MECLİS’TE 19 Nisan’da başlayan kısmî anayasa değişikliğine ilişkin ilk tur görüşmeler, 28 Nisan itibarıyla sonuçlandı. Değişiklik paketinin her bir maddesinin görüşülmesi ve oylanması oturumlarına toplam 405 ila 410 milletvekili katıldı. Toplam sandalye sayısı 542 olduğuna göre, Meclis’in yaklaşık %25’lik kesiminin, memleketin bu önemli meselesinde görüş belirtme ve oy verme zahmetine katlanmadığı anlaşılıyor.
Pakette yer alan maddelere kabul oyu verenlerin sayısı da 331 (Anayasa Mahkemesi’nin yapısını yeniden düzenleyen 146. maddedeki değişiklik için kabul oyu verenlerin sayısı) ila 340 arasında değişiyor. Bu da, Meclis’te toplam 336 milletvekiline sahip AKP’nin, maddelerin içeriğine bağlı olarak -az sayıda da olsa- fireler verdiğini, verebileceğini gösteriyor. Pakette yer alan ve değişmesi teklif edilen maddelerin tamamına, Meclis’te sandalyesi bulunan diğer partilerin destek vermedikleri anlaşılıyor. Bu oylama sonuçlarının tek bir anlamı var: Değişiklik paketinde bulunan maddelerin içeriğinin oylamalara katılan (ve elbette katılmayan) milletvekilleri için pek de bir önemi/anlamı bulunmuyor. Önemli olan milletvekili oldukları partilerinin/liderlerinin almış olduğu siyasi karar. Yani bu sonuçlar, ilk tur görüşmeler başlamadan evvel ilan edilen karşıt iki siyasi kararın rakamsal bir ifadesinden başka bir anlam taşımıyor.
Birinci tur görüşmeler, başladığı gibi gergin sona erdi. Muhalefet partilerinin görüşme ve oylamalara katılım oranı, bir-iki oynama hariç, büyük ölçüde korundu. Kabul ve ret oyları da, planlı bir müdahale neticesinde üç aşağı beş yukarı aynı rakamlarda sabitlendi. (Muhalefet partilerine mensup konuşmacıların, Başbakan’ın ve kurmaylarının AKP milletvekillerini sürekli kontrol altında tuttuğu ve “mahalle baskısı” uyguladığı şeklindeki suçlamaları, kendi partilerinin sergilediği tavırlarla çelişki içerisindeydi. Zira oylamalara katılan muhalefet partilerine mensup milletvekili sayısı, gerek görüşmeye gerekse oylamaya katılanlar itibarıyla kabaca 70’le sabitlenmiş gibiydi.) Tüm Meclis görüşmelerinde olduğu gibi Kamer Genç, bu oturumların da en renkli kişisi olarak adından sıkça söz ettirdi. Kimi zaman sözlü sataşmalara, milletvekillerinin birbirlerinin üzerine yürümelerine sahne olan görüşmelerden akılda kalan en ilgi çekici sahne, herhalde, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın konuşması esnasında CHP’li milletvekillerinin, konuşmacıya sırtlarını dönerek oturmalarıydı. CHP’li vekillerin bazıları “laf olsun torba dolsun” modunda kendi aralarında sohbet ediyorlardı; bazısı bilgisayarını, bazısı elindeki bir dosyayı karıştırıyordu; kimisi ise gözleri kapalı memleket meselelerini düşünme(!) eğilimindeydi. (Bu çocukça tavırları, acaba, demokrasimizin hâlâ emekleme döneminde olduğunun bir işareti olarak mı kabul etmeliyiz?)
Elbette her şey, 2 Mayıs’ta başlayacak ikinci tur oylamalar sonunda belli olacak. Mevcut oylama sonuçları ise paketin Meclis’te kabul edilemeyeceğini, fakat referanduma götürülmesi için yeterli oy sayısına ulaşılmış olduğunu gösteriyor. Sonuçta muhtemelen ikinci tur görüşmelerde de, aşağı yukarı aynı kabul-red oy sayıları elde edilerek değişiklik paketi dosyası Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önüne konulacak. Onun vereceği karar sonrasında da anayasa değişiklik girişimleri yeni bir safhaya girecek. CHP Genel Başkanı Baykal’ın “Köşk onayının ardından derhal Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz” sözünde belirtildiği üzere bir Anayasa Mahkemesi süreci daha yaşayacağız. Birinci turda elde edilen oy oranlarının ikinci turda da elde edilmesi ve iktidar partisi ve liderinin kararlılığını sürdürmesi durumunda, Anayasa’nın kısmî olarak değiştirilmesinde son sözü halk söyleyecek.
