Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Film
Film
Veda
Yönetmen-Senaryo: Zülfü Livaneli
Oyuncular: Sinan Tuzcuoğlu, Dolunay Soysert
Yapım: Türkiye, 2010, 115 dk.
Bireyin geçmiş kavrayışı, tecrübeler ışığında doğal biçimde oluşurken; toplumun tarihsel bilgisi ise bugünden geriye doğru üretilir. Ulus-devletlerin kendi kimliklerini ve kaderlerini tayin ettikleri 19. yüzyıl başlarında “tarih” kuşkusuz faydalı bir işlev gördü. Uluslarında “ortak bir tarih bilinci” oluşturmak isteyen devletler, tarih araştırmalarını teşvik etti. Tarih alanındaki çalışmalarla, devletlerin siyasi çizgisini belirleyen milliyetçilikler arasında sıkı bir ittifak oluştu. Bu anlamda George Orwell’ın 1984’ündeki gibi, yeni yöneticilerin herhangi bir başarısızlığına işaret edebilecek her şey devletin tarih kayıtlarından çıkartıldı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte de geçmişin reddine dönük bir tarih kurgusu geliştirildi.
Kurucu liderin şahsında geçmişin karanlığından, modern Türkiye’nin “aydınlık yarınları”na geçilmişti artık. Ulusun tarihinde geçmişe ait her şey sürekli bir karanlıkla özdeşleştirilecekti. Otoriteyi kuranlar da ona karşı çıkanlar da ulus bilinci için üretilen tarih kurgusu ve lider kültünün desteğini yanına almaya uğraşageldi. O yüzden günümüzde hâlâ “Hangi Osmanlı?”, “Hangi Atatürk?” tartışmalarının muhatabı olmaya devam ediyoruz.
Bilhassa kurucu lider olan Atatürk’le ilgili ders kitaplarından, edebiyat ve sinemaya kadar uzanan üretimlerde, tarihin savaş meydanında mücadele eden siyasi çizgileri temaşa etmek mümkün. İlköğretim ders süreçlerinde adeta tanrısal bir rol biçilen, kendisinin kalkıp yerine bizim yatmamız istenilen Atatürk, her 10 Kasım’da dökülen gözyaşlarının buğusu arkasında bulanık bir görüntü olarak kalmaya devam ediyor. Fransızlar, devrimin mimarı Ropespierre’i çok severler, ancak gerektiğinde yerden yere de vururlar, bu onların Robespierre’e duydukları saygıyı azaltmaz, aksine güçlendirir. Ancak Atatürk, hata ve sevaplarıyla birlikte hâlâ Türkiye’de konuşulamıyor. Öncelikle dünyada bir ilk olan koruma kanunu buna yasal bir engel teşkil ediyor. Bu da aslında onu her siyasi çizginin kendini meşrulaştırmak için başvurduğu, mitsel bir figüre dönüştürüyor.
Onu mitsel halinden insani çizgiye çekme denemesi olan, Can Dündar’ın Mustafa’sının neden olduğu toz bulutu yeni dağılmışken, bu sefer Zülfü Livaneli’nin Veda’sı beyazperdeye yetişti. Aslında Mustafa’nın rövanşı olarak görebileceğimiz bir film var karşımızda. Zira Mustafa’nın resmî tezlerden çok da uzak düşülmeden “sadece insanileştirilen” Atatürk imajına, tanrısal itibarını iade ediyor. Karga kovalama gibi estetik kaygılar taşıyan sahnelerdense, hocanın falakaya yatırdığı çocuk Atatürk klişesi tercih edilmiş Veda’da. Silah ve çocukluk arkadaşı Salih Bozok’un hatıralarından esinlenen filmde Bozok’un Atatürk’e duyduğu ölümcül sevgi aslında ülkedeki patolojik durumun da özeti niteliğinde. Filmin kötü kişisinin Latife Hanım ilan edildiği Veda, ister istemez Latife Hanım’ın kamuya açılmayan mektuplarını akla getiriyor. Fikriye Hanım’ın ulusun geçmişini, Latife Hanım’ın ise geleceğini temsil ettiği gibi zeka parıltısı taşıyan birkaç gönderme dışında Veda’nın, öğretmenlerinin gözetiminde filmi izleyecek ilkokul öğrencilerine yönelik nitelikte bir yapım olduğu söylenebilir.

