sel­di­ği­ni gö­re­bi­li­riz. An­ti-­sos­yal li­der­le­rin en bi­li­nen ör­ne­ği olan Hit­ler’in, Al­man­ya’da an­ne ve ba­ba­nın fab­ri­ka­lar­da uzun sa­at­ler ge­çir­di­ği, bü­tün bir ulu­sun ba­ba yok­sun­lu­ğu çek­ti­ği bir dö­nem­de or­ta­ya çık­tı­ğı ve ulu­sun ba­ba öz­le­mi­ni kar­şı­la­dı­ğı di­le ge­ti­ril­miş­tir; de­di­ği de­dik, oto­ri­ter ve evin yü­ce­li­ği­ni di­le ge­ti­ren bir ba­ba. Grup­lar en ateş­li mün­te­sip­le­ri­ni ödül­len­dir­me eği­li­min­de­dir­ler. Kur­naz an­ti-­sos­yal­ler da­va ar­ka­daş­la­rı­nı ölü­me sü­rer ve­ya ban­ka hor­tum­lar­lar. On­lar el­le­ri­ni kol­la­rı­nı sal­la­ya­rak dı­şa­rı­da ke­yif ça­tar­ken, akıl­sız­lar gasp ve ci­na­yet­ten ha­pis­te ya­tar­lar. Sı­nıf­lı top­lum, ki­şi­lik bo­zuk­lu­ğu fi­lan ta­nı­maz.
Sı­ra­dan kö­tü­lük tır­ma­nı­yor. Bu ül­ke­de gör­me­ye alı­şık ol­ma­dı­ğı­mız oran­da şid­det ve kö­tü­lük gö­rü­yo­ruz. Van­dal­lık, bar­bar­lık ve za­lim­lik mer­ha­me­tin top­rak­la­rı­nı ta­lan edi­yor. Ar­tık ken­di hi­kâ­ye­le­ri­miz em­zir­mi­yor bi­zi; Holl­ywo­od ha­yal en­düs­tri­si be­yin hüc­re­le­ri­mi­zi iş­gal edi­yor. Sa­yı­sız araş­tır­ma, ek­ran­lar­da gö­rü­len şid­det­le ger­çek ha­yat­ta şid­de­te yö­nel­me ara­sın­da bir bağ ku­ru­yor. Oy­sa ya­şa­dı­ğı­mız za­man di­li­min­de ço­cuk­la­rı­mı­za ya­pa­bi­le­ce­ği­miz iyi­lik­ler­den bi­ri­si, on­la­rı te­le­viz­yon ve­ya bil­gi­sa­ya­rın de­ğil ger­çek ha­ya­tın se­siy­le bu­luş­tur­mak­tır. On­lar­la so­kak­la­rı ge­ze­bi­lir, in­san­la­rı ve ha­ya­tı ta­nı­ya­bi­lir­si­niz. Bu dü­şün­ce bi­raz tu­haf gö­rün­se de bu­nu öne­ri­yo­rum. On­lar­la akıl has­ta­ne­le­ri­ni, hu­zu­rev­le­ri­ni, ye­tiş­tir­me yurt­la­rı­nı, mülk­süz­le­rin ya­şa­dı­ğı so­kak­la­rı, ca­mi­le­ri, hav­ra­la­rı ve ki­li­se­le­ri ge­zin. Çar­şı­la­rı, pa­zar­la­rı, ak­tar­la­rı on­lar­la do­la­şın. Ger­çek ha­ya­tın na­sıl bir şey ol­du­ğu­nu ve ıs­tı­ra­bın ger­çek bir in­sa­na değ­di­ğin­de ne ya­pa­bi­le­ce­ği­ni on­la­ra gös­te­rin. Ger­çek ha­ya­tın ne­re­ler­de so­luk alıp ver­di­ği­ni, in­san­la­rın ne­le­re gü­lüp ne­le­re üzül­dü­ğü­nü, ger­çek ha­ya­tın ses­le­ri­nin ne­ye ben­ze­di­ği­ni on­la­ra öğ­re­tin.
Her in­san ken­di­si­ne bir yurt arar. İn­san dai­ma sı­la öz­le­mi için­de­dir, sev­gi ve şef­ka­ti arar. Da­üs­sı­la, mem­le­ket öz­le­mi ka­na ka­na iç­ti­ği­miz bir sev­gi ve mer­ha­met ara­yı­şın­dan baş­ka ne­dir ki? Çev­re­miz­de ar­sız­ca yük­sel­di­ği­ni gör­dü­ğü­müz ku­ral ta­nı­maz­lık ve za­lim­lik, an­cak şef­ka­tin du­var­la­rı­na çarp­mak­la dur­du­ru­la­bi­lir. Şef­kat ev­le­ri­miz­de, iş­le­ri­miz­de, iliş­ki­le­ri­miz­de hü­küm­fer­ma ol­du­ğun­da, en baş­ta ço­cuk­la­rı­mı­zı la­yık ol­duk­la­rı gi­bi se­ve­bil­me­yi öğ­ren­di­ği­miz­de, on­la­ra “Yı­kıl­ma sa­kın!” di­ye­bi­li­riz. An­cak la­yı­ğın­ca se­vil­miş ço­cuk­lar bir bı­ça­ğın ka­na­ta­bi­le­ce­ği­ni, kö­tü bir sö­zün can ya­ka­bi­le­ce­ği­ni bi­le­bi­lir. An­cak kâ­ina­tı, yur­du­nu, in­san­la­rı­nı se­ve­bi­len, ço­cuk­la­rı­nı ha­ya­tın ses­le­ri­ne aça­bi­len an­ne ve ba­ba­lar, baş­ka­sı­nı in­cit­me­nin ne bü­yük bir zil­let ol­du­ğu­nu an­la­ta­bi­lir. Ço­cuk­la­rı­mı­za şef­kat, mer­ha­met ve yâ­ren­li­ği öğ­ret­me­li­yiz. Şef­kat ve mer­ha­me­te da­ya­lı bir eği­tim, öte­ki için de so­rum­lu­luk duy­ma­yı, öte­ki­nin de il­gi, iyi­lik ve ada­le­ti hak et­ti­ği­ni ka­bul­len­me­yi be­ra­be­rin­de ge­ti­rir. Baş­ka­sı­nı dü­şü­ne­bil­mek, baş­ka­sı­nın iyi­li­ğin­den ken­di­si­ni me­sul his­set­mek ço­cuk­la­rı­mı­za ve­re­bi­le­ce­ği­miz yü­ce de­ğer­ler­dir. Şid­det an­cak şef­ka­tin kol­la­rın­da yok olur, an­cak mer­ha­met, şid­de­ti göğ­sün­de eri­te­bi­lir.

Paylaş Tavsiye Et