Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2004) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
2004 yılında Putin ve Bush / Fyodor Burlatskiy, İzvestiya, 8 Ocak 2004
Çeviri: Enise Smirnova
ABD Başkanı George Bush ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin aynı imtihanın eşiğinde bulunuyor; bu yıl ikisi de ikinci kez başkanlık seçimlerine katılacak. İkisi de birilerinin onlara yol açması ile ilk kez devlet başkanlığına geldiler. Bush babasının, Putin ise selefinin yoğun desteğini gördü. Bu durum, onların ilk adımlarını etkileyen önemli bir faktör oldu.
Her ikisinin de lider olarak yetişmelerde en önemli etken savaşlar oldu. Putin için Çeçenistan, Bush için ise Irak ve Afganistan kendilerinde mevcut olan sertliği daha da pekiştirdi. Aslında Putin, uzlaşmaya ve parlamenter oyunlara daha yatkın olduğunu sergilerken, Bush daha çok ısrar ve kaba kuvvetle amaçlarına ulaşmaya çalıştı.
Diğer yandan Bush, ideolojiye ve dinî dogmalara Putin’den daha fazla eğimli; oysa ki Putin küçüklüğünden beri birçok ideolojinin etkisinde kaldı. İki liderin ortak tarafı da; vatanperverlik ve ülkelerine hizmet etme düşüncesi.
Yaklaşan seçimlerde, Putin daha avantajlı görünüyor; oy oranı %75’in altına düşmez. Teröre karşı mücadeledeki yoldaşının da oy oranı fena değil; Saddam’ın ustaca yakalanmasından sonra Bush, oyların %50’sine sahip. Amerikan standartlarına göre bu, seçim kampanyasına başlarken oldukça iyi bir rakam. Saddam’ın işini bitiren Bush, vakit kaybetmeden Bin Ladin avını başlattı. Onu da başardığı takdirde ikinci kez seçilmesi kaçınılmaz olacak...
İç siyasette Putin, ihtiyatlı fakat emin adımlarla mevcut sistemin istikrarını sağlamayı başardı. Bunun yanı sıra, başkanlık süresi zarfında Putin, dilediği stratejileri hayata geçirmesini sağlayacak bir yönetim sistemini de kurabildi…
Diğer yandan Bush’u yeni yılda ciddi imtihanlar bekliyor. Irak savaşına harcanan 100 milyar dolar ve doların düşüşü, etkin bir müdahale gerektiriyor. Fakat şu anda ABD’de bu müdahalenin ne yönde olacağı bilinmiyor. Askerler İran’da ve hatta Kuzey Kore’de yeni önleyici savaşları çözüm olarak görürken, ekonomi uzmanları Avrupa, Rusya ve Çin ile ticari ilişkilerin azaltılmasını öneriyor. Bu yollardan birini tercih etmek kolay olmayacağı gibi, bu tercihin seçimlere kadar yapılabileceği de şüpheli.
Önemli sorulardan biri, tekrar seçilmenin eşiğinde bulunan Putin ile çetin bir seçim mücadelesine hazırlanan Bush’un ilişkilerinin ne yönde gelişeceği. Muhalif Demokrat Parti, Rusya’da Putin’in ‘artan otoritarizmi’ni bahane ederek Rusya ile ilişkilerin kısıtlanmasını istiyor. ABD’deki Putin karşıtları ‘gerçek demokrat’ Yeltsin’i sık sık anmaktalar. Bu durumda gerek Yelsin’in Rusya’da ‘Çar Boris’ adıyla bilinmesi, gerekse Batı’da Yelsin’in tarihte eşine rastlanmayan bir milli servetin hortumlanmasına ve suç oranlarının artmasına yol açan bir yönetim sergilediği yönündeki iddialar unutulmuşa benziyor. Geçen parlamento seçimleri, halkın Yelsin yönetimini aramadığını ve Putin’in siyasetinden ümitvar olduğunu gösteriyor. Otoritarizme gelince, Rusya’da bu köklü geleneğin değişmesi daha uzun zaman alır...
Şimdi de iki devlet başkanının yer değiştirdiklerini farz edelim. Bush Kremlin’de, Putin ise Beyaz Saray’da olsaydı, ne yaparlardı?
Muhtemelen Putin, Amerikan parlamentosunda muhalif Demokratların temsilci sayısını azaltır, eyalet valileri üzerindeki kontrol ve baskıyı artırır ve askerlerini Irak’tan çekerdi. Bush’un ne yapacağını hayal etmek daha zor; fakat onun da Roosvelt’i örnek alarak vergi kaçakçılığı yapan oligarşiye son vereceği; Abhazya, Kuzey Osetya ve hatta Kırım’ı tekrar Rusya sınırlarına dahil edeceği ve sonra da eski SSCB devletleri ile NATO versiyonu bir ittifak oluşturacağı veya buraya Monroe doktrinini taşıyacağı düşünülebilir.

Tavsiye Et
Bugünün Rusya’sı ve Lenin / Georgiy İlyiçev, İzvestiya, 21 Ocak 2004
Çeviri: Enise Smirnova
Komünizm rejiminin son gününe kadar Komünist Rusya’nın kurucusu ve en büyük lideri olarak Vladimir Ulyanov (Lenin)’un hayatı, bıraktığı eserleri ve ideolojileri doğruluğu tartışılmaz birer ilke niteliğindeydi. İlkokuldan itibaren takılması mecbur olan Lenin resimli kızıl yıldızla birlikte okul çağındaki çocuklara Lenin’in çocukluğunu, gençliğini, çalışmalarını ve gerçekleştirdiği devrimi anlatan kitaplar dayatılıyordu. Böylece okul çağından başlayarak toplumda sarsılmaz bir Lenin inancı ve sevgisi oluşturuluyordu. Komünizm rejiminin sona ermesi ile bu uygulamalar kalktı ve insanlar olaylara ve tarihe biraz olsun objektif bakabilme imkanına sahip oldular. SSCB’nin yıkılmasından bu yana her yıl yapılan araştırmaya göre, Lenin’in tarihteki rolünün kesin (olumlu veya olumsuz) değerlendirmesini yapabilen Rusyalıların sayısı 1990’lardan beri giderek azalıyor. Aynı zamanda yapılan araştırmalar, özellikle sosyalizmin son yıllarında ve Perestroyka’nın başında yaygın olan; “Lenin iyiydi, fakat ardından gelenler onun ideolojisini saptırmışlar” şeklindeki görüşün Rus halkı arasında giderek etkisini kaybettiğini gösteriyor. “Lenin’in Rusya tarihinde olumlu rolü nedir?” sorusuna cevap verenler, şu anda da güncelliğini koruyan problemlerin çözülmesine işaret ediyorlar. Ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri, işsizliğe karşı alınan önlemler ve kimsesiz çocukları kollayan müesseselerin kurulması gibi cevaplar anketlerin dörtte birinde yer alıyor. Bu durumda olumlu olaylara dikkat çekenlerin, bu gelişmelerin aslında Lenin’in ölümünden sonra gerçekleştiği ve dolayısıyla bizzat kendisinin başarısı sayılamayacağı gerçeğini göz ardı ettikleri ortaya çıktı.

Tavsiye Et
Fikirler savaşı / Thomas Friedman, The New York Times, 11 Ocak 2004
Çeviri: Ebru Afat
Geçtiğimiz günlerdeki İstanbul ziyaretim sırasında, yakınında Topkapı Sarayı bulunan Boğaz’da uzun bir yürüyüş yaptım. Medeniyetler çatışması ve bundan nasıl kaçınacağımız üzerine düşünmek için, Avrupa ile Asya’nın bu müstesna kesişme noktasından daha uygun bir yer yoktur. Hata yapmayalım; tarihin olağanüstü bir dönemecinde yaşıyoruz ve bunun nasıl şekilleneceği de belirsiz.
Açık olan şu ki, Usame bin Ladin amacına ulaştı: 11 Eylül, Yahudi-Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasında gerçek gerilimler doğurdu. Her iki taraftaki vaizler şimdi açıkça birbirlerinin inançlarını suçluyor. Bu gerilimlerin gerçek bir medeniyetler çatışmasına yol açıp açmayacağı ise çoğunlukla üç anahtar yerde -Türkiye, Irak ve İsrail/Filistin’de- Batı ile İslam arasında köprüler mi kuracağımız, yoksa hendekler mi kazacağımıza bağlı olacaktır.
Türkiye’den, yani Avrupa’daki yegane Müslüman, serbest piyasa demokrasisinden başlayalım. Eğer Müslüman dünyadaki fikirler savaşını kazanmaları için ılımlılara yardım etmek istiyorsak, Türkiye’nin demokrasi, modernizm, itidal ve İslam’ın bir arada yaşadığı bir model olarak güçlenmesine destek vermeliyiz. Bunu sağlamanın en iyi yolu Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasıdır; ki AB, konuyla ilgili esas kararını bu yıl verecek.