Tavsiye Et
Sessizlik / Tystnaden DVD
Yönetmen- Senaryo: Ingmar Bergman
Oyuncular: Ingrid Thulin, Gunnel Lindblom
Yapım: İsveç, 1963, 96 dk.
“Vicdan azabın seni bağırtmadan git”
Bergman’ın Oda üçlemesi filmlerinin ikinci ayağı olan Sessizlik, birlikte tatile çıkan, biri çok hasta iki kız kardeşin ve kardeşlerden birinin küçük oğlunun kasvetli ve nevrotik dünyalarına odaklanır. İletişimsizliğin aralarında ciddi bir mesafe oluşturduğu iki kız kardeş, Nietzche’nin Apollon-Dioniysos, Freud’un süperego-id, Jung’un self-gölge karşıtlıklarını hatırlatır. Biri kalpten yalıtılmış aklın, diğeri içgüdülerinin tutsağı olan kız kardeşler birbirlerinin aynadaki ters görüntüleri gibidir. Kaldıkları otelin koridorlarının sessizliğine kendini bırakan çocuk ise yolunu kaybetmiş insanlığın simgesi niteliğindedir. Diyalog azlığı ve sessizliğin adeta bir başrol oyuncusu olarak cisimleştiği atmosferiyle Sessizlik, tüm teşhirci taraflarına rağmen Bergman sinemasını anlamak için kilit önemde bir yapım.

Tavsiye Et
Aşk Dersi / An Education
Yönetmen: Lone Scherfig
Senaryo: Nick Hornby
Oyuncular: PeterSarsgaard, Olivia Williams
Yapım: İngiltere, 2009, 95 dk.
Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca filmiyle tanıdığımız Lone Scherfig’in yönettiği Aşk Dersi, genç, akıllı ve güzel bir lise öğrencisi olan Jenny’nin kendisinden yaşça büyük bir erkeğin hayatına girme hikayesini anlatır. Oxford Üniversitesi’ne gitmeye hazırlanan ve çello ustası olmaya aday başarılı öğrenci Jenny, kendisinin iki katı yaşında, dolandırıcı; ama son derece karizmatik olan David ile yağmurlu bir günde tanışır. Muhafazakâr ve kararlı ailesi nedeniyle dış dünyaya tamamen kapalı olarak yetişen Jenny için Oxford’a gitmek tek hedeftir. Ailenin Oxford’u tek gaye haline getirirken bir kayırmacılık ile yoksadıkları, hayatın içindeki kumpas ve aslında hedef dışı her şeydir. Ailenin gösterdiği anlaşılır tutum, Jenny’nin karşılaştığı ilk güçlü erkek tipinde patlak verir. David profesyonel bir dalaverecidir. Ama bu durumu hissettirmeyecek kadar başarılı oynadığı için Jenny, David’in sahte gücünü bir “Luna Park” kadar eğlenceli ve cazip bulur. Para, gece kulüpleri, farklı ülkeler ile ailesinin gidilecek tek yol gibi gösterdiği Oxford’un cazibesi hafifler. Çoğu yaşıtına göre ergen bunalımlarından kurtulmuş, aklı başında bir kız olan Jenny, kendi deyimiyle “hayat okulu”ndan mezun David’in kendisini kandırma ihtimalini düşünemeden evlenme teklifini kabul eder. Filmin en vurucu dersleri tam da burada başlar. Baba figürünün katılığı, David’in şanı şöhreti ile her geçen gün yumuşamıştır. Kızına tek hedef olarak gösterdiği Oxford bile David’in zengin koca adayı olması münasebetiyle rafa kaldırılmıştır. Okulu bırakıp evlenmeye hazırlanan Jenny, David’in kendisini kandırdığını öğrenince sudan çıkmış balığa döner. Çocukluğundan beri Oxford’a gitmeye programlanan Jenny, ailesinin bu beklentisinin aslında acziyet kökenli bir garantörlük görevi gördüğünü anlar. Babasının zengin bir kocaya kolayca değiştirdiği Oxford, David’in yalancılığı ile Jenny’de geri dönülmesi gereken gerçek bir hedef haline gelir. Ve kaçırdığı sınavları dışarıdan vererek Oxford’a girer. Ama hayal ettiğinden farklı, Oxford’tan sonra değil önce, hayatı deneyimlemiş olarak.
60’lı yılların İngiltere’sinde geçen Aşk Dersi orta sınıfın çıkmazları ile yükselme çabası arasına sıkışmış, zaman zaman hüzünlü bir film. Jenny’nin ailesinin, kızlarına sınıf atlatma hevesiyle amaç haline getirdikleri eğitimini yarıda bırakmasına razı oluşları ve kızın yaşadığı travma zaman zaman üzücü noktalara varıyor. Şüphesiz filmin orijinal adı An Education, Türkçe çevirisinden çok daha tamamlayıcı oluyor. Merkezinde aşk olan ama etrafa saçılmış birçok konu, prototip ve kurum hakkında da ders veriyor. Verilen dersin biçim ve oyunculuk anlamında son derece başarılı olduğu da rahatlıkla söylenebilir.

Tavsiye Et