Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2005) > Dosya > Ölüler demokrasisi: Toplumsal hafıza ve gelenek
Dosya
Ölüler demokrasisi: Toplumsal hafıza ve gelenek
İsmail Yaylacı
MUHAFAZAKÂRLIĞIN diğer toplumsal düşüncelerden ve siyasal ideolojilerden farkının en açıkça okunabildiği alan; tarih, gelenek ve zaman tasavvurudur. Modern bilinç, bilginin doğasındaki birikimlilik iddiasına rağmen, geçmişten küllî bir kopuş hissi üzerine inşa edilmişti. Modernlik, tarihî bir kırılmanın ertesindeki ‘tabula rasa’ projesiydi. Geçmiş, yeni seküler din olarak selamlanan ilerleme düşüncesi etrafında, objektif olarak ‘eski’yi, kategorik olarak ‘geri’yi ve normatif olarak ‘kötü’yü temsil ediyordu. Tarihin temel dinamiğinin ‘iyi’ye ve ‘güzel’e kilitlenmiş bir ‘değişim’ ve ‘gelişim’ olduğuna inanılıyordu.
Ulus-devletlerin inşası da ilk elde ‘kökler’den ziyade ‘doğuş’a vurgu yaptı. Fransa ulus-inşası sürecini, Devrim öncesini ‘ancien régime’ (köhne düzen) ilan ederek başlattı. Aslında “on yılda on beş milyon genç yaratma” iddiasındaki her totaliter siyasî projenin kolektif bir ‘amnesia’ oluşturmaya ve ardından silinen geçmişin üzerine yeni bir hafıza inşa etmeye dönük sistemli bir faaliyeti vardır. Çünkü her sosyal düzen bir ortak hafıza varsayar. Dolayısıyla ‘hafıza’ siyasetin merkezindedir. Toplum hafızasını kontrol, iktidar hiyerarşilerini de derinden etkiler. “Kim, kimin, neyi, nasıl, niçin hatırlamasını istiyor?” sorusu, hafızanın iktidarca kurgulanan doğasını ifşâ eder. Bunun da sayısız örneklerinin en çarpıcılarından biri, Fransızların 1940-1944 yılları arasında Nazilerin kurdurduğu ve Yahudi soykırımında Nazilere ciddi destek veren Vichy rejimini ‘hatırlamıyor’ olmasıdır. İster bir etno-kültürel gruba, ister dinî bir mezhebe, ister ulusa, ister bir sınıfa olsun, aidiyetle ilgili bilinç kolektif hafızayı gerekli kılar. Hafıza Halbwachs’ın yerinde tespitiyle sosyaldir, sosyal grupta/cemaatte gömülüdür. Bireyler belli bir sosyal gruba mensubiyetleriyle hafızalarını kazanırlar. Amos Funkenstein bireysel hafıza ile toplumsal hafıza arasındaki ilişkiyi Ferdinand de Saussure’ün ‘dil’ ile ‘konuşma’arasında kurduğu ilişkiye atıfla anlatır. Toplumsal hafıza ‘dil’ gibi bir işaretler, semboller sistemidir; bireysel hafıza ise ‘konuşmak’ gibidir, hatırlama ânıdır. Hafıza, toplumla olan bu özsel bağı nedeniyle, bütünleşmiş, uyumlu ve organik bir toplum inşası gayesinde olan muhafazakâr düşünce içerisinde önemli bir yer tutar.
Piedmont-Sardinya krallarından birinin saray içinde başıboş gezinip voltalar atarak dokunaklı bir ses tonuyla “Ottantott, Ottantott” (İtalyanca ‘seksensekiz’) diye sayıkladığı rivayet olunur. Kral 1788’e, yani Fransız Devrimi’nin bir yıl öncesine bir dönebilse, başına gelen ve tahtını sarsan tüm fenalıkların kaybolacağına inanır. Peter Viereck, Aydınlanma’nın ve burjuva devrimlerinin getirdiklerine tümden karşı çıkanları “Ottantottist” olarak adlandırır. Hem Ottantottist karşı-devrimci muhafazakârların, hem de E. Burke gibi daha evrimci-değişimci muhafazakârların ortak noktası ‘apriorizm’ karşıtlığıdır. Muhafazakârlar insanın salt zihnî kapasitesinin, rasyonel araçlarının sosyal bir sistem vücuda getirmekten aciz olduğu inancındadırlar. ‘Tecrübî’ olan, tecrübeyle gelen, ‘tarihin testi’nden başarıyla geçtiği için topluma bir şekil ve yön vermede çok daha sağlıklı ve güvenilir bir kaynaktır. Apriorizm Aydınlanma aklının evrenselci bir yanılgısıdır. Alasdair MacIntyre, insana dair evrensel prensiplere varmanın “acı verici sonuçları olan bir yanılgı” olduğunu söyler. Muhafazakârlık, geleneğin derin köklerinden beslenip ‘organik’ ve ‘doğal’ olarak serpilmesini sağlamak yerine, saf akla dayalı rasyonalist taslaklarla toplumu ‘planlama’ya karşı çıkar.
Modernlik, zamanı parçaladı. Bir başlangıç (yaratılış) ve son (kıyamet) arasındaki ‘sonsuz şimdi’de yaşadığını düşünen insanın zihninde zamanı, geçmiş, şimdi ve gelecek’e böldü. Ferdinand de Saussure bazı dillerde geçmiş, bugün ve geleceği birbirinden ayırdedecek zaman kiplerinin dahi olmadığını nakleder. Modernlik zamanı parçalara ayırdı ve kendini o parçalardan birinin, geçmişin değillemesi olarak inşa etti ve geleceğin peşine düştü. Gelişme, ilerleme ve değişmenin tarihe yüklediği bu ‘telos’ yeniyi güzel kıldı. Modern öncesi dönemde ise ‘yeni’ çoğunlukla olumsuz bir anlamı işaret ediyordu. Romalılar “hominis novi” dediklerinde “köksüz, geçmişsiz adam” demek istiyorlardı. Dünün ve dünde olanın kötülenmesi/yerilmesiyle, bugünün ve bugündeki yarının yüceltilmesi, muhafazakâr düşüncenin modernlikle en temelde karşı karşıya geldiği noktadır. Muhafazakâr düşünce geleneği için geçmiş, Aydınlanma geleneğinin sunduğu gibi bir kambur değildir; aksine muhafazakârlık geleneğe, tarihten süzülen tecrübeye kıymet atfetmiş ve geçmişin birikimini şimdinin hamuruna katmak istemiştir. Bu konuda K. L. von Haller’in tesbitine katılabiliriz: “İlerici-rasyonalistler ‘şimdi’yi geleceğin başlangıcı olarak görürler, muhafazakârlarsa geçmişin sürekli ve görünmeyen gelişmesinin vardığı en son nokta olarak.” Nitekim E. Burke toplumu “yaşayanlar, ölüler ve doğacaklar arasında bir ortaklık” olarak tanımlar. Geçmiş, şimdi ve geleceği birbirine bağlayan bu ortaklık, gelenek kavramı üzerinden kurulur.
Gelenek, toplumsal hafızanın nesilden nesile intikalidir. Muhafazakârlık ise, tarihin yıpratıcılığını aşabilmiş değerlerin, kurumların ‘muhafazası’ projesidir. Bu yönüyle sosyal Darwinciliği olmasa bile onun “güçlünün yaşayakalması” prensibini benimsemiş olduğu düşünülebilir. Geçmiş, bir gelenek tasavvuru için kaçınılmaz olsa da, muhafazakâr düşünce içerisinde gelenek, sadece geçmişten bugüne uzanıyor olmasından değil, esasen bir erdemi ve hikmeti biriktiriyor/barındırıyor olmasından dolayı toplum için en önemli atıf kaynağıdır. A. Giddens geleneğin sonraki nesillerce tevarüs edilişinin muhafazakârlarca “usta-çırak ilişkisi mantığı” içerisinde değerlendirildiğini söyler. Gelenek, muhafazakârlar için, örtülü, kelimelere dökülemeyen, mahiyeti itibariyle kendini pratiklerde açığa çıkaran bir bilgidir. Gelenek, tarihin biriktirdiği erdemle aidiyet, özdeşleşme ve köklülük hissi husule getirerek toplumu birlik, uyum ve organik bir düzen içre tutar. Muhafazakâr düşüncenin gelenek algısını İngiliz romancı G. K. Chesterton çok iyi yansıtır: “Gelenek, en bilinmeyen sınıfa, yani atalarımıza oy vermektir. Gelenek, ölülerin demokrasisidir ve hasbelkader yaşıyor ve etrafta dolanıyor olanların ukala oligarşisine boyun eğmeyi reddetmektedir.”
Muhafazakârlık, insanın kaçınılmaz olarak geçmişin denizinde yüzdüğünün, geçmişte/geçmişle yaşadığının kabulüdür. Modernliğin tarihten ve toplumdan soyutlanmış bireyine karşı, içinde yaşadığı geleneği taşıyan ve tarihini sahiplenen bir öznenin kurgulanmasıdır. Yaşayanların, ölülerin ve doğacakların, geleneğin kuşatıcı kanatları altında buluştuğu organik bir toplum kavrayışıdır. “Tarihin, geçmişin siyaseti; siyasetin, şimdinin tarihi” olarak tasavvurudur. Hulasa, muhafazakârlık, “Ne tevarüs ediyorsam, oyum!” (A. MacIntyre) aforizmasının siyaset diline tercümesidir.

Paylaş Tavsiye Et