Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Kapak > “Kürt sorunu”nda madalyonun öteki yüzü
Kapak
“Kürt sorunu”nda madalyonun öteki yüzü
Cafer Tanrıkulu
ARTIK gelenekselleşmiş adıyla “Kürt sorunu”nun çözümüne yönelik beklentiler, bugüne değin hiç olmadığı kadar yüksek bir noktaya ulaşmış durumda. Esen rüzgarın nasıl bir netice vereceğini bilemesek de, olumlu bazı gelişmeler yaşanacak gibi görünüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile DTP lideri Ahmet Türk arasındaki görüşmenin öncesinde ve sonrasında, çatışma ve ölüm haberlerinin gelmemiş olması bile sembolik olarak Türkiye için önemli bir gelişme sayılmalı. Son tartışma ve girişimlerin, mevcut iç ve dış konjonktürün de etkisiyle, bu meseleyi en azından bugün durduğu yerden alıp daha iyi bir noktaya taşıyacağını söyleyebiliriz.
Bugüne kadar “Kürt sorunu” üzerine çokça yazılıp çizildi. Toplumun her kesiminden insanların bu konuda bir görüşü ve çözüm önerisi bulunuyor şimdilerde. Ne var ki, geniş kapsamlı kurumsal çalışmalar ve bilimsel araştırmalar da dâhil olmak üzere, bu konuda ortaya konan en ciddi ve samimi çabalar bile son tahlilde sadece makro düzeyde bazı öneriler sunuyor. Demokratikleşme, ana dilde eğitim, diğer kültürel hakların tanınması ve yaygınlaştırılması, güvenlik politikaları ve devlet-vatandaş ilişkileri, siyasi açılımlar, yatırım ve istihdam, komşular ile ilişkiler gibi geniş bir yelpaze içerisinde yer alan, askerî, siyasi, ekonomik ve sosyal tespit ve öneriler içeren bu çabalar, doğal olarak sorunun bir an önce çözüme kavuşturulmasına odaklanmış durumda. Zira kanayan bir yara varken tedavinin ilk adımı kanamayı durdurmak olacaktır. Bununla birlikte, Kürt sorununda madalyonun bir de öteki yüzü var ki artık dikkatlerin biraz da bu noktaya çevrilmesi gerekiyor.
Kürt sorununda olası bir çözüm sürecine girildikten sonra bizleri neler bekliyor? Silahlı çatışmaların olmadığı, “bölücü terör” ifadesinin tarihe karıştığı, -fantezi bu ya- askerin askerlik, siyasetçinin siyaset yaptığı bir Türkiye, özellikle Kürtler açısından ne ifade edecek? Kısacası o çok arzuladığımız yarınlar için bir hazırlığımız var mı ya da kimin heybesinde ne var?
Mesela geride bıraktığımız çeyrek asrın acılı yükünü omuzlarımızdan indirmeye başlarken, önümüzdeki çeyrek asır için nasıl bir kültürel hayat tasavvur edebiliriz? Gerekli tüm hukuki düzenlemelerin yapıldığı ve bunların da tam olarak uygulamaya geçirildiği koşullarda; sadece serbestçe Kürtçe konuşulması, yazılı ve görsel yayınların özgürce yapılması, akademik alanda Kürtçenin de yerini alması her şeyi halledecek mi? Biraz da muhteva üzerinde düşünmek gerekmiyor mu? Bunca yıldır beklenen şey, mevcut popüler kültürün Kürtçe yeni sürümü ile baş başa kalmak mıdır? Ödenen bunca bedelin karşılığı Kürtçe kolbastı mı olacak? Evet, devlet düzeyinde bir kültür politikamız zaten yok; ancak hiç olmazsa bu ülkenin entelektüelleri bu mesele üzerinde düşünemez mi?
Ne tür bir çözüm söz konusu olursa olsun, Kürtler eski Kürtler değiller, Türkiye eski Türkiye değil ve dünya da olduğu yerde durmuyor. Bu nedenle yukarıdaki sorular ile kaçınılmaz olarak ve şimdiden yüzleşmek gerekiyor. Tarihine ve toplumuna yabancılaşmakla, Batı öykünmeciliğiyle eleştirilen Kürt aydınları son yirmi beş yıl içerisinde çalıştılar; kafa yordular; Kürtçe sözlükler hazırladılar; şiirler, romanlar yazdılar. Latin harfleri ile telif edilen Kürtçe edebî eserler diğer dillere çevriliyor ve çağdaş dünya edebiyatı içerisinde kendisine yer arıyor. Şu anda Avrupa’da incelenmeyi ve tecrübesinden yararlanılmayı hak eden, göz ardı edilemeyecek ciddi bir Kürt diasporası var. Avrupa ülkelerine iltica eden Kürtlerin çocukları büyüdüler. Fransızca ve Kürtçe konuşan ama gerçekte kendi kültürüne “Fransız” bir “jön Kürt” tipi ortaya çıkıyor. Otantik Kürt kültürünü tanımayan, buna karşın (Ergenekon destanına benzer bir hikâyesi olan) Kawa destanını bilen gençler yetişirken, bir yandan da Kürt ulusal tarihi yazılıyor.
Bir gazeteden okuduğumuza göre, Vadi Makarenko adlı bir dil ve tarih araştırmacısı, Rusça ile Kürtçe arasında üç bin ortak kelime olduğunu söylüyor ve bu önemli bir haber oluyor. Kürtçe ile Rusçanın uzaktan akraba oldukları, aynı dil ailesinin farklı kollarına mensup bulundukları, kelime benzerliklerinin doğal olduğu söyleniyor; fakat bunun yanında Kürtçenin çok daha yakın ve iç içe olduğu Farsçadan söz eden, Kürtler tarafından Kürtçe ve Farsça dillerinde verilmiş eşsiz edebî eserleri okuyan, anlatan, okutan birileri çıkmıyor. Çıkanlar da bu zengin tarihsel birikimi, kendi otantik bağlarından kopararak, bugüne ait bir okuma yapmak suretiyle müstakil bir “Kürt edebiyatı” başlığı altında sunuyorlar. Bu konular ile ilgilenen kamuoyunun zihninde de haliyle bu doğrultuda bir algı gelişiyor. Peki, “yerli”lerimiz bu konuların neresinde? Bu durumlar karşısında kim daha “yabancı” diye sormamak elde değil.
Türkiye’nin modernleşme sürecinde yaşadığı çok önemli ve özgün tecrübeleri var. İyisi ve kötüsüyle, başarı ve başarısızlıklarıyla bu tecrübelerden yararlanarak Kürt sorununun çözüm sürecinde sağlıklı bir gelecek perspektifine sahip olmak mümkün ve de lüzumlu. Aksi halde bu topraklarda son iki asır boyunca yaşanan bunca deneyimden sonra yirmi birinci yüzyılda üçüncü sınıf bir milliyetçilik ideolojisinin ihdasını seyretmekle yetinmek zorunda kalabiliriz.
Bugünkü konjonktürde çözüm noktasında ortaya çıkacak ve belki de uzun bir vadeye yayılacak sonuçlardan bağımsız olarak bu minval üzere düşünmek, yarınlar için faydalı kapılar aralayabilir. Siyasi hesaplar gütmeyen ama siyaseti sağlıklı bir şekilde besleyebilecek, sağduyulu, önyargılardan uzak, tüm tecrübelerden beslenmeye açık kuşatıcı bir dile ve bu dilden dökülecek, yerini bulacak, bizleri salih amellere ulaştıracak hakiki sözlere ihtiyacımız var. Sorunun el yakıcı olması, bıçak sırtı durumlar veya başka nedenlerle bugüne kadar sahneden uzak kalmış olmak belki kısmen mazur görülebilir; ancak trenin kaçmakta ve “yabancı” istasyonlara doğru yol almakta olduğunu her halükarda görmemiz gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Cafer Tanrıkulu