Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2005) > Türkiye Ekonomi > “Kayıt içiler”in kayıt dışılığı
Türkiye Ekonomi
“Kayıt içiler”in kayıt dışılığı
Adnan Büyükdeniz
17’NCİ yüzyılda Fransız Kralı XIV. Louis’in Maliye Bakanı Jean-Baptiste Colbert vergi konusunda şu tespitte bulunur: “Vergicilik bir sanattır; kazdan, onu en az bağırtarak en fazla tüyü yolabilme sanatı.”
Zaman içinde verginin çeşitleri değişse de, değişmeyen şey, insan karakterine hakim olan vergi verme konusundaki genel isteksizlik ve vergiden mümkün olduğu kadar kaçınma eğilimidir. Bu sebeple vergi, insanın iktisadî davranışları açısından en hassas bir biçimde ele alınması gereken konuların başında geliyor.
Türkiye’de devlet, örneğin 2003 yılında, toplumun değişik kesimlerinden “vergi” adı altında 84,5 katrilyon TL aldı. Peki devletin bu “alma” faaliyetine neden “algı” demiyoruz da “vergi” diyoruz?
Bunun temel sebebi şudur: Son tahlilde devlet gerçekte almak istediği kadar değil, vergi mükelleflerinin vermek istediği kadar bir vergi tahsilatı yapabiliyor. Vergi esas itibarıyla toplumla devlet arasındaki bir uzlaşma konusudