Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2006) > Toplum > Taraf tutmak
Toplum
Taraf tutmak
Kemal Sayar
“Yİ­NE bir tra­fik ışı­ğın­da ara­ba­mın ya­nı­na so­ku­lan bir ço­cuk” di­ye baş­la­dı genç dok­tor ha­nım an­lat­ma­ya; “men­dil sat­mak is­ti­yor­du. Hep yap­tı­ğım gi­bi, onu da boş çe­vir­me­dim. Men­di­lin ede­ri­nin üze­rin­de bir pa­ra­yı eli­ne tu­tuş­tu­ra­rak, ba­şı­mı ye­ni­den tra­fik ışı­ğı­na çe­vir­dim. O sı­ra­da çe­lim­siz bir ses duy­dum. “Te­şek­kür ede­rim.” Göz­le­ri­mi ona dön­dür­dü­ğüm­de, bü­tün bu za­man zar­fın­da onun göz­le­ri­ne hiç bak­ma­dı­ğı­mı fark et­tim. Utan­dım. Pa­ra­yı ve­rip gi­de­cek, ona, onun o ço­cuk kal­bi­ne hiç değ­me­den ha­ya­tı­ma de­vam ede­cek­tim. Göz­le­ri­ne bak­tı­ğım­da yağ­mur­dan sı­rıl­sık­lam ıs­lan­mış, üşü­müş, ça­re­siz, ko­ru­na­sı bir ço­cuk gör­düm. “Te­şek­kür ede­rim” di­yen bir ço­cuk. On­dan bir te­şek­kür bek­le­mi­yor muy­dum? Onu göz te­ma­sı ku­ra­cak ka­dar önem­se­me­miş miy­dim? Bu ço­cuk­la­rı na­sıl gör­mez­den gel­di­ği­me, gel­di­ği­mi­ze utan­dım, ağ­la­dım.”
Bu öy­kü­yü ba­na an­la­tan dok­tor ha­nım, gün­de­lik ha­ya­tın koş­tur­ma­ca­sı için­de gi­de­rek kö­re­len bir has­le­te dik­kat çe­ki­yor. Em­pa­ti; baş­ka­la­rı­nın inanç, ar­zu ve özel­lik­le duy­gu­la­rı­nı on­la­ra ken­di inanç­la­rı­mı­zı tel­kin et­me­den an­la­ya­bil­mek, baş­ka­la­rı­nın iç dün­ya­la­rı­nı oku­ya­bil­mek an­la­mı­na ge­li­yor. Ya­ni öte­ki­ni duy­mak, öte­ki­nin acı­sı­nı ru­hun­da his­set­mek, hem­hâl ol­mak. Din­le­me ve em­pa­ti, di­ğer in­san­lar­la iliş­ki kur­ma yo­lun­da önem­li me­zi­yet­ler. Din­le­mek kar­şı­da­ki ki­şi­nin söz­cük­le­ri­ni duy­mak­tan da­ha öte bir şey, o ki­şi­nin ver­mek is­te­di­ği me­sa­jı, için­de bu­lun­du­ğu du­ru­mu ve duy­gu­la­rı­nı ger­çek­ten an­la­mak ve ka­bul et­mek an­la­mı­na ge­li­yor. Ame­ri­kan yer­li­le­ri bu­na “baş­ka­sı­nın ayak­ka­bı­la­rı için­de bir mil yü­rü­mek” di­yor­lar. Em­pa­ti, bir baş­ka ya­zar ta­ra­fın­dan, “bir ki­şi­nin ken­di­si­ni duy­gu ve dü­şün­ce­le­rin­den so­yut­la­ya­rak bir baş­ka­sı­nın inanç­la­rı­nın, ar­zu­la­rı­nın ve özel­lik­le duy­gu­la­rı­nın far­kı­na va­ra­bil­me ve on­la­rı an­la­ya­bil­me ye­te­ne­ği” ola­rak ta­nım­la­nı­yor. Em­pa­ti ge­nel­lik­le iki bo­yut­lu bir ol­gu ola­rak ele alı­nı­yor. Bi­liş­sel bo­yut, ya­ni em­pa­tik ki­şi kar­şı­sın­da­ki­nin ne­ler his­set­ti­ği­ni an­la­ya­bil­me­li­dir ve duy­gu­sal bo­yut, ya­ni ki­şi kar­şı­sın­da­kiy­le duy­gu­sal bir pay­la­şım içi­ne gi­re­bil­me­li­dir. Ba­zı kay­nak­la­ra gö­re em­pa­ti­nin, bu iki bo­yu­tu dı­şın­da bir baş­ka ge­re­ği de ki­şi­nin duy­gu­la­rı­nı an­la­dı­ğı­nı ve pay­laş­tı­ğı­nı kar­şı­sın­da­ki­ne gös­te­re­bil­me­si­dir. O hal­de, so­nuç iti­ba­riy­le, “em­pa­ti, bir baş­ka ki­şi­nin al­gı­la­rı­nı ve duy­gu­la­rı­nı far­kı­na va­ra­rak an­la­ya­bil­me ve bu­nu ka­bul edi­le­bi­lir bir şe­kil­de kar­şı­sın­da­ki­ne ifa­de ede­bil­me ye­te­ne­ği­dir.”
Em­pa­ti kur­mak, sos­yal iliş­ki­ler­de bir­çok ko­lay­lık sağ­lar. Em­pa­ti ile kar­şı­mız­da­ki in­sa­nı an­la­dı­ğı­mı­zı, ona önem ver­di­ği­mi­zi, onun der­diy­le dert­len­di­ği­mi­zi his­set­ti­rir ve böy­le­ce bir ile­ti­şim ku­ra­rız. Em­pa­tiy­le so­run­lar da­ha ko­lay di­le ge­ti­ri­lir ve böy­le­ce da­ha ça­buk ve ko­lay çö­züm­ler üre­ti­lir. Da­ha ya­kın, an­lam­lı ve bir di­ğe­ri­ne yar­dı­mı do­ku­nan ar­ka­daş­lık­lar olu­şur. Em­pa­ti ku­ra­bil­mek için ge­rek­li olan ken­di­ni baş­ka bi­ri­nin ye­ri­ne ko­ya­bil­me ye­te­ne­ği, ki­şi­li­ğin ge­li­şi­miy­le güç­len­se de, bu ye­te­ne­ğin do­ğuş­tan gel­di­ği­ne ina­nıl­mak­ta­dır. Baş­ka­la­rı­nın duy­gu­la­rı­nı an­la­ya­bil­me ka­pa­si­te­si kü­çük­ken ge­liş­me­ye baş­la­yan tak­lit ye­te­ne­ğiy­le ya­kın­dan iliş­ki­li­dir. Kü­çü­cük be­bek­ler bir baş­ka be­be­ğin ağ­la­ma­sı du­ru­mun­da he­men hu­zur­suz­la­nır ve ağ­la­ma­ya baş­lar­lar. İn­san do­ğuş­tan, bel­li vü­cut ve yüz ha­re­ket­le­ri­ni bel­li duy­gu­lar­la iliş­ki­len­dir­me­ye eği­lim­li­dir. İki ya­şın­da nor­mal ge­li­şi­mi için­de sey­re­den bir ço­cuk em­pa­ti ku­ra­bil­mek için ge­rek­li dav­ra­nış­la­rı ser­gi­le­me­ye ve bir baş­ka­sı­nın duy­gu­la­rı­na duy­gu­sal ola­rak kar­şı­lık ve­re­bil­me­ye baş­lar. Em­pa­ti er­ken yaş­lar­da or­ta­ya çı­kan ve ge­li­şen bir ye­te­nek ol­du­ğu için ai­le­nin ço­cu­ğu ye­tiş­tir­me tar­zı da em­pa­ti ge­li­şi­mi­ne doğ­ru­dan te­sir eder. Ço­cuk bu ye­te­ne­ği ha­ya­tın ilk ay­la­rın­da an­ne ve ba­ba­nın ‘ay­na­la­ma’ de­di­ği­miz duy­gu­sal aya­rı ya­ka­la­ma­sıy­la sağ­lar. Bu ayar, be­bek üz­gün ol­du­ğun­da ona ba­kım ve­ren ki­şi­le­rin­de üz­gün, o se­vinç­li ol­du­ğun­da ba­kım ve­ren ki­şi­le­rin de se­vinç­li ol­ma­sı an­la­mı­na ge­lir. Böy­le­ce ço­cuk an­ne ve ba­ba­nın yü­zün­den ken­di duy­gu­la­rı­nı oku­ma­yı, ona ba­kım ve­ren ki­şi­le­ri bir ay­na gi­bi kul­lan­ma­yı öğ­re­nir.
Ço­cuk­la­rın ah­la­kî yar­gı­la­ma­la­rı­nın ge­li­şi­mi bir sü­re bi­rin­cil ve­ya il­kel dü­zey­de kal­mak­ta­dır. Bu­na gö­re ço­cuk, ken­di­li­ğin­den dü­şen ve ca­nı ya­nan kar­de­şi için üzü­le­bi­lir­ken, kar­de­şiy­le bir oyun­cak tar­tış­ma­sı­na gir­di­ğin­de, hak et­ti­ği­ni öne sü­re­rek ona vu­ra­bi­lir. Do­la­yı­sıy­la, ço­cuk­la­rın za­rar ve­ri­ci dav­ra­nış­la­rı ge­nel­de di­ğer ço­cuk­la­rın on­la­rın ken­di is­tek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­me­miş ol­ma­sı­na bağ­lı ola­rak or­ta­ya çı­kar. Bu­na rağ­men ço­cuk­la­rın ve ye­tiş­kin­le­rin dav­ra­nış­la­rı ki­mi­le­yin ego­san­trik (ben­-mer­kez­ci) dü­şün­ce­le­re bağ­lı ola­rak olu­şur. Yar­gı­la­ma ve ce­za­lan­dır­ma ar­zu­su, güç el­de et­me is­te­ği, ken­di­ni ‘doğ­ru’ ola­rak ta­nım­la­ma ça­ba­sı bir­den öne ge­çer. Bu nok­ta­da ki­şi, ça­tış­ma­nın muh­te­mel se­bep­le­ri­ni bul­ma­ya ça­lış­mak ye­ri­ne, öf­ke­len­me­si­ne ve kin­len­me­si­ne se­bep olan ken­di doğ­ru­la­rı­nın pe­şin­den gi­der. Ken­di­si­ni in­ci­ten ve­ya üzen ki­şi­yi ne pa­ha­sı­na olur­sa ol­sun ce­za­lan­dır­mak ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nür. Tür­ki­ye’de si­ya­set sah­ne­si­ne bak­tı­ğı­mız­da bu ben-­mer­kez­ci ve ço­cuk­su dü­şün­ce­nin ayak iz­le­ri­ni gö­rü­yo­ruz. Bu top­rak­lar­da­ki va­tan hai­ni bol­lu­ğu baş­ka ney­le izah edi­le­bi­lir? “Sen be­nim oyun­ca­ğı­mı al­dın ve bu­nu hak et­tin!” tar­zın­da il­kel ve ço­cuk­su dü­şün­ce­ler­le el­bet­te!
Em­pa­ti, bir dün­ya gö­rü­şü­nü pay­laş­tı­ğı­mız ve­ya il­gi duy­du­ğu­muz, yâ­ren­lik et­ti­ği­miz in­san­lar­la et­ki­le­şim ha­lin­dey­ken ken­di­li­ğin­den ge­li­şe­bi­lir; fa­kat biz­den fark­lı ola­rak de­ğer­len­dir­di­ği­miz in­san­lar­la bir ara­day­ken em­pa­ti kur­mak da­ha zor­dur. Ge­nel ola­rak, ki­şi ken­di kon­tro­lü dı­şın­da­ki olay­lar ne­de­niy­le üzün­tü ya­şı­yor­sa ona em­pa­ti gös­ter­me eği­li­mi­miz ar­tar. An­cak, za­rar­lı bir so­nuç­tan ki­şi­yi so­rum­lu tu­tu­yor­sak, o za­man ka­rak­ter ve ah­la­kı­nı ku­sur­lu ola­rak ta­nım­la­ya­bi­li­riz. Em­pa­ti, öf­ke duy­du­ğu­muz ve ken­di­mi­ze ha­sım bel­le­di­ği­miz ki­şi ve grup­la­ra kar­şı ya­şa­mak­ta zor­lan­dı­ğı­mız bir duy­gu. Tür­ki­ye’de bu­nun ör­nek­le­ri­ni sık­ça gö­rü­yo­ruz. Gö­rün­mez bir el, gü­zel ül­ke­mi­zi bir­bi­ri­ne as­la mer­ha­met­le bak­ma­yan dü­şün­ce kamp­la­rı­na bö­lü­yor. Bu kamp­lar­da ya­şa­yan­lar di­ğer­le­ri­nin sa­kin­le­ri­ne te­red­düt ve öf­key­le ba­kı­yor; öte­ki­ni an­la­ma­yı ve din­le­me­yi hiç dü­şün­mü­yor­lar. Hal­bu­ki er­dem, sen­den ola­na de­ğil, sen­den ol­ma­ya­na gös­ter­di­ğin an­la­yış ve em­pa­ti­de ya­tar. Ce­sa­ret ise, ken­di­si­ni sa­vu­na­ma­yan­la­rı sa­vu­na­bil­mek­tir. Dil­siz­le­rin di­li ola­bil­mek, da­va­la­rı­na hiç inan­ma­san bi­le in­san­lı­ğın, ah­la­kın ve ada­le­tin il­ke­le­ri adı­na on­la­rın da söz söy­le­ye­bil­me­si­ni sağ­la­man de­mek­tir. An­cak em­pa­tiy­le, hem­hal oluş­la, kal­bi­ni di­ğe­ri­ne bi­tiş­tir­mek su­re­tiy­le se­ni öl­dür­me­ye ge­len sen­de di­ri­lir. Bu top­rak­lar bu ge­le­ne­ği ha­vi­dir.
İn­san ru­hu­nun kas­vet­li bir ko­ri­do­ra açı­lan bir pen­ce­re­si ol­du­ğu gi­bi, şef­kat ve mer­ha­me­tin ışık­lı ko­ri­dor­la­rı­na açı­lan bir pen­ce­re­si de var. Ba­sın­da yer alan ha­ber­ler, in­san do­ğa­sı­nın ka­ran­lık ta­ra­fı­nı tem­sil eden za­lim­lik, ci­na­yet, hır­sız­lık, sa­vaş gi­bi kö­tü­cül ey­lem­le­ri da­ha faz­la bil­di­rir­ler. As­lın­da in­san­la­rın özün­de, sal­dır­gan­ca duy­gu­lar­dan bel­ki da­ha faz­la ola­rak, fe­da­kâr­lık ve di­ğer­kâm­lık ye­te­ne­ği mev­cut­tur. Bu­nun için an­la­yış ve em­pa­ti­ye ha­yat­la­rı­mız­da da­ha faz­la yer ayır­ma­mız ge­re­ki­yor.
Em­pa­ti, yi­ne­le­mek pa­ha­sı­na söy­le­ye­lim, baş­ka in­san­la­rın acı­la­rı­nı, ıs­tı­rap ve sı­kın­tı­la­rı­nı an­la­ya­bil­mek, his­se­de­bil­mek ve on­la­rı an­la­yıp his­set­ti­ği­mi­zi on­la­ra da du­yu­ra­bil­mek de­mek. “Baş­ka­sı­nın acı­sı be­nim acım­dır” di­ye­bi­len in­san­lar da­ha yar­dım­se­ver ve di­ğer­kâm olur­lar. Ah­la­kın kök­le­ri de em­pa­ti duy­gu­sun­da ya­tar; acı, teh­li­ke ve yok­sun­lu­ğun ya­rat­tı­ğı muh­te­mel kur­ban­la­ra eş­du­yum gös­te­re­bi­len in­san­lar, acı­yı sa­de­ce ken­di böl­ge­le­rin­den de­ğil, in­san­lı­ğın ya­nın­dan ve yö­re­sin­den kov­mak is­ter.
Ali­ya İz­zet­be­go­viç, Ta­ri­he Ta­nık­lı­ğım ad­lı ki­ta­bın­da şöy­le ya­zar: “Kur­ba­na du­yu­lan sem­pa­ti, dü­şün­me ye­ti­sin­de bu­lu­na­bi­le­cek bir şey de­ğil­dir; o an­cak ruh­ta, ya­ni ‘bu dün­ya­ya ait ol­ma­yan’ bir il­ke­de bu­lu­na­bi­lir… Ne den­li yo­ğun olur­sa ol­sun hiç­bir akıl yü­rüt­me, dü­şün­me ve ba­si­ret, ada­let ve ha­ki­kat uğ­ru­na fe­da edil­miş bir ha­ya­ta iliş­kin tek bir ör­ne­ği bi­le açık­la­ma­ya, meş­ru­laş­tır­ma­ya yet­mez”. Bu söz­ler uzun za­man­dır zih­ni­mi tır­ma­lı­yor. Hod­bin­li­ğin sal­gın bo­yu­tu­na var­dı­ğı bir za­man­da, baş­ka in­san­la­rın ya­ra­rı için ken­di çı­kar­la­rı­nı fe­da eden, doğ­ru­luk ve ha­ki­kat için, öz­gür­lü­ğün ve ada­le­tin tür­kü­le­ri­ni söy­le­ye­bil­mek için ken­di­le­ri­ni fe­da eden in­san­la­rı na­sıl açık­la­ya­ca­ğız? On­la­rı esin­le­yen şey ne­dir? Han­gi psi­ko­lo­jik dür­tü ve­ya dü­ze­nek ‘bu ça­ğın soy­lu­la­rı’nı di­ğer­le­rin­den ayı­rı­yor?
İn­san do­ğa­sı­na iliş­kin ka­ram­sar bir gö­rü­şü inat­la ko­ru­yan­lar, di­ğer­kâm ki­şi­nin ev­ren­de­ki te­mel dür­tü olan or­ga­niz­ma­nın ken­di öz çı­kar­la­rı­nı ko­va­la­ma il­ke­si­ne ay­kı­rı ha­re­ket et­ti­ği­ni, cö­mert bir edim gi­bi gö­rü­nen şe­yin as­lın­da si­ze baş­ka­la­rı­nın yar­dım et­me­si­ni sağ­la­ma­ya dö­nük bir ha­re­ket ol­du­ğu­nu di­le ge­ti­ri­yor­lar. Şüp­he­ci­ler der ki, baş­ka­la­rı­na yar­dım ede­riz çün­kü et­mez­sek his­se­de­ce­ği­miz utanç ve suç­lu­lu­ğu bu ey­lem­le gi­der­mek is­te­riz ve­ya ken­di ken­di­mi­ze da­ha faz­la say­gı duy­mak için, in­san­lar ta­ra­fın­dan ha­yır­se­ver ve iyi bi­ri­si ola­rak ta­nın­mak için yar­dım ede­riz.
Oy­sa kim­se­nin gör­me­di­ği, gö­re­me­ye­ce­ği, gö­rül­se, övül­mek bir ke­na­ra sert bir bi­çim­de ce­za­lan­dı­rı­la­cak yar­dım­lar var­dır. İn­san­lık bu ka­bîl kah­ra­man­lık edim­le­ri­ne sa­vaş ve buh­ran za­man­la­rın­da ta­nık­lık eder. Na­zi soy­kı­rı­mın­dan Ya­hu­di­le­ri kur­ta­ran in­san­lar üze­rin­de ya­pı­lan ruh­bi­lim­sel bir ça­lış­ma, kur­ta­rı­cı­la­rı fev­ka­lâ­de em­pa­tik ki­şi­ler ola­rak ta­nım­lı­yor. Bu in­san­lar baş­ka var­lık­la­rın acı çek­tik­le­ri­ni gör­mek is­te­mi­yor ve he­men o acı­yı din­di­re­cek bir şey­ler yap­ma­ya so­yu­nu­yor­lar. Baş­ka­sı­nın ça­re­siz­lik ve ke­der için­de olu­şu on­lar­da em­pa­ti uyan­dı­rı­yor; ‘baş­ka­la­rı­nın ke­der­li ol­du­ğu bir dün­ya­da ben mut­lu ola­mam’ dü­şün­ce­si on­la­rı ey­le­me ge­çi­ri­yor.
Ya­kın za­man­lı ba­zı ça­lış­ma­lar, baş­ka in­san­la­rın iyi­li­ği­ni dü­şün­me­nin in­san do­ğa­sın­da var ol­du­ğu­nu bi­ze gös­te­ri­yor. Di­ğer­kâm­lık, sı­ra­dan in­san­lı­ğı­mız­la onu aşan ‘me­lek­si’ ta­ra­fı­mı­zın ara­sın­da bir yer­de, ma­ne­vi­yat ile bi­li­min bir­bi­riy­le ka­pış­tı­ğı bir alan­da du­ru­yor. Ma­ne­vî di­sip­lin­ler in­sa­nın ah­la­ken ev­ri­le­bi­lir, mü­kem­me­le doğ­ru gi­de­bi­lir bir var­lık ol­du­ğu­nu söy­ler­ken; bi­lim in­sa­na di­ğer var­lık­la­rın ara­sın­da da­ha kut­sal, da­ha öz­gül bir rol biç­mi­yor.
Ça­ğı­mız nar­si­sizm ile di­ğer­kâm­lı­ğın sa­va­şı­na ta­nık­lık edi­yor. Nar­si­sis­tik dü­şün­ce için­de­ki grup ve ki­şi­ler ken­di grup­la­rı­nın se­çil­miş­li­ği­ne, üs­tün­lü­ğü­ne ve dı­şa­rı­da ka­lan­la­rın po­tan­si­yel düş­man­lar ol­du­ğu­na ina­nır­ken; di­ğer­kâm olu­şum­lar bü­tün in­san­la­rın eşit ve de­ğer­li ol­du­ğu­na ve dı­şa­rı­da ka­lan­la­rın po­tan­si­yel dost ol­du­ğu­na ina­nı­yor. Nar­si­sist gru­bu­mu­zun hak ve id­di­ala­rı ön­ce­lik ta­şır, gru­bu­mu­zun dı­şın­da ka­lan­la­rın ha­yat­la­rı ko­lay­ca har­ca­na­bi­lir, “gru­bu­muz­da­ki in­san­la­ra yar­dım eder­sem da­ha iyi bir in­san olu­rum” der­ken; di­ğer­kâm hiç­bir gru­bun ön­ce­lik­li bir id­di­ası­nın ola­ma­ya­ca­ğı­nı, bü­tün ha­yat­la­rın kut­sal ol­du­ğu­nu ve gru­bun dı­şın­da ka­lan­la­ra yar­dım et­me­nin ken­di­si­ni da­ha iyi bir in­san ya­pa­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yor. Ken­di­mi­ze han­gi ta­raf­ta ol­du­ğu­muz so­ru­su­nu sık­lık­la sor­ma­mız ge­re­ki­yor. Dün­ya­da­ki nar­si­siz­mi ve za­li­ma­ne iliş­ki­le­ri ço­ğal­tan, ora­da mer­ha­met ve di­ğer­kâm­lı­ğa yer bı­rak­ma­yan, her şe­yi re­el po­li­tik ve pi­ya­sa şart­la­rıy­la izah eden bir ta­raf­ta mı­yız, yok­sa Hz. İb­ra­him’e su ta­şı­yan ka­rın­ca ile mi saf tu­tu­yo­ruz? Ha­ni o, ken­di­si­ne “se­nin ta­şı­dı­ğın su­dan ne ola­cak?” di­yen­le­re, “hiç ol­maz­sa sa­fım bi­lin­sin” di­yen mü­ba­rek ka­rın­ca. Kırk yıl­lık ha­ya­tım­da be­nim öğ­ren­di­ğim bir şey var­sa o da “şu dün­ya gö­rü­şü­ne men­su­bum” de­me­nin in­sa­nı za­lim­lik­ten te­mi­ze çı­kar­ma­dı­ğı­dır. İn­san ko­lay­lık­la her şe­yi meş­ru­laş­tı­ra­bi­len, ço­cuk­ça bir kıs­kanç­lık­la çı­kar­la­rı­nı ko­va­la­yan, her edi­mi­ni ras­yo­na­li­ze ede­bi­len bir var­lık. Her bi­ri­mi­zin rüt­be-i ak­lı ve tut­tu­ğu­muz ta­raf, söy­le­dik­le­ri­miz­de de­ğil eser­le­ri­miz­de gö­rü­nü­yor; eser­le­ri­miz­de ya­ni ha­yat­la­rı­mız­da. Bu kez Hz. İb­ra­him de­ğil, ko­ca bir dün­ya ateş­ler­le ku­şa­tıl­mış du­rum­da. Ha­ki­ka­te sa­da­kat, an­cak tut­tu­ğu­muz ta­ra­fın bel­li ol­ma­sıy­la müm­kün.
 

Paylaş Tavsiye Et