Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2007) > Türkiye Ekonomi > Ekonominin en uzun yılına doğru…
Türkiye Ekonomi
Ekonominin en uzun yılına doğru…
İbrahim Öztürk

2006 YILININ ikinci çeyreğinde para piyasalarında başlayan sarsıntının beklentileri bozarak reel ekonomiye sıçramasını engellemek için bir dizi parasal ve mali tedbir alındı. Yılı %10 enflasyon ve büyük bir cari açık ile tamamlayacağımız ise kesin görünüyor. Yeni bir yıla girerken ekonomide bugüne kadar nasıl bir model takip edildiğini gözden geçirerek bundan sonra neler beklenebileceği sorusuna cevap arayalım.

2006’da Sorun Neydi?
2006’daki sarsıntının arkasında enflasyonun hedeften sapması vardı. O aşamaya kadar kimsenin umurunda olmayan cari açıktaki kontrolsüz büyümenin de risk unsuru olarak devreye sokulduğu görüldü. Enflasyon sapmasını iç tüketim tetikliyordu. Ayrıca bir yandan cari açık, diğer yandan da dış piyasalardaki ortam nedeniyle sıcak para çıkışı ve kurda ani yükselişler meydana geldi. Dolayısıyla ekonomiyi soğutarak tüketimi ve cari açığı daraltırken sermayenin de içeride kalmasını sağlamak üzere yüksek faiz başlıca seçenek olarak benimsendi. Yardımcı müdahalelerle piyasada fazla olan likidite de ileri düzeyde çekilmiş oldu. Faiz dışı fazla (FDF) üzerinden yürütülen sıkılaştırma ve disiplin ise aynen devam ettirildi. Hatta İMF “harcama üst limiti” de koyarak işin dozunu “edepsizlik sınırı”na kadar zorladı. Bu arada “yüksek faiz” silahının otomatik olarak düşük kura ve yüksek cari açık patikasına dönüşü ifade ettiği de açıktı.

Açık Ekonomide Politika Seçenekleri
Üzerinde hiçbir kontrol aracının olmadığı dışa açık bir ekonomide fırsatlar ve tehditler matrisinde uygun bir kombinasyon seçmek gerekiyor. Açık ekonomilerde kontrol edilmesi gereken üç temel makro ekonomik parametre var: Enflasyon (fiyat istikrarı), kur ve faiz. Dışa açık bir ekonomide bunlardan yalnız birini hedef olarak seçebiliyor, diğer ikisini ‘oluruna’ bırakıyorsunuz. Türkiye’deki kontrol değişkeni ve performans kriteri ise tüketici enflasyonu.
Dışa açık ekonomide iç dengesizlikler, dış dengesizlik olarak karşınıza çıkıyor. Ancak, her tarafınız denge olsa da, dış dengesizliklerin yarattığı dev dalgalar, başkalarının sorunlarının bedelini sizin ödemenizi gerektiriyor. “Yatırım-tasarruf açığı” en önemli iç dengesizliklerden biri ve bu açık dış kaynaklarla kapatılıyor. Kaynak temini için yüksek reel faizler önem kazanıyor. Bu süreçte değerlenen yerli para ve -bundan bağımsız olarak- yapısal nedenlerden ötürü büyüme sürecinde ithalat patlaması yoluyla, dış açık ortaya çıkıyor. Dalgalı kura dayalı modelin bir gereği olarak, kurdaki bir düzeltmenin dış açığı makul oranda kapatması gerekiyor. Ancak faizin tetiklediği “sıcak para” kurun tepki vermesini önlüyor.
İç dengesizlik sadece tasarruf-yatırım açığıyla sınırlı değil. Bir de “enflasyon dengesizliği” var. Bu ise programın temel başarı kriteri olduğundan taviz verilemeyecek tek parametre olarak belirginleşiyor. Üçüncü bir dengesizlik unsuru olarak “yüksek kamu borç stoku” öne çıkıyor. Bu borcun finansmanı ve döndürülmesinde uzun bir süre kurların olumlu etkisi söz konusu oldu. Özetle, 2002 yılından beri finansman açığının kapatılması, enflasyon mücadelesi ve borç yönetimi açısından düşük kurun önemi ortaya çıkarken, yan etki olarak cari açık sineye çekildi.

Enflasyon Düşüşünde Neredeyiz?
2001 krizi sonrasından 2005 sonuna kadar enflasyon oranı en az on kat düşürüldü. Acaba bu süreçte faizler yüksek mi yoksa düşük müydü? Bu soruya ikna edici bir cevap verilebileceğini düşünmüyorum. Bazıları, “yüksekti ve bu nedenle sermaye girişini tetikleyip cari açığı patlama noktasına getirdi” iddiasında bulunuyor. Buna göre kurlar %40’ların üzerinde reel değer kaybetti. Karşı görüş olarak da “reel faiz oranlarının %30 bandından %8 bandına kadar gerilediği, üstelik bunun yüksek borç stoku ve tasarruf-yatırım açığı şartlarında gerçekleştiği” ifade ediliyor. Üstelik ‘yüksek’ denilen faize rağmen ekonomi yılda ortalama %7 oranında büyümüş. Kurdaki düşüş enflasyon düşüşünü desteklerken, faizdeki gerileme ise enflasyonist olmamış.
Yüksek ithal girdi bağımlılığının olduğu bir ortamda düşük kurun dezenflasyon sürecine yardımcı olması tabiidir. Düşen faizin enflasyonist olmamasında ise, krizde çok gerileyen gelir düzeyinin, ülkede sürdürülen istikrar programı nedeniyle kısa sürede toparlanamamış olması önemli olsa gerek. Mesela 2005 yılı sonunda, (1997’yi 100 kabul eden) kısmi verimlilik endeksi 155, üretim endeksi 130’a çıkarken; reel ücret endeksi kriz dönemini bile mumla aratacak şekilde 92’lere kadar gerilemişti. Keynesgil iktisatçıların terminolojisi ile ifade etmek gerekirse, atıl kapasite sorunu bir yana, elde gelir olmadan, olan gelir de harcanmadan basılan para ve düşen faizler otomatikman enflasyona yansımayabiliyor.
Ancak enflasyon, 2005 sonunda %8 bandının altına sarkmasının ardından tekrar yönünü yukarı çevirdi. Bunun birkaç nedeni var: Her şeyden önce enflasyonun içinde parasal şişkinlik vardı ve bu alınmış durumda. Yine enflasyonu körükleyen bir “kötü beklentiler” sorunu vardı. Bu beklentilerin iyi yönde değişmesi ile enflasyonun bu dinamiği de kırıldı. Ancak bu imkanlar sonuna kadar tüketildi. Yine söz konusu dönemde kısmi verimlilik endeksinde kaydedilen önemli iyileşmelerin de sonuna gelindiği, sürecin bir toplam faktör verimliliğine dönüşmediği görülüyor.
İlave olarak, gelir düzeyinin yavaş yavaş toparlanması, gelir dağılımında kısmen de olsa iyileşmelerin kaydedilmesi, sıcak para girişinin ivme kazandırdığı tüketici kredileri mekanizması gibi nedenlerle de tüketim talebinde hızlı bir artış trendi yaşandı. Talep unsuru enflasyonun üzerinde de etkisini gösterdi. Ayrıca birtakım önemli sektörlerde arz ve rekabet eksikliği, kapasitelerin de sınırına gelmesiyle birleşince fiyat katılıkları yapısal bir sorun olarak ortaya çıkmaya başladı. Dış âlemde de artan petrol ve emtia fiyatları maliyet enflasyonu olarak karşımıza çıkıyordu.

2007’de Ne Yapmalı?
Bugüne kadar iktisat politikası araçları ile uluslararası ortamın uygun düşmesi cari açığı sürdürmeyi ve finanse etmeyi, enflasyonun da düşmesini destekledi. Gelinen noktada ise, cari açığı sürdürülebilir bir seviyeye çekmek ve enflasyonu da kalıcı olarak düşürmek için, uzun ve çetrefilli olsa da, üretim ve verimliliğe dayalı rekabetçi bir ekonomi inşa etmekten başka çıkar yol yok.
Açıkçası bundan böyle gerek enflasyon, gerekse de cari açık konusunda kurdan ve ekonominin aşırı daraltılmasından medet umulmaması gerekiyor. Bütün bu gelişmeler, 2002-2005 arasındaki modelin daha farklı bir bileşkeye kaydırılması gerektiğini gösteriyor.


Paylaş Tavsiye Et