Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2004) > Türkiye Ekonomi > Para politikası nereye kadar?
Türkiye Ekonomi
Para politikası nereye kadar?
Tarık Gürsoy
ANLAYIŞ Dergisi’nin Haziran 2003 sayısındaki “Enflasyon hedeflemesi Türkiye için doğru tercih değil” başlıklı yazıda, “enflasyon hedeflemesi” gibi bir parasal rejimin Türk ekonomisinin mevcut ve yakın gelecek şartları içinde isabetli bir tercih olmayacağı belirtiliyor, buna ilişkin çeşitli gerekçeler gösteriliyordu. Enflasyon hedeflemesi konusunun para politikası tartışmalarında güncelliğini koruması ve Merkez Bankası’nın Ağustos ayındaki açıklamaları nedeniyle konuya tekrar temas ediyoruz.
Enflasyon hedeflemesi, herhangi bir Merkez Bankası’nın benimseyebileceği teorik üç muhtemel parasal çerçeveden birisi. Onu diğer yaklaşımlardan (“parasal hedefleme” ve “döviz kuru hedeflemesi”) ayıran temel özellik, Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrolde başka herhangi bir ara hedef ya da hedefler kullanmaksızın bizzat enflasyonun kendisini hedeflemesi, enflasyon oranını “nominal çıpa” olarak kullanmasıdır. Bu parasal çerçeve, para politikası araçlarını geçmiş ya da cari enflasyon oranları yerine, gelecek enflasyon oranlarına dayandırmakta; gelecekteki enflasyonun seyriyle ilgili rastgele varsayımlar yerine sistematik değerlendirmeleri esas almaktadır. Buna göre, Merkez Bankası ileriye dönük enflasyon tahminleri yapmakta, bu (ilan edilmeyen) tahminler ile ilan edilen enflasyon arasındaki farkı sistematik olarak izlemekte, faiz oranı vb. para politikası araçlarını nihai hedefe yaklaşacak şekilde revize ederek ayarlamaktadır.
Söz konusu yazıda, “enflasyon hedeflemesi” gibi bir çerçevenin Türk ekonomisi için en uygun parasal çerçeve olmadığına dair ortaya konan gerekçelere göz atalım:
a. Enflasyon hedeflemesi ile ilgili genel kabul görmüş ön şartlardan birisi Merkez Bankası’nın “amaç bağımsızlığı”nın (goal independence) ötesinde -ve ondan daha önemlisi- “araç bağımsızlığı”na (instrument independence) sahip olmasıdır. Merkez Bankası son yıllarda, Hazine’ye kısa vadeli avans kredisi sağlamamak, döviz kuru ve faiz oranlarını para politikasının gereklerine göre bağımsızca belirlemek konularında bir “araç bağımsızlığı” elde etmiştir. Ancak bunun pratikte kullanımını sınırlandıran temel bir yapısal sorun bulunmaktadır: Yüksek kamu borç stoku.
b. Diğer bir ön şart da, Merkez Bankası’nın enflasyon oranı dışında, mesela döviz kuru gibi, hiçbir nominal değişkeni hedeflememesidir. Zira Merkez Bankası’nın mesela döviz kuruna bir hedef koyması -para politikası üzerindeki kontrolünün kaybolmasına sebep olacağından- başka hiçbir nominal değişkeni (mesela enflasyonu) kalıcı bir biçimde hedefleyememesi demektir. Türkiye’de 2001’de “dalgalı kur” rejimine geçilerek enflasyon hedeflemesine ilişkin bir ön şart yerine getirilmekle birlikte, bu alanda bazı sorunlar yaşanabilir.
Türkiye’de dalgalı kur öncesi dönemlerde döviz kuru ile enflasyon oranı arasında güçlü ve karşılıklı bir etkileşim olduğu biliniyor. Bu ilişki dalgalı kur rejimiyle birlikte biraz zayıflamış, ancak tümüyle ortadan kalkmamıştır. (Merkez Bankası’nın kendi tahminleri de bu yönde.) Böyle bir ortamda Merkez Bankası’nın para politikasında yapacağı bir değişiklik, mesela enflasyonist beklentilerle faiz artırımına gitmesi ya da gidebileceğini ifade etmesi, piyasalarda yanlış algılanabilir ve kafa karışıklığına yol açabilir. Gerçekte enflasyon hedefine yönelik olan bu değişiklik, piyasalarda döviz kuruna bir müdahale gibi algılanıp enflasyon hedefinin terk edildiği ya da önceliğini kaybettiği intibaını yaratabilir. [Nitekim dalgalı kur rejimine geçişten sonra Merkez Bankası yakın geçmişte döviz piyasalarına yaptığı müdahalelerin (sadece 2003 yılında 9 milyar dolar civarında yoğun döviz alımı) kurun seviyesinden ziyade kurdaki oynaklığa yapılan bir müdahale olduğunu söylemekle birlikte, piyasa algılamasının böyle olmadığı söylenebilir.]
c. Enflasyon hedeflemesinin enflasyonu kontrol konusunda diğer rejimlere göre daha az maliyetli olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Aksine teorik olarak, büyük çaplı negatif arz şoklarının, mesela petrol fiyatlarındaki büyük çaplı artışın yaşandığı durumlarda enflasyon hedeflemesi yoluyla enflasyon kontrolü, parasal hedefleme rejimine göre daha sıkı bir para politikası gerektirecektir. Bu da büyük çaplı üretim ve istihdam kaybı anlamına gelir.
 
Merkez Bankası Ne Demek İstedi?
2003’te kısa vadeli faiz oranları yoluyla “örtük enflasyon hedeflemesi” uygulayan Merkez Bankası, 2 Ocak 2004 tarihli basın duyurusunda, “Merkez Bankası, 2004 yılında da dalgalı kur rejimi altında örtük enflasyon hedeflemesine devam edecektir” açıklamasını yaptı. Banka 19 Ağustos 2004’teki duyurusunda ise aynen şu ifadelere yer verdi: “Açık ya da örtük biçimde enflasyon uygulamasına geçilmesini engelleyen en önemli olgu maliye politikasının yeteri kadar disiplin altında olmamasıdır. Hele bir de bu ekonomilerde kamunun borç stoku çok yüksekse, açık ya da örtük bir enflasyon hedeflemesinden söz etmek dahi mümkün olmayacaktır.”
Peki bu son açıklamadan nasıl bir netice çıkarmamız gerekiyor?
Merkez Bankası bugüne kadar, 2002 yılından bu yana örtük enflasyon hedeflemesi uyguladığını (hatta şartlar oluşursa, 2003 yılı içinde açık enflasyon hedeflemesine dahi geçebileceğini) belirtiyordu. Bu açıklama ile son birkaç yıldır uyguladığını söylediği örtük enflasyon hedeflemesinden vazgeçtiğini, enflasyon hedeflemesini de düşünmediğini mi ifade etmek istiyor?
Diğer yandan, yine aynı duyuruda örtük ya da açık enflasyon hedeflemesinin neden uygulanamayacağına dair şu gerekçe gösteriliyor:
“Bunun nedeni de açıktır: Bu tür ekonomilerde faiz oranının yükseltilmesi arzu edilen sonuçları vermeyebilecek, hatta arzulananın tam tersi gelişmelere yol açabilecektir. Daha açık bir ifade ile, bu tür bir artırım sonucu borcun sürdürülebilirliği hakkında şüpheler giderek artabilecek, yerli para birimi hızla değer kaybedebilecek ve enflasyonist bir süreç başlayabilecektir.”
Ancak her defasında, ekonomide ileriye dönük enflasyonist beklenti ve eğilimlerin artması halinde faiz artırımına gidebileceğini ifade eden Merkez Bankası, bu kez faiz artırımının enflasyonist bir süreç başlatabileceğini söylemektedir.
Yazımızı şu tespitlerle noktalayalım:
a. İktisat politikasına ilişkin bildiğimiz en eski (yerleşik) gerçeklerden biri de para ve maliye politikalarının, ancak koordineli biçimde uygulandığında optimum netice verebileceğidir. Eğer bu politikalar bir üst stratejinin parçası olarak hareket etmezse, bir bütün olarak iktisat politikasının etkinliği azalır. Kanaatimizce, açıklamada denilenin tersine, maliye politikaları yeterince disiplinli uygulanmakta, fakat Merkez Bankası politikaları ekonomideki gelişmeleri gecikmeli olarak takip etmektedir.
b. Türkiye’de bu yıl rekor seviyelere ulaşan cari açığın temel sebebi, bazı ekonomi yazarlarının iddia ettiği gibi ekonominin aşırı ısınması değil; döviz kuru, enflasyon ve faiz oranı arasında oluşan dengesizliktir. Bu açıdan çözüm, faiz oranlarını artırarak bu dengesizliği daha da derinleştirmek değil; halen yüksek düzeylerde seyreden nominal (ve reel faiz) oranlarını aşağı çekmektir. Nitekim bu yazının kaleme alındığı esnada, Merkez Bankası doğru bir hareketle gecelik ve bir hafta vadeli borçlanma faiz oranlarını %22’den %20’ye indirdi. Merkez Bankası’nın, faiz oranlarını önümüzdeki süreçte daha da aşağıya çekmesini bekliyoruz.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Tarık Gürsoy