“Sayıştay, savaşma, sayış.”
Böyle buyurdular Genç Siviller bu defa da.
Kendilerine nereden mülhem olduğu belli olmayan böyle cafcaflı bir ismi seçen sivilceli ergenlerin her biri sanki ayrı bir Zerdüşt.
İşleri güçleri aforizma yumurtlamak.
Neden uyduruyorlarmış bu saçma sapan lafları.
Çünkü rahatsızlarmış! Neymiş?
O aforizmalarla karizma çizeceklermiş!
Siz daha elde gönye, cetvel prizma çizme makamında veletlersiniz. Haddinizi bileceksiniz!
Sizin o sivilcelerinizi çakı gibi gençlerin keyifle çizmesine ramak kaldı.
Çünkü o harbi gençler gerçekten rahatsız.
Ama onların rahatsızlığı sizinkiler gibi psikolojik değil.
Sosyolojik.
Bu sosyolojik rahatsızlık her zaman nasıl sonuçlanmıştır?
Hemen söyleyeyim: Trajik.
Onun için insan Sayıştay’a “Savaşma sayış” derken takkeyi önüne koyup düşünmeli.
Şimdi millet kalksa “Danıştay, savaşma danış” dese doğru bir tavır mı sergilemiş olur?
Yargıtay’a da “Savaşma yargış” mı diyeceğiz?
Bunlar ayıp sözler.
“Savaşma seviş” sloganı bu topraklara çok yabancı bir slogandır.
Çiçek çocuklarına aittir. Çiçek çocukları ne çocuklarıdır peki?
Onu ben söyleyemem.
Ama Engin Ardıç’a sorarsanız hem söyler, hem yazar, hem gösterir.
Dileyen vizyona yeni giren filme de gidebilir.
ERİŞKİN
Sloganın hası bizde “at, avrat, pusat”tır.
Bu laf insana ait olduğundan önce ondan başlayalım:
Hiçbir insan ya da hayvanoğlu erişkin hali ile doğmaz.
Mesela insan önce cenin, sonra bebe, sonra çocuk, sonra ergen, sonra erişkin olur.
Bir insanoğlu bir insankızından yetişkin olarak doğarsa ona hilkat garibesi denir.
Normal doğana bebek dersin. Bebeği doğunca pışpışlarsın.
Az zaman geçip ayaklanınca taytaylarsın.
Taytaylanan çocuk maalesef, düşe kalka dik durmayı öğrenir.
Böyle böyle ergenliğe gelinir.
Ergen ileri geri konuşmasıyla maruf, cins bir cinstir.
Mesela, “Onu babam da yapar oğlum” lafı bir ergenlik cümlesidir.
“Kendi kararımı kendim vermek istiyorum baba” derse tehlikelidir.
Bir de “O öyle değil, böyle” derse artık ok yaydan çıkmış taya geçmiş demektir.
O moda giren ergenin gözünün yaşına bakmazsın.
Atarsın tekmeyi, basarsın tokadı.
İnsanoğlu tekme tokat yiye yiye erişkin olur.
Ama bu erişkin, yetişkin olmaz. Yetişmemişkin olur.
Bu yetişmemişkin ya kin dolar isyankâr olur.
Ya onu da beceremez, ahmak olur.
Ya da ömrü billah korkak olur.
Bunların vereceği oydan da memlekete bir hayır gelmez.
İlla demokrasi diye diretmenin o yüzden kimseye faydası yoktur.
AT
Gelelim ata.
Atın erkeğine aygır, dişisine kısrak denir.
İkisi de önce cenin, sonra tay olur.
Tay büyüyünce yük taşıyan cinsten olursa kendisine beygir denir.
Tay eğer yabani olursa ona hergele denir.
Beygiri olmayanın hergele meydanından kendisine bir hergele seçmesi bu yüzden gereklidir.
Tayın büyüyüp kırmızı zemin üstünde hiç kımıldamadan duran türüne kırat denir.
Hep hareket edecekmiş gibi duran ama kılı kıpırdamayan atın da kimseye hayrı dokunmaz.
Nitekim bu eylemsizliği yüzünden kırat zamanla emir sigası zannedilmiştir. Neticede kırılıp bir tarafa atılmıştır.
Ama tayın hası büyüyünce dik durur.
Ona da küheylan denir.
Onun için bütün tayların üstüne titremek gerekir.
Onları dahi gece gündüz taytaylamak gerekir.
Yemleri zamanında verilmeli, tımarları geciktirmeden yapılmalıdır.
Taylar tımarla ne kadar şımartılsalar yeridir.
Yoksa küheylan olamayan tay, külhanbeyi olur.
“Hamama giren terler” lafını bizim memlekette bilmeyen bir tek erişkin yoktur.
“Suyun ısındı” tabirini de hiç kuşkusuz bilirsiniz.
İşte hamamda suyu ısıtmak için ateş yakılan yere külhan denir.
O ateşi yakmakla görevli olan kişi de külhanbeyidir.
Ki bu meslek tamah değildir diye bilinir. Bu yanlış bir bilgidir.
Çünkü hini hacette her beyin yerine sürülebilecek bir külhanbeyi bulunabilmelidir.
Yanlış bilinen diğer bir husus da şudur:
Tamahın azı karar çoğu zarar zannedilir.
Halbuki tamahın azı zarar, çoğu karardır.
Şevket Muamma’nın bu muammayı çözen, iki şık olmayan şıkkı vardır.
Birinci şık; kararlar ne kadar çoğunlukla alınırsa o kadar iyi olur.
İkinci şık şu dizelerde gizlidir:
“Bunlar bir vakt beğler idi, kapıcılar korlar idi.
Gel şimdi gör bilmeyesin, bey hangisidir, ya kulları.”
İşte hem trajik hem de komik olan husus da budur.
Beyliğini kanırtarak koruyamayan bey kul olmaya mahkumdur.
Trajik boyut budur.
Daha da acısı, beyin Genç Siviller’in diline düşmesidir.
Komik boyut da budur.
PUSAT
Gelelim pusata;
Ne kılıç, ne kalkan, ne revolver, ne piyade tüfeği.
En baba ata yadigarı silahımız nedir?
Kargıdır.
Neden kargı?
Çünkü kargı bir uzak dövüş silahıdır. Yakın dövüş silahı değildir.
Bir nevi eskinin füzesidir.
Evvela ucu füze gibi sivridir.
Ama füzeye en benzeyen yanı kullanılmadan korkutma potansiyeline sahip olmasıdır.
İstenilirse hedefin üzerine kol gücü tarafından uzaktan gönderilebilir.
Dikkat et, elimde kargı var!
Anlayana bu tehdit sazdır.
Sazın makamı hüzzamdır.
Tehdit saz değil de cazmış gibi algılanırsa elden çıkartılmadan hasım uzaktan dürtüklenebilir.
Bu ata yadigarı silahımızın füzeden üstün yanı işte bu elden çıkartılmadan kullanabilme özelliğine sahip olmasıdır.
En kanırtıcı silahlarımızdan birisidir.
Burada amaç hasmın dengesini kaybetmesini sağlamaktır.
Hasmı attan düşürmek yeterlidir.
Riskli yanı uygun noktaya uygulanamazsa etkinin tersine rezonansla kullanana geri dönmesidir.
Ya da fırlatılan kargının hedefe isabet etmeden yere düşmesidir.
Füzenin kargıda olmayan avantajı da budur.
Füze atılınca patlar. Karşı taraf kullanamaz.
Ama hedefe isabet etmeyen kargı hasmın hemen yanına düşer.
Hasım da “Madem bana hısım gibi değil hasım gibi davrandın ben de aynı kargıyı sana yolluyorum” diyebilir.
Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ı bunu çok yapardı.
Kaç macerasında üstüne atılan kargıyı havada tutarak Camoka ve benzerlerinin tam böğrüne saplamıştır.
Nasıl füzenin İran gibi şer güçlerce kullanılması insanlık namına çok tehlikeliyse, kargının da yabancı ellere geçmesi bu yüzden çok ama çok tehlikelidir.
AVRAT
Avrata gelirsek;
Bu konuyu sona bırakmamın bir değil birçok sebebi var.
Birincisi;
Ben canımı sokakta bulmadım.
İkincisi;
Her ne kadar ismim Şevket Muamma ise de bu muammadan köşesinde bahsedecek donanım ve cesarette bir evli insan evladı olduğunu zannetmiyorum.
Evli olmayanlar birtakım gevezeliklerde bulunabilirler.
Ama hepsi bir gevezelik olarak kalmaya mahkumdur.
Nice ergen ve erişkin âşık olup şiirler yazmışlardır.
Nice şairler evlendikten sonra şiirden kesilmiş feylesof olmuşlardır.
Ama bakın bakalım yazdıklarına.
Hatunlar hakkında sadra şifa tek kelime edebilmişler midir?
En çok “Ben kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, varlık nedir?” gibi fuzuli konular üstünde durabilmişlerdir.
Bütün o laf salataları “Bunlar başıma nasıl geldi?” sorusuna aranan dolaylı cevaplardır.
Sen varlık üstüne onca kelam et; ama en değerli varlık hakkında tek kelam edeme.
Bence o deyim önceleri sadece “at, pusat” idi.
Ama hatunun biri deyimin mucidine “Bu deyişin ben neresindeyim?” diye kızgınlıkla sordu.
Gariban mucit de o zaman korkusundan “Tam ortasındasın canımın içi” deyiverdi.
At, avrat, pusatın kabaca hikayesi budur.
Bu kadar önemli konular hakkında bu kadarcık vuruşla bu kadar çok malumat veren ikinci bir köşe yazarını ben tanımıyorum.
Sizin de tanıdığınızı zannetmiyorum.
KABADAYI
Buradan aldığım cesaretle ünlü sosyoloğumuz Şerif Mardin’e bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Mahalle baskısı kavramıyla beni, benim gibileri ve benimgillerden Ali Cengiz Tuğrul’u mest etmişti.
Ali Cengiz dostum da sizin için Kahraman Şerif başlıklı bir makale döktürmüştü.
Ama Kahraman Şerif’in şimdiki çözümlemeleri Karaoğlan’ın kargısı gibi tam böğrüme çöktü.
Kahraman Şerif bence Kabadayı filmini izlesin.
Orada bir replik var.
Mahalle baskısı kavramını ayakta alkışlayanlar aynı repliği bugünlerde kendisine iletebilirler;
“Senin silahında mermi ters dönmüş evlat.
Dikkat et kendini vurmayasın.”
SON TAHMİN
Ünlü sosyoloğumuz sosyologluğundan soğuyacak.
Paylaş
Tavsiye Et