Türkiye kendisini AB üyeliğine hazırlamak için inanılmaz sayıda reform gerçekleştirdi. Eğer bütün bunlardan sonra, AB Türkiye’ye kapıyı kapatırsa, İslam dünyasındaki aşırılar, ılımlılara şöyle diyeceklerdir: “Görün işte, AB’nin bir Hıristiyan kulübü olduğunu ve bizi asla oraya almayacaklarını size söylemiştik. Öyleyse ne diye onların kurallarına uymak için sıkıntı çekelim?”
Türkiye’nin AB üyeliğinin çok önemli olduğuna; öyle ki ABD’nin, Türkiye’nin kabul edilmesini kolaylaştırmak için AB’ye mali yardımda bulunmayı düşünmesinin gerektiğine inanıyorum. Eğer bu plan başarısızlığa uğrarsa, çok karmaşaya sebep olacak bile olsa, Türkiye’ye NAFTA üyeliği teklif etmeliyiz.
Evet, herkesin gözü AB’nin üzerinde; köprü mü kuracak, yoksa Türkiye’nin etrafına hendek kazarak dev bir ‘tarihi dönemeç’ hatası mı yapacak?

Tavsiye Et
Orta Doğu’da ümide karşı endişe / Jim Hoagland, The Washington Post, 15 Ocak 2004
Çeviri: Ebru Afat
Bush yönetiminin Orta Doğu’yu ABD-Avrupa ilişkilerinin yeni stratejik merkezi yapmak yönündeki ilk adımları, müttefik ortakların çekingen soruları ve ılımlı kuşkuculuğu ile karşılaşıyor. Bu tepkiyi bir tür ilerleme sayın; zira yüzünüze ıslak balıkla vuran birisi yok.
Irak’ın işgaline öfkeyle karşı çıkan ülkeler, 2003’teki belirgin tatsızlığın ve bölünmenin yinelenmesini önlemek istiyorlar. Uluslararası açılımda bulunmak için kendince sebepleri olan Washington’un son dönemde müttefikler arasında başlattığı istişareleri memnuniyetle karşılayan NATO üyesi ülkelere Fransa ve Almanya da katıldı.
Vaktiyle Soğuk Savaş’ın mücadelede alanı olan Berlin şimdilerde Moskova’nın adının nadiren anıldığı dış politika konferanslarına ev sahipliği yapıyor. Bu konferanslarda artık Ankara, Tahran, Kudüs ve Bağdat’taki olaylar küresel istikrar üzerindeki etkileri açısından analiz ediliyor, kutlanıyor veya kınanıyor. Kavramsal olarak Orta Doğu bugün ABD-Avrupa ilişkilerini, bir zamanlar Sovyet tehdidinin yaptığı kadar doğrudan belirliyor.
Fakat terörizmle savaş ve Orta Doğu kaynaklı diğer tehditler üzerinde Atlantik ötesi stratejik bir konsensüse henüz ulaşılmış değil. Irak konusundaki görüş ayrılığı, anlaşmazlığın sadece en acil ve en göze çarpan noktasıdır. Söz konusu olan, birçok Avrupa hükümetinin daha kötüye gidebileceğinden korktuğu; Bush yönetiminin ise daha iyi olmak zorunda olduğunu hissettiği bir bölgedir.
Bush ve yardımcıları, Beyaz Saray’ın üst düzey uluslararası toplantılarda tartışacağı ve tanıtacağı siyasi, askeri ve ekonomik bir paket olan “Büyük Orta Doğu İnisiyatifi” ile hem kayıtsızlığa, hem de kinizme karşı koyabileceklerini umuyorlar. Eğer yolunda giderse inisiyatifi, bu yılki seçim kampanyasında kullanacaklar.
Beyaz Saray NATO’nun, Haziran’da, İstanbul’da yapılacak olan zirvesinde İsrail’e ve Fas’tan Afganistan’a kadar uzanan İslam ülkelerine askeri eğitim ve benzeri alanlarda işbirliğini geliştirmeyi önereceğini ümit ediyor. Amerikalı diplomatların Avrupalı meslektaşlarına taslağını çizdikleri şekliyle bu çaba, NATO’nun Soğuk Savaş’ın sonunda Sovyet İmparatorluğu’ndan doğan Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerine doğru genişlediği Barış İçin Ortaklık planını model alacak.
Avrupalılar, Bush’un hâlâ gelişme sürecinde olan, oldukça ihtiraslı planı üzerinde mutabakata varmakta acele etmeyecekler; bu çabaya kaynaklarını ve prestijlerini yatırmadan önce Bush’un yeniden seçileceğinden emin olmak isteyeceklerdir.
Ancak daha derin şüpheler de söz konusu. Fransa, Kuzey Afrika’daki nüfuzunu yitirmekten kaygılanıyor. AB’nin Akdeniz politikasının (ve fonlarının) daha büyük bir ABD girişimi tarafından bertaraf edileceği veya yutulacağından endişe duyan Almanya ve diğer ülkeler de Fransa’ya katılıyor...
Eğer Avrupa’nın büyük ülkeleri reddederek veya -kuşkulandığım üzere- Orta Doğu’nun modernleştirilmesinde hayati öneme sahip olan Türkiye ile İran’a diplomatik ve ekonomik yardım üzerinde odaklanacak kendi alternatiflerini öne sürerek inisiyatife muhalefeti artıracak olurlarsa ne olacağı belirsiz.
Hayal kırıklığına uğramış Avrupalılar, emin oldukları bir hususta bahse giriyorlar; başarısızlığı, Arap dünyası için muhtemel durum olarak görüyorlar: Demokratikleştirme çabaları kaos getirecek. Bush’a daha yürekli ve daha yaratıcı olması için fırsat verelim. Ve onu Orta Doğu’daki değerli hedeflerine ulaştıracak bir strateji uygulayabilmesini umalım.

Tavsiye Et
İslâm’ı ve Cumhuriyeti savunma değil, iktidar mücadelesi / Fehmi Huveydi, Eş-Şark El-Awsat, 21 Ocak 2004
Çeviri: Hatice Boynukalın
İran’da Millet Meclisi seçimleri için adaylığını koyan yenilikçileri engelleme çabalarının aynısının eğer işler muhafazakârların diledikleri biçimde yürürse, önümüzdeki yıl yapılacak olan başkanlık seçimlerinde tekrar sahneye konulmasının, yenilikçi kanadın ileri gelenlerinden hiçbirinin bu seçimlere katılamayacağı sonucunu doğuracağı siyasi kulislerde konuşuluyor.
Bu “senaryo” İslâm’ı ve Cumhuriyet’i savunma adına gerçekleştiriliyor. Oysa işin gerçeği farklı. Bu çevrelerin asıl niyeti yönetimde tek başlarına söz sahibi olarak yenilikçi kanadı siyaset sahnesinden bütünüyle uzaklaştırmak.
Gerçekten de yenilikçi akıma mensup olan bazı kesimlerin İslâm’ın toplumdaki rolüne ve devletin kuruluş esaslarına karşı çekinceli bir tutum sergiledikleri doğru. Ancak bir diğer gerçek de bu kesimin, yenilikçiler içerisinde geniş bir tabanı bulunmayan azınlığı oluşturduğudur. Bu yüzden de muhafazakâr kanadın, bu çevrelerin verdikleri demeçleri yenilikçileri saf dışı bırakmak amacıyla kullanması, kendi emellerine ulaşmak için öne sürdüğü bir bahaneden öte anlam taşımıyor.
Ben, bu kavganın İslam ve Cumhuriyet’i koruma adına değil; İslâm ve Cumhuriyet’i tehdit eden “tehlike”nin ardına sığınılarak iktidarı ele geçirme amacıyla yapıldığını düşünüyorum. Bu kavga, farklı şartlar altında ve farklı bir ülkede yapılmış olsaydı onu aşmak mümkün olabilir ve mücadelenin tehlikesi bu kadar büyük olmayabilirdi. Ancak asıl sorun, bu şartların ABD ve İsrail’in birinci hedefi durumunda bulunan ve silahlı güçler tarafından düzeni değiştirilen iki komşuya (Afganistan-Irak) sahip olan İran’da gerçekleşmesidir.

Tavsiye Et
Balta başa düşmeden önce! / Adli Sadık, El-Quds el-Arabi, 16 Ocak 2004
Çeviri: Hatice Boynukalın
Suriye’nin kitle imha silahlarına sahip olması yasak. İşgal edilmiş Golan cephesini, direnişçilerin hafif silahlarla savaşmaları için açması da yasak. İşgal edilmiş toprağını barış yoluyla tekrar ele geçirmesi de yasak. Toprakları üzerinde Filistinli direniş gruplarının irtibat büroları açmasına izin vermesi de yasak. İşgal edilmiş Irak topraklarındaki direnişçilere değişik yardımların geçişi konusunda esnek davranması da yasak. Suriye’nin, Irak’taki direnişe karşı savaşan ABD’yle işbirliği yaptığını inkar etmesi dahi yasak. Suriye’nin yapabileceği tek şey; koşulsuz bir barışı kabul etse dahi işgal ettiği Suriye topraklarından, aksi yöndeki tüm BM kararlarına karşın, çekilmeyeceğini ifade eden Ariel Şaron’a bu cüreti sağlayan saçma dayatma ve reel politiğe boyun eğmek.
Kapkara bir zulüm ve güce dayalı ezilme ve aşağılanmanın zirve noktası! Ancak bu ezilme, tarihin gerçeklerine karşı direnmektedir. Eğer köle olsaydık tarihi bir süreç içinde zulme karşı koyuşumuz gerçekleşecekti. Ancak eğer hür insanlar olduğumuzu iddia ediyorsak, hürriyet gecikmeye tahammülü olmayan bir haktır. Bu nedenle Suriye ve diğer ülkeler çok daha büyük meydan okuyuşlara karşı hazırlanmalıdır. Bu hazırlanışın toplumların gözünü boyayarak her şeyin mükemmel olduğunu iddia eden yönetime bağlı medyanın eliyle olmayacağı kesindir. Suriye örneğinde en tehlikeli durum, sessiz çoğunluğu temsil eden halkın büyük bir bölümünün, bölücü ve ayırımcı bir yönetim ve bunun baskıcı organları tarafından senelerdir devam eden zulüm ve baskıları ve bu zulmün kurbanlarını halen unutmamış olmasıdır. Bu konuyu gündeme getirmemiz zorunluluktan dolayı olup faydasız bir tartışma açmak için değildir. Zira bu ağır meydan okuyuşlar karşısında, Irak’ta işgalci kuvvetleri sevinçle karşılayan ve devletin yıkılışından mutlu olan topluluklar gibi örnekleri Suriye’de görmememiz için toplumlara gereken değer verilmeli, yeterli siyasal katılım ve çoğulculuk sağlanmalıdır. Yine insanlara siyasi katılım için Baas ilkelerine inanmalarını şart koşan Anayasa maddelerinin değiştirilmesi zorunludur.

Tavsiye Et
Fischer’den Türkiye’ye umut ve uyarı / Evangelos Antonaros, Die Welt, 22 Ocak 2004
Çeviri: Haşim Koç
Fischer, Ankara’da 18 saatini geçirdikten sonra Berlin’e gayet memnun olarak uçtu. Başbakan Erdoğan’la tıpkı bir önceki akşam Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile yaptığı, ev sahibinin hoşnutluğuyla sonuçlanan görüşmedeki gibi “çok açık, yoğun ve olumlu” bir görüşmede bulundu. Türkiye, reform yolunda “etkileyici mesafe” kat etmiş durumda.
Fischer aynı zamanda Türkiye’nin müzakerelere başlangıç sürecinin tek yönlü olmadığını ve kağıt üstündeki reformların gerçek hayata yansıması gerektiğini belirtti. Kıbrıs sorunundaki atılacak adımları da beklediklerini ifade eden Fischer, Aralık’taki zirvede AB’nin kararının ancak bu atılacak adımlar sayesinde pozitif olabileceğini ifade etti.
Fischer her şeyden önce reform çabalarında Erdoğan’a arka çıkmak arzusunu ifade etti. Ama Türk standartlarında hızlı bir tempo yakalayan reformların Anadolu’da yanlıları kadar karşıtları da mevcut. Bürokrasi ve askerin eleştirilerinin tonu gittikçe sertleşiyor. Dört yıldızlı general Tolon, dışarısı yüzünden “milli menfaatlerden” vazgeçenleri “kendi sıralarındaki hainler” olarak tanımlamıştı.
Bu tarz sivriliklerden Erdoğan etkileneceğe benzemiyor. Türkiye’ye Kıbrıs sorunuyla alakalı daha esnek bir yaklaşımın benimsenmesini kabul ettirmiş durumda. Muhtemelen Cumartesi günü Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu toplantısında Annan’a, görüşmelerin barış planı esasında yeniden başlaması önerisini götürecek. Her ne kadar adadaki lider Denktaş tarafından, bu şimdiye kadar bilinçli bir şekilde suskunlukla geçiştirildiyse de, Ankara Denktaş’ı artık yalnızca müzakereci olarak görmekte.
Fischer Ankara’nın AB perspektifi ve Kıbrıs sorunu arasında çelişkilerin oluşmasını istemiyordu. Ama Berlin’de ve diğer Avrupa başkentlerinde konunun çetrefilliği gayet iyi bilinmekte. Adanın bölünmüş kalması durumunda, 1 Mayıs’ta yalnızca adanın güneyi tam üye olacak ve bu durum, sorunun daha da karmaşık hale gelmesine neden olacak. Bu nedenle Fischer, Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümü noktasında sessiz kalacak durumda olmadığını ifade ederek, Türkiye’yi uyarıyordu. Avrupa’nın siyasetine göre müzakereler Şubat ortasında en hızlı biçimde sonuçlandırılmalı ve 1 Mayıs’tan önce mutlaka bir halk oylaması yapılmalıdır.

Tavsiye Et
Bir ayrılışın görünümleri / Susanne Knaul, Die Tageszeitung, 23 Ocak 2004
Çeviri: Haşim Koç
2002 Haziranında Şaron, İşçi Partisi tarafından uzun zamandır propagandası yapılan bir ayrım hattını gerçekleştirme planını yürürlüğe koydu. Çitlerden, duvar ve mezar parçalarından, elektronik uyarı sistemlerinden müteşekkil ve 60-70 metre genişliğindeki yapılar, teröristlerin İsrail’in içine sızmasını engellemeyi amaçlıyor. Hayfa Üniversitesi’nden Arnon Sofer’in fikir babası olduğu proje, Yahudi çoğunluğunu göz önüne sermeyi ve Filistinlilerden fiziksel olarak ayrışmayı amaçlamaktaydı.
Planı prensipte kabul eden kabine, başbakan ve savunma bakanının rotayı tayin etmesini istedi. Eski Başbakan Ehud Barak, duvarın 1967 yılındaki silahsız bölgeler boyunca devam etmesini öngörmüşken; şimdiki halde çizgi bundan ciddi manada sapmış ve Filistin topraklarının 7 km kadar içine girmiş durumda. En kuzeydeki Batı Ürdün toprağı olan Salem’den başlayıp Tel Aviv’in doğusundaki Yahudi yerleşimi Elkan’a kadar ilk elde 145 km boyunca bu birimlerden inşa edilmiş durumda; 270 km’lik kısım da inşa halinde.
Yeni sınır Filistinlileri tamamen esir haline getiriyor ve çiftçilerin dahi kendi topraklarına gitmesine izin vermiyor. İnsan Hakları organizasyonu olan Betselem’e bu konuda şimdiye değin 200 bin insan başvurmuş durumda. Ayrım hattı tamamen inşa edildiğinde halkın %38’inin gündelik yaşamları zarar görmüş olacak. Ayrım kararının prensiplerinden ziyade, bu hattın işleyişi uluslararası hukukun eleştirisine maruz kaldı ve kimi yaptırımlar kapıda bekliyor. BM Konseyi, Lahey’deki uluslararası mahkemeyi yapımın hukuki sonuçlarını incelemek üzere görevlendirdi. İlk duruşma ise, 23 Şubat’ta gerçekleşecek.

Tavsiye Et
George Bush’a ağır darbe / Damian Raustel, l’Humunité, 26 Ocak 2004
Çeviri: Hatice Dere
Irak’taki kitle imha silahlarını tespit etmekle görevlendirilmiş heyetin başkanı olan David Kay büyük bir gürültüyle görevinden istifa etti. Kay istifa sonrası yaptığı açıklamada Irak’ta var olduğu öne sürülerek savaş açılmasına neden olan kitle imha silahlarının varlığına inanmadığını belirtti. Kay’in yaptığı bu açıklama, Irak’ta kitle imha silahı bulunduğuna dair iddiaların Washington ve Londra’nın Irak Savaşı’nı haklı gösterme çabalarından biri olduğu yönündeki yaygın görüşü onaylıyordu.
David Kay yaptığı açıklamada Irak’ta bu tür silahları bulmak için her türlü araştırmayı yaptıklarını; ancak bu araştırmalar sonucunda hiçbir kimyasal ya da biyolojik silah bulamadıklarını, önceden mevcut olan tüm silahların da muhtemelen Körfez Savaşı’ndan sonra imha edildiğini söyledi.
David Kay’in istifası Başkan Bush için oldukça ağır bir darbe oldu. Beyaz Saray Kay’in açıklamalarına hemen cevap vermezken CIA’nin eski başkan yardımcılarından Charles Duelfer, Kay ve ekibinin çok sıkı çalıştıklarını; eğer onlar bir şey bulamamışsa bunun, söz konusu silahların var olmadığının ispatı olduğunu söyledi. Colin Powell da, “Esas sorun, eğer Irak’ta kitle imha silahı yoksa bunun neden daha önce bilinemediğidir” dedi. Londra ise Kay’in açıklamalarına karşılık; “Önemli olan sabırlı olmak ve Irak’taki birliklerin görevlerini yapmalarını sağlamak. Tamamlanacak işler var; sonuçlarını bekliyoruz. Fakat ne olursa olsun pozisyonumuz değişmez” şeklinde sert bir açıklamada bulundu.

Tavsiye Et
Cadı avından endişe eden Müslümanlar / Başyazı, Libération, 22 Ocak 2004
Çeviri: Hatice Dere
Fransa’da yapılan ayrımcılıktan rahatsızlık duyan Müslümanlar Paris ve taşrada laiklik yasa tasarısını protesto eden bir dizi gösteri yaptı.
Katılımcılardan biri olan bilgisayar mühendisi Tevfik, “Hâlâ böyle bir yasanın Fransa gibi bir ülkede oylamaya sunulmuş olmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu yasa Müslümanları aralarında görmeye tahammül edemeyen bazı Fransızların hoşgörüsüzlüğünü açığa çıkarıp körükleyecek” şeklinde konuştu.
Paris’te Lille de Marseille’de bu yasayı protesto eden ve radikal çevrelerle hiçbir ilgisi olmayan bu insanların çoğu sosyal başarılarını ön plana çıkarıyorlar ve esas korkularının bazı kimselerin ırkçı duygularını açığa çıkarmak için türbandan faydalanabilecekleri olduğunu dile getiriyorlar.
Lise öğrencisi Taos bu polemikten önce de okulda başörtüsü taktığını ve herhangi bir saldırgan tavır görmediğini; ancak bu polemikten sonra onu türbanıyla gören öğretmenlerinin sert tepkisiyle karşılaştığını dile getiriyor ve ekliyor: “Lise en fazla 2-3 yıl sürer; benim esas korkum bunun diğer alanlara yayılması ve postane, belediye gibi kamusal alanlarda uygulama geçirilmesi.”

Tavsiye Et
İsrail Başbakanı töhmet altında / Hervé Nathan, Observateur, 24 Ocak 2004
Çeviri: Hatice Dere
İsrail Başbakanı Şaron kendine ait şirketleri kanun dışı yollardan finanse ettiği iddiasıyla soruşturmaya tâbi tutulacak. Bu olayla birlikte İsrail tarihinde ilk defa görevdeki bir başbakan soruşturma geçirecek. Şaron güçlü ve etkin bir girişimciyle olan bağları nedeniyle bu soruşturmaların hedefi olmuş durumda. Bu iddiaların başında, turistik işlerle uğraşan David Appel’le yapılan 3 milyon dolarlık bir kontrat yer alıyor. Adı geçen girişimcinin yüz bin doları Şaron’un oğluna; 2,7 milyon doları da Sharon’un şirketine aktardığı söz konusu iddialar arasında yer alıyor. Bu para Şaron’un seçim kampanyasına hizmet etmiş olacak. İddiaların diğer ucundaki David Appel ise henüz hayata geçmemiş olan turistik işleri için Şaron’un politik desteğini almayı planlıyor.
Bu olay Şaron hakkındaki ilk iddia değil. Şaron bundan bir yıl önce de Güney Afrika’dan gelen 1,5 milyon dolarlık para yardımıyla ilgili olarak yolsuzluk suçlamalarının hedefi haline gelmiş; ancak iddialar üzerine bu yardımı geri göndermiş ve herhangi bir açıklama da yapmamıştı.

Tavsiye Et