Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Iraklıların feryadı ABD kıyılarına ulaştı
Ebru Afat

KASIM ayının, küresel imparatorluğunu kurarak uluslararası sistemin “Yeni Roma’sı” olmaya çalışan ABD için özel bir anlamı vardır. Amerika kıtasına ayak basan Hıristiyanların Tanrı’ya şükretmeleri geleneği uyarınca Kasım’ın dördüncü Perşembesi ABD’de Şükran Günü olarak kutlanır. Ancak bu dinî özelliğin yanında Kasım ayları Amerikan halkı açısından çok önemli bir siyasi özellik de taşımaktadır: ABD için Kasım demek, seçim demektir. Çünkü Temsilciler Meclisi ve Senato olmak üzere iki kanattan oluşan federal yasama organı, Kongre ile eyalet valiliklerinin seçimleri her iki yılda bir bu ayda yapılır. Ve yeni yasama dönemi Ocak’ta başlar. Bu seçimlerde 435 üyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamı, 100 üyeli Senato’nun ise üçte birinin değişmesi için oy kullanılır. Başkanlar da yine Kasım’da düzenlenen seçimlerde dört yıllığına seçilir ve tıpkı Kongre gibi görevlerine Ocak’ta başlarlar. Bu sistem nedeniyle dört yılda bir mevcut başkanın görev süresinin tam ortasına rastlayan Kongre ve valilik seçimlerine “ara dönem seçimleri” denir.
1994’ten beri hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’da çoğunluk Cumhuriyetçi Parti’nin elindeydi. Sadece Demokrat Bill Clinton’ın başkanlık yaptığı 2001-2002 döneminde Demokratlar Senato’da çoğunluğu sağlayabilmişlerdi. Ancak ABD işgali altında iç savaşa sürüklenerek adeta bir kan gölüne dönen Irak’ta yaşananların gölgesi altında yapılan 7 Kasım ara dönem seçimleri ile bu tablo tam tersine dönüverdi. Geçtiğimiz aylarda nüfusu 300 milyona ulaşan ABD’de oy vermek için uzun kuyruklar oluşturan 83 milyon seçmen, Kongre’nin iki kanadında da çoğunluğu Demokrat Parti’ye verdi.
Demokratlar, Temsilciler Meclisi’ndeki üye sayısını 231’e çıkarırken, Cumhuriyetçiler 200’e geriledi. Demokrat çoğunluk Temsilciler Meclisi’nin yeni dönemdeki sözcüsü olarak Nancy Pelosi’yi seçti. Pelosi ABD tarihinde bu görevi üstlenecek ilk kadın olacak. Üyeleri 6 yıllığına seçilen Senato’nun 33 sandalyesi için yapılan yarış sonunda ise Senato kompozisyonu 49’a 49 şeklinde belirlendi. Demokratlar ile ittifak kuran iki bağımsız senatör Joe Lieberman ile Bernie Sanders da eklenince Senato’da da çoğunluk Demokratlar’a geçti. 50 eyaletin 36’sında yapılan valilik seçimlerini de yine Demokratlar önde tamamladı ve eyalet valiliklerinin dağılımı 28 Cumhuriyetçi ve 22 Demokrat olarak gerçekleşti.
Son iki yılını Demokratlar’ın kontrolündeki bir Kongre ile geçirmek zorunda olduğu için yönetimi topal ördek (lame duck) olarak adlandırılan Başkan George Bush’un seçim sonuçlarına verdiği tepki oldukça hızlı oldu. 9 Kasım’da bir süredir istifa etmesi yönünde yoğun bir kamuoyu baskısıyla karşı karşıya kalan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in istifasını kabul ettiğini açıkladı. Irak Savaşı’ndan Guantanamo Üssü’ne ve CIA’in dünyanın dört bir tarafına yayılmış gizli hapishanelerine kadar ABD’nin büyük tepki çeken uygulamalarının başlıca mimarlarından olan Rumsfeld, sembol bir isimdi. Bush’un birinci dönem kabinesinden ikinci dönemde de koltuğunu koruyan tek kişi olarak, Irak politikalarının batağa saplanmasının baş sorumlusu kabul ediliyor ve tüm şimşekleri üzerine çekiyordu. Bush’un Rumsfeld’in yönetimden ayrılmasını sağlayarak Amerikan halkına ‘mesajı’ aldığını göstermeye çalışması, genelde olumlu bir adım olarak karşılandı. Ancak Bush’un, Rumsfeld’in yerine babasının başkanlığı döneminde CIA şefi olarak görev yapan Robert Gates’i ataması, özellikle Irak’ta hızlı bir değişim bekleyenlerin ihtiyat paylarını yükseltmelerine neden oldu.
Demokratların tahminlerin ötesine geçen bu büyük zaferi, New York Times ve Washington Post gibi ABD’nin önde gelen gazeteleri tarafından, Bush yönetiminin Irak politikasına ve gittikçe artan yolsuzluklara duyulan tepkinin yansıması şeklinde yorumlandı. The Independent ve The Guardian gibi İngiliz medyasının liberal-sol gazetelerinde de seçim sonuçları hakkında benzer analizler yapıldı. Üçüncü bir partinin yasama organında temsil edilmesine fırsat vermeyen ve seçilebilmek büyük paralar harcanmasını gerektirdiği için siyaset yapanları silah-petrol endüstrisi, finans sektörü ve etnik-dinsel azınlık lobilerine bağımlı kılan Amerikan siyasal sistemi dolayısıyla zaten Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında yüzeysel kalan farklılıklar, konu dış politika olduğunda iyice azalıyordu. Ancak 2004 Başkanlık seçimlerinde yapılanın aksine Irak Savaşı’na karşı net bir tavır alan ve yaşanan faciayı seçim kampanyalarının başına yerleştiren Demokratlar, bu söylemle 2006 seçimlerinde başarıyı yakaladılar.
Amerikalı muhalif yazar Tom Engelhardt, “ana akım medyaya karşı düzenli bir panzehir” mottosu ile hazırladığı internet sitesinde (www. tomdispatch.com) 8 Temmuz’da yayımlanan “Kanunsuz İmparatorluk Dalgalarla Boğuşuyor” başlıklı makalesinde, seçim sonuçlarını küresel bir dalgaya benzetiyor; bu dalganın artık ABD’nin kıyılarına da vurduğunu ve imparatorluk adaylarını da ıslatmaya başladığını ifade ediyordu. Engelhardt’a göre 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD düşmansız kalmıştı. Ancak küresel bir imparatorluk kurmak isteyen ve bu amaçla kendilerine yeni bir düşman arayan silah sanayisi ile Pentagon çevresinden bir grup, baba Bush’un 1992 seçimlerini kaybetmesi ile akamete uğrayan bu projelerini oğul Bush’un başkanlığında hayata geçirmeye başladılar. Ve kanunsuz imparatorluk kurma girişimleri tüm dünyada ABD’ye karşı çok büyük bir öfke dalgasının oluşmasına yol açtı. Kanunsuz imparatorluğa yönelik bir halk oylamasına dönüşen 2006 ara seçimleri ile Amerikan halkı da bu öfke dalgasına dâhil oldu.
Amerikalıların ülkelerinin Atlantik ötesinde neler yapıp ettiği ile ilgilenmeyi zül addettikleri bilinir. Bu ilgisizliğin altında süper güç olan bir devletin vatandaşı olmanın verdiği kibir duygusunun yanı sıra ABD’nin coğrafi konumu, tarihsel gelişimi, sosyo-ekonomik yapısı ve ana akım medyanın yönlendirmesi gibi etkenler yatar. Bu tutumun değişmesini sağlayan yegane faktör, tıpkı Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi dikenin Amerikalıların da ayağına batmaya başlamasıdır. Bir günde yüzlerce insanın ölmesinin olağan bir hale geldiği Irak’ta hayatını kaybeden Amerikalı asker sayısı artış gösterse de bu kayıpların Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi halk arasında infial yaratacak bir seviyeye ulaştığı söylenemez. Dolayısıyla son aylarda düşmeye başlayan benzin fiyatları ve istikrarlı bir ekonomiye rağmen, Irak Savaşı gibi bir dış politika meselesinin diğer bütün meselelerin önüne geçip seçim sonuçlarını belirlemesi her halükarda sıra dışı bir durumdur.
Mevcut sistem ve 2008’deki Başkanlık yarışına Demokratlar adına katılma olasılığı güçlü adayların duruşları, ABD’nin politikalarında köklü bir değişiklik hayalleri kuranların heveslerini kırsa da, 2004’te Bush’u ikinci defa başkan seçerek tüm dünyayı şaşırtan Amerikan halkının bir şekilde dünyanın sesine kulak verdiğini göstermesi olumlu bir gelişmedir. Ve bu durum, politikada her şeyin mümkün olabileceğinin ve insanın değişkenliği faktörünün belirleyiciliğinin bir göstergesi olarak önümüzde durmaktadır. 

 


Paylaş Tavsiye Et