| Bu ifadelere katılmakla beraber şunları da eklemek isterim. Tarihsel verilerin ışığında günümüzde yaşanan değişimi değerlendirdiğimizde Türkiye’nin gerek stratejik gerekse ekonomik sebeplerle Batı dışı ülkeler ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu noktada söylenmesi gereken, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından oluşmaya başlayan yeni düzenin artık çok kulvarlı bir politikayı gerektirdiği. Bunun yanında, son küresel ekonomik kriz de gösterdi ki, dünyanın güç merkezi Doğu’ya doğru kayıyor. Bu unsurları göz önüne alarak sadece İslam Dünyası ile değil, diğer ülkeler ile de ilişkileri geliştirmek yönünde atılan adımların doğru bir tercih olduğunu vurgulamak gerekir. Yeni dönemde farklı bölgeler ve ülkeler ile ilişkiler geliştirilirken, eski alışkanlıkların aksine artık bu ilişkilerin özellikle Batı’daki politika yapımcıları tarafından Türkiye’nin Batılı kimliğinin bir erozyonu gibi görülmediğini belirtmekte fayda var. Bu noktada Türkiye’nin Batı’dan koptuğu, yüzünü Doğu’ya çevirdiği yönünde eleştiriler getirenlerin, daha çok bu yeni gelişmeden rahatsızlık duyup bunu engellemeye ve yavaşlatmaya çalışan kişiler olduğunu görmek gerekir. Dış politikada alternatifleri artan bir Türkiye, pazarlık gücü daha yüksek bir ülke olmaya başlıyor. Türkiye’nin doğusundaki ülkeler ile geliştirdiği bu ilişkiler Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini de olumlu şekilde etkiliyor. Nitekim her yıl yayınlanan AB İlerleme Raporları da Türkiye’nin bölgesindeki aktif ve yapıcı politikasını övüyorlar. Türkiye’nin üyelik süreci diğer aday ülkelerin aksine teknik değil de siyasi bir hale büründüğünden, bu görüşmeler sırasında siyasi gücü yüksek bir Türkiye daha rahat hareket edebiliyor. |