İNSANOĞLUNUN yaşamına hiçbir enerji kaynağı şimdiye dek petrol kadar dâhil olmadığı için 20. yüzyıl petrol çağı olarak da adlandırıldı. Petrole bağımlılık o kadar arttı ki, o artık sıradan bir ürün olmaktan çıkarak jeo-politik ve jeo-stratejik bir ürün haline geldi.
Petrol dünya toplam enerji tüketiminde %35’lik payla ilk sırada yer alıyor. Ulaşımda ve hammadde sektöründe kullanılan enerjinin hemen hemen tamamı, tarımda ise yarıdan fazlası petrolden karşılanıyor.
Bugün dünyada günde 84 milyon varil petrol tüketiliyor, yani saniyede 150 milyon litre. Tahminlere göre, önümüzdeki 25 yıl içinde dünya petrol talebi %50 artarak günde 120 milyon varil sınırına dayanacak.
Geçtiğimiz birkaç yıldır petrol cephesinde yaşanan gelişmeler, bu talebin karşılanıp karşılanamayacağı sorusunu bir kez daha dünya gündemine getirdi. İyimser olarak nitelenen uluslararası kuruluşlar, teknolojinin her zamanki gibi imdada yetişeceğini, alternatiflerin geliştirileceğini, bu nedenle de büyük yatırımların gerekliliğini savunuyor ve 2030 yılından önce petrol arzının, talebi karşılaması konusunda herhangi bir sıkıntı öngörmediklerini ifade ediyorlar.
2002 yılı başında 20 dolar olan petrol fiyatı yukarıya doğru tırmanmaya başladı ve geçen sene 70 doları test etti. Bu seyir geçici bir hareket olarak algılandı. Venezüella ve Nijerya’daki olaylar, Norveç’teki grev ve Irak’ın işgali ile ortaya çıkan arzdaki daralma diğer ülkelerdeki üretim artışları ile karşılanabilir, denildi. Bu yüzden petrol ihraç eden ülkelerin üretim kapasitelerini zorlaması istendi. OPEC kota sınırlarını gevşetti, hatta fiyat bandını ortadan kaldırdı. Rusya, tarihî üretim rekorlarına doğru gitti. Neticede atıl üretim kapasitesi bile artık nerdeyse kalmadı. Rafineriler tam kapasite çalıştığı halde talebi karşılamakta zorlanıldı. Bu da yetmiyormuş gibi Meksika Körfezi’ni vuran tayfunlar petrol piyasasını alt üst etti. Spekülatörlerin de bu fırsatları kaçırmaması petrol fiyatlarının sürekli olarak 50 doların üzerinde kalmasına yardım etti.
İhtiyacı karşılamakta bugün bile zorlanıldığı bir ortamda, önümüzdeki 25 yıl içinde %50 artması beklenen talep nasıl karşılanabilecek; daha da önemlisi, hangi fiyatlarda? Teknoloji ve yatırım gerçek bir ilaç mı, yoksa gerçekleri saptırmada kullanılan bir araç mı?
Para ve teknoloji, petrolü bulmada ve üretimi artırmada belki önemli rol oynayabilir; ama var olmayan petrolü bulamaz. Bu nedenledir ki, uluslararası petrol şirketleri artık eskiden olduğu gibi büyük petrol sahaları keşfi ümidini gittikçe yitiriyor ve derin denizlerde umut buluyor.
Gelecekteki üretim, bir taraftan yıllık %5 olan, tükenmeden kaynaklanan azalışı karşılamalı; diğer taraftan da ek miktarlar ilave etmeli. Son yirmi yıldır yapılan keşifler ise üretimi karşılamıyor. Şüphesiz dünya çapında halen keşfedilmeyi bekleyen petrol sahaları mevcut. Fakat yeni süper dev petrol sahalarının keşfedilme olasılığı nerdeyse kalmadı ve son altı yıldır böyle bir petrol sahası keşfedilmedi. Acaba bu kadar teknolojiye ve paraya sahip şirketler çok mu beceriksizdi?
Bugün dünya petrolünün %50’si, ortalama yaşı 25’ten fazla olan yaklaşık 130 dev petrol sahasından çıkarılıyor. 2005 yılında dünyanın en büyük petrol sahası olan Ghawar’ın artık ömrünün ikinci yarısına geçtiği iddiaları bir bomba etkisi yarattı. 2006 Ocak’ında dünyanın en büyük ikinci petrol sahası olan Cantarrell’in üretiminde zirve noktasına beklenenden erken gelineceğinin Meksika hükümeti tarafından açıklanması ikinci bomba oldu. Hemen peşinden de Şubat ayında dünyanın üçüncü büyük sahası olan Kuveyt’in Burgan sahasında üretimin tahmin edildiği gibi günde 2 milyar varile çıkamayacağı ve hatta Kuveyt’in petrol rezervlerinin resmî rakamın ancak yarısı kadar olduğu haberi ise üçüncü bomba oldu.
Resmî rakamlara göre 1 Ocak 2006 tarihi itibariyle dünya ispatlanmış petrol rezerv miktarı 1,3 trilyon varildi. Fakat bu rakamın doğruluğu iki temel nedenden ötürü şüphe uyandırıyor. Birincisi 1980’li yılların sonuna doğru herhangi bir büyük keşif kaydedilmemesine rağmen, birçok OPEC üyesinin getirilen kota sisteminden daha fazla pay almak amacıyla rezerv rakamlarını bir gecede 300 milyar varil şişirmeleridir. İkincisi ise özellikle bazı OPEC üyelerinin büyük miktarlarda üretim yapmalarına karşın, rezerv rakamlarını 10 yıldan beri hiç değiştirmemeleridir. Bu durumun mantık alır hiçbir tarafı yok.
Petrol yenilenemeyen bir kaynaktır ve bir gün bitecektir. Fakat asıl önemli olan, petrolün ne zaman biteceği değil, dünyadaki petrolün ne zaman yarısını tüketmiş olacağımızdır. Çünkü o noktadan sonra -ki buna petrolün üretim zirvesi denmektedir- arz, artan talebi karşılamayacak, ucuz ve kolay petrol devri kapanacaktır. Her geçen gün bu zirve noktasına biraz daha yaklaşıyoruz.
Konvansiyonel olmayan petrol olarak bilinen katran kumları, şeyl, ağır petrol, kömür, gaz ve biyomastan yapılan üretimin varil başına ortalama üretim maliyeti çok yüksek. Ayrıca konvansiyonel petrol gibi büyük miktarlarda üretilmeleri, teknoloji ne kadar gelişse de, açığı kapatmaya yeterli görülmüyor. Örneğin, ileriki 10 yılda devreye girecek ve girmesi olası bu tip projelerden elde edilmesi beklenen petrol miktarı günde 5 milyon varili geçmiyor. Hidrojen de imdada zamanında yetişemeyecektir. Petrol tasarrufu ve petrolü verimli kullanma konularına şimdiden ciddi bir ağırlık verilmemesi insanoğlunun bir ayıbıdır.
Petrolün üretim zirvesi bize ucuz, bol ve kolay petrol devrinin artık kapanmak üzere olduğunu bildiriyor. ChevronTexaco’nun reklâmlarında belirtilen “artık ucuz petrol devrinin sonuna geliyoruz... Tükettiğimiz her iki varil petrolün yerine ancak bir varil yeni petrol buluyoruz” ifadesi boşuna değil.
Petrolün üretim zirvesi ve arz güvenliği ilişkisini uluslararası kuruşlar halen ciddiye almıyor olsa da, bunu ciddiye alanların sayısı gittikçe artıyor. Örneğin, 2005 yılında sağcı İngiliz Ulusal Partisi ve solcu Yeni Zelanda İşçi Partisi petrol üretim zirvesi konusunu parti programına aldı. Amerikan Temsilciler Meclisi’nde 7 Aralık 2005’te bu konuda oturum yapıldı.
George Bush 31 Ocak 2006 tarihinde Amerikan Kongresi’nde yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında “ABD petrole bağımlıdır; ama bu bağımlılığı yenmemiz gerekir” demekle üstü kapalı olarak bu konuyu dile getiriyordu. Şubat 2006 başında da İsveç hükümeti, ülkenin 2020 yılında petrol bağımlılığından kurtulması amacıyla bir komite oluşturduğunu resmen ilan etti. Avustralya ve İngiliz hükümetleri 2006 yılı başında petrol arzını ve petrolün üretim zirvesini araştırmaya yönelik özel komisyonlar oluşturdu.
Yeni yıl, Rus Gazprom şirketinin Ukrayna’ya olan gaz sevkıyatını kesmesiyle başladı. Peşinden Rusya’nın Gürcistan’a gaz taşıyan boruları sabote edildi. Oysa G-8 Dönem Başkanı olan Rusya, enerji güvenliğini bir numaralı gündem maddesi yaptı. Bu arada Nijerya’da petrol tesislerine yapılan saldırılar, üretimi tehdit etmeye başladı. İran, nükleer faaliyetlerinden dolayı bir yaptırım kararı ile karşılaştığı takdirde petrol ve gaz ihracatını keseceğini açıkladı.
Kısacası, petrol üretim zirvesine uluslararası organizasyonların iddia ettiğinin aksine 2030 yılından çok daha önce gelinecektir. Bunun halen göz ardı edilmesi, dünya ekonomisi ve hatta insanoğlu için çok ciddi sonuçlara yol açabilir.
Petrolün stratejik bir ürün olarak başrol oynadığı yeni bir jeo-politik ve jeo-stratejik dönem başladı. Petrol ekonomisine bağımlılık ve artan petrol fiyatları yeni ekonomik, diplomatik, jeopolitik ve askerî dengelerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Acaba bu büyük tsunamiye ne kadar hazırlıklıyız?
Paylaş
Tavsiye Et