Danıştay Saldırısına Dair Yeni Sorular
Geçtiğimiz günlerde TÜBİTAK’ın, 17 Mayıs 2006’da gerçekleştirilen ve Danıştay 2. Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürülmesiyle neticelenen Danıştay saldırısıyla ilgili olarak yaptığı “olay anında güvenlik kameralarının bozuk olmadığı ve olay anına ilişkin görüntülerin silindiği” şeklindeki açıklama, saldırının yeniden değerlendirilmesi gereğini ortaya koydu. Danıştay saldırısının gerçekleştirilme şeklinden, saldırı sonrasında oluşturulan havadan ve saldırının kamuoyuna sunum biçiminden duyulan şüpheler ve rahatsızlıklar o günden bugüne pek çok kez dile getirilmişti. (Hatırlanacağı üzere söz konusu saldırı, saldırganın “tekbir” getirmesine vurguda bulunularak, laikliğe ve laikliğin koruyucusu yargı organına yönelik bir saldırı olarak irtica kampanyalarının malzemesi haline getirilmeye çalışılmış ve hatta “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” olmakla suçlanan AKP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davasının dosyasına da dâhil edilmişti.)
TÜBİTAK’ın yaptığı bu yeni açıklamalar, kamuoyunda Ergenekon yapılanmasıyla ilişkilendirilen Danıştay saldırısına ilişkin bilimsel bir kanıt sunuyor. Güvenlik kameralarındaki “kayıtların silindiği”ne ilişkin yeni iddia, ister istemez, gözleri binanın güvenliğinden sorumlu kurum olan OYAK’a çevirdi. TÜBİTAK’ın açıklaması sonrasında, olaya ve iddialara ilişkin açıklamalar yapması beklenen ilgili güvenlik kurumundan bugüne dek henüz bir açıklama gelmedi.
Elbette, söz konusu saldırıyı irtica/AKP karşıtı bir kampanyaya dönüştürme isteğiyle hemen olay yerine koşuşan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, yargı erkinin üst düzey yöneticilerinin ve bizzat saldırıya uğrayarak arkadaşları Mustafa Yücel Özbilgin’i kaybeden Danıştay İkinci Dairesi üyelerinin TÜBİTAK’ın açıklamaları karşısında neler söyleyecekleri merakla bekleniyor. Şu ana kadar ne binanın güvenliğinden sorumlu kurumdan ne de “Yargıya karşı girişilen bu menfur saldırıdan duydukları üzüntüyü ve laikliğe duydukları bağlılığı” kamuoyuyla paylaşmakta son derece hassas olan, belki de saldırıdan ve arkadaşlarının ölümünden sorumlu olanlarla cenazede kol kola irtica karşıtı sloganlar atan çevrelerden konuyla ilgili herhangi bir açıklama geldi. Kim bilir belki de, saldırı konusunda, olup bitenleri gazete sayfaları ve televizyon ekranlarından izleyen biz faniler kadar cahil değildirler!
Toplumsal Nefret ve Yumruk… Fakat Kime?
Ergenekon Davası, darbe girişimleri, anayasa değişiklik paketi gibi konular etrafında yaşanan olaylar ve tartışmalar Türkiye’nin siyasi gündeminin ilk sıralarındaki yerlerini korurken, toplum nezdinde ise farklı gelişmeler yaşanıyor.
Samsun’da Adliye çıkışında Ahmet Türk’e, Kayseri’de katıldığı şehit cenazesi töreninde de AKP’li Enerji Bakanı Taner Yıldız’a yönelik gerçekleştirilen ve her ikisinin de burunlarının kırılmasıyla neticelenen yumruklama eylemleri, toplum düzeyinde ötekine duyulan nefretin hangi noktalara varabildiğinin birer işareti.
Kürt Açılımı’ndan toplumun yadsınamayacak bir kesiminin rahatsızlık duyduğu aşikâr. İnsanların Kürt meselesine ilişkin farklı yaklaşımlar içerisinde olmalarında da garipsenecek bir durum yok. Ancak Ahmet Türk gibi daha ılımlı bir siyasi çizgi takip eden siyasetçilere ya da AKP’nin bir bakanına hem de gittiği şehit cenazesinde saldırılması, toplum düzeyinde Türk-Kürt kamplaşmasının hangi boyutlara geldiğini görmek açısından önemli bir gösterge. Farklı yaklaşımlara sahip olmanın nefret haline dönüştüğünün ve bunun da hiçbir sınır tanımaksızın, nefret edilen şey ile ilişkilendirilen her şeye ve herkese karşı yönelebileceğinin bir işareti. Saldırganlar adına “fun-club”lerin kurulması, sanal ortamda adlarına grupların oluşturulması, söz konusu saldırıların münferit olaylar olarak kalmama riskini de içinde barındırıyor. Toplumun her kesiminin, indirilen “Türk’ün” yumruğunun, sonuçta bir başkasının değil, korunmak istenen Türkiye’nin kafasına indirilmiş bir yumruk olduğunu/olacağını idrak etmesi, sorumlu makamların da bu idraki temin etmesi gerekiyor.
Türkiye’ye Neler Oluyor?
Öte yandan çeşitli dönemlerde, ülkemizin farklı illerinde meydana gelen ve insanın tüylerini diken diken eden cinayetler, toplu taciz/tecavüz vakaları, garip aşk/cinsellik ilişkileri Türkiye’nin üst yapısal problemleri dışında toplum düzeyinde de ciddi problemler içerisinde olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde Siirt’ten medyaya yansıyan ve “nitelikli cinsel istismar” olarak değerlendirilen olayların, iki yıla yayılan bir periyotta gerçekleşmesi, bu süre içerisinde olayın bir sır olarak özenle korunması, olaylara sayıları yüz civarında üst düzey yetkililerin karışması gibi işin vahametini daha da artırıcı ayrıntılar karşısında insanın nutku tutuluyor. Eğitimsizinden eğitimlisine, zengininden yoksuluna, çocuğundan gencine ve yaşlısına, kadınından erkeğine varıncaya dek hemen her statüden, her ekonomik sınıftan, her yaştan ve cinsiyetten kişinin karıştığı bu tür olayların sayılarının her geçen gün artması, meselenin basitçe yoksulluk ya da eğitimsizlikle açıklanmasını ciddi ölçüde zorlaştırıyor. Olup bitenleri belli bölgelerle ilişkilendirmek ve sınırlandırmak da söz konusu olamaz. Mesele bireysel/psikolojik analizlerle de anlaşılabilecek ve açıklanabilecek gibi değil.
Türkiye son derece hızlı bir değişim-dönüşüm yaşıyor. Her geçen gün yeni imkanlarla tanışıyor. Ülkenin eklemlendiği yeni iktisadî ve toplumsal ilişkiler, bir taraftan geçmişte toplumu bir arada tutan, toplum içerisinde bireyleri eğiten değerler manzumesini aşındırıyor; öte yandan toplumun bireylerini yeni ilişkiler, yeni uyarıcılar karşısında korunaksız bırakıyor. Bireyin yeni koşullar karşısında nasıl davranabileceğine ilişkin, eskisiyle bağlantılı ya da bütünüyle yeni bir toplumsal ahlakın üretilmesi gerekiyor.
Küresel değişimin bir parçası olma tercihinin yarattığı hızlı, kontrolsüz ve bilinçsiz toplumsal dönüşümün, bunlara benzer daha pek çok olaya neden olmaya devam edeceğini söylemek kehanet olmaz. Kritik bir dönüşüm anını yaşayan Türkiye, bu yönüyle, bilim insanlarımız için önemli bir laboratuvar olma özelliğini sürdürüyor ve araştırılmayı ve anlaşılmayı bekliyor.
Paylaş
Tavsiye Et