Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2003) > Dosya > İslam dünyasının jeoekonomik önemi
Dosya
İslam dünyasının jeoekonomik önemi
Barış Şanlı
İSLAM dünyası tarih boyunca Afro-Avrasya’nın hem jeopolitik hem de jeoekonomik merkezinde yer aldı. Haritada bulunduğu konuma göz attığımızda, bu coğrafyanın gerek jeopolitik, gerekse jeoekonomik açıdan değer ifade eden bir konuma sahip olduğu görülür. Eski dönemlerde ticaret yollarının geçiş ve kesişme noktaları üzerinde bulunan bu stratejik bölge zamanla, başta petrol olmak üzere, sahip olduğu doğal kaynaklarıyla da dünyanın jeoekonomik merkezi haline geldi. Bugün de, hem ticaret geçiş yollarının pek çoğu Müslüman ülkelerin sınırlarından geçmekte, hem de enerji ve su kaynaklarıyla yeryüzünün stratejik doğal kaynağı olan petrol rezervlerinin büyük bir kısmı Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki İslam ülkelerinin topraklarında bulunmaktadır.
 
Coğrafyanın Jeopolitik ve Jeoekonomik Avantaja Dönüştüğü Yer
Afro-Avrasya ana kıtası içindeki hemen hemen bütün ulaşım ve ticaret yolları günümüzde Orta Doğu olarak isimlendirilen bölgeyle ilişkilidir. Doğu-Batı, Kuzey-Güney bloklarının tam merkezinde olan bu bölgenin zaman içerisinde ekonomi-politik bir eksen haline dönüşmemesi düşünülemezdi. İpek Yolu ve Baharat Yolu ile bağlantılı olarak Akdeniz, Anadolu, Karadeniz, Kızıldeniz ve Basra sahillerindeki limanlar tarihî seyir içerisinde bu bölgede aktarım hatları oldular. Günümüzde de bir taraftan Hazar Havzası’nın ve Orta Doğu’nun jeoekonomik kaynakları aynı güzergâhlar üzerinden aktarılırken, diğer taraftan dünya ticaretinin işleyişinde kilit noktaları olan ticari su yolları da İslam dünyasında bulunmaktadır.
Uluslararası alanda dengeleri etkileme kapasitesine sahip jeopolitik unsurlardan biri olan su geçiş yolları, küresel ticaretin ve bu bağlamda hammadde akışının sağlanmasında en temel noktaları oluşturur. İslam coğrafyası, Afro-Avrasya’nın en önemli boğazlarına ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar arasında, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazları; Akdeniz’i Hint Okyanusu’na bağlayan Süveyş Kanalı ve Babu’l-Mendeb Boğazı; Basra Körfezi’ni Hint Okyanusu’na bağlayan Hürmüz Boğazı; Hint ve Pasifik Okyanusları arasında geçişi sağlayan Malakka, Sunda, Lombok ve Mataram Boğazları sayılabilir. Söz konusu geçiş alanları, başta petrol ve doğal gaz olmak üzere, hammadde ve mineraller gibi stratejik öneme sahip kaynakların uluslararası pazarlara aktarılmasında merkezî konumda bulunmaktadır.
İslam dünyasının, bulunduğu coğrafya dolayısıyla sahip olduğu bu önem, stratejik değer taşıyan doğal kaynaklarla daha da artmaktadır. Bu açıdan, Orta Doğu öncelikle ele alınması gereken bir bölgedir.
 
En Önemli Jeoekonomik Kaynak: Petrol
İslam dünyasının en önemli jeoekonomik merkezi Orta Doğu’dur. Uluslararası ekonomi-politik kaynak dağılımı açısından bakıldığında, bu bölge genel olarak petrol ile özdeşleşen bir coğrafya olarak tanınmaktadır. Sanayi devriminden sonra enerji kaynaklarına olan ihtiyacın artması ve arkasından petrolün bu ihtiyacı karşılayabilecek en önemli kaynak olarak ortaya çıkması, bu stratejik kaynağın jeoekonomik havzası olan Orta Doğu’yu özellikle sanayileşmiş Batı ülkeleri için bir cazibe merkezine dönüştürmüştür. Bu dönüşümle bölge, küresel bir rekabet alanı haline gelmiştir.
Orta Doğu’nun uluslararası alanda jeoekonomik açıdan ne ifade ettiği tabloda gayet net olarak görülmektedir. Halihazırda sadece Körfez ülkeleri dikkate alındığında, dünya toplam petrol rezervlerinin %65’i bu bölgededir.
Günümüzde dünya ekonomileri, petrol ve doğal gaza bağımlı haldedir ve alternatif enerji kaynakları keşfedilinceye, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlayıncaya veya mevcut enerji kaynakları tükeninceye kadar bu durum devam edecektir. Bu nedenle petrol, modern dönemde uluslararası politikada iki önemli çatışma gerekçesi olan jeopolitik ve ekonomi-politiğin kesişim alanında son derece belirleyici bir rol oynamaktadır.
Daha önceleri çorak, işe yaramaz ve verimsiz olarak görülen bölgeler, petrolün bulunmasının ardından, jeopolitiğin ve dolayısıyla uluslararası rekabetin merkezine yerleştiler. Böylece, eskinin uçsuz-bucaksız ve gizemli çölleri, birden dünya devletlerini ilgilendiren ve iştah kabartan bir jeostratejik değer kazandı. Petrolün bölgesel ve küresel düzeni etkileme gücünü göstermesi bakımından, yeni dünya düzeni ile Körfez Savaşı arasındaki bağlantı önemli olduğu gibi, ABD’nin Irak’a müdahalesi de bölgedeki petrolün varlığından bağımsız değerlendirilemez.
Diğer taraftan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Hazar Havzası’nı da içine alan zengin petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip bölge uluslararası alanda enerjinin yeni jeopolitiği kavramıyla tanımlanmaya başlandı. Orta Asya’nın yer altı zenginliklerinin uluslararası ekonomi-politik sistemin üretim çemberinin içine çekilmesi, bu kaynakların aktarımı, dağılımı ve ticareti sorununu da beraberinde getirdi. Bölgede, klasik dönemdeki İpek Yolu tecrübesinden kalma dinamik bir jeoekonomik aktarım hattı zaten bulunmaktaydı. Keşfedilen doğal kaynaklarla bölge ekonomilerinin, tarihî İpek Yolu döneminde olduğu gibi yeniden canlanacağı beklentisi oluştu.
İslam dünyasında petrolün varlığı, Orta Doğu, Hazar Havzası ve Orta Asya’yla sınırlı değil. Bunlara, Güneydoğu Asya’daki Endonezya ve Malezya ile Kuzey ve Orta Afrika’daki (Nijerya başta olmak üzere Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeler) petrol rezervleri de dahil edildiğinde, ortaya oldukça büyük bir yekûn çıkıyor. Ancak, İslam ülkelerinin elinde bir fırsat olan bu stratejik kaynak iyi yönetilemediği takdirde, uluslararası güçlerin rekabet ve çatışma alanında yer alması nedeniyle, bir risk ve tehdit unsuru haline de dönüşebilmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde, Ortadoğu ve Kafkaslar arasında bütünlük sağlayabilecek olan bir diğer değer de sudur.
 
Uluslararası Bir Sorun Haline Dönüşen Kaynak: Su
İslam dünyasına ve özellikle Orta Doğu’ya ilişkin olarak ele alabileceğimiz en önemli jeoekonomik unsurlardan birini de su kaynakları meselesi oluşturmaktadır. Pek çok bakımdan dünyanın gözünü üzerinde toplayan zenginlikleri bünyesinde barındıran Orta Doğu, su kaynaklarının kıt olduğu bir bölgedir. Bu da çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Hızlı nüfus artışı ve buna bağlı olarak artan su ihtiyacı, tarımsal ve endüstriyel amaçlı su kullanımının yaygınlaşmasıyla daha da büyük boyutlara ulaşmaktadır. Bölgedeki su kaynaklarının mevcut talebi karşılamaktan uzak olması yüzünden Orta Doğu, potansiyel bir çatışma alanı olarak durmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, bölgenin jeoekonomik kaynaklarıyla ulus-devlet sınırlarının oluşturduğu cari siyasî yapılanma arasındaki uyumsuzluktur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında masa başında çizilen ve sömürgeci dönemin izlerini taşıyan yapay sınırlar, petrol ve su kaynaklarının tek bir siyasi yapıda toplanmasını engelleme esası üzerine bina edildi. Bu paylaşım jeoekonomik bir parçalanmayı da beraberinde getirdi. Örneğin; bir sınır hattıyla ikiye bölünen bir kuyu, iki ayrı siyasî otoritenin egemenliğinde işletilmeye başlandı ve aynı ülkeden doğan ve denize dökülen nehirlere hemen hemen hiç rastlanamaz hale gelindi. Fırat, Dicle, Asi, Yermuk ve Nil nehirleri bu açıdan devamlı gündemde kalan ve sorun teşkil eden su kaynakları olarak karşımıza çıkıyor.
Hazar Havzası ve Orta Doğu’daki petrol ile Doğu Anadolu’daki su, jeoekonomik açıdan karşılıklı etkileşimi gerektiren bir bütünlük arz ediyor. Bu bölgeler her ne kadar birbirinden kopuk ve bağımsız üç ayrı alan gibi görülse de, temelde, tarihî, kültürel ve stratejik açıdan birbirine bağımlı bir bütünün parçalarıdır. Söz konusu bölgeler arasındaki aktarma alanları da, bu bağımlılığı artıran bir başka önemli etken olarak ortaya çıkıyor. Bu bütünlük içinde bakılınca, bölgenin, İslam dünyasının kalbi olma özelliği taşımasının yanında, dünyanın jeopolitik merkezi haline dönüştüğü de söylenebilir. Büyük güçlerin stratejik planlamalarında açıkça görülen bu durumun en belirgin yansıması, ABD’-nin son dönemde jeopolitik önceliğini Avrupa’dan Orta Doğu’ya kaydırmasıdır. Böylece, İslam dünyasının Kafkaslar, Orta Asya, Güneydoğu Asya gibi bölgelerinde özellikle Soğuk Savaş sonrasında daha hissedilir olan Amerikan ticarî varlığı, Hicaz, Filistin ve Bağdat gibi sembol yerleri içinde barındıran İslam dünyasının merkezi Orta Doğu’da askerî ve idarî bakımdan da açık ve somut olarak kendini göstermiştir.  

Paylaş Tavsiye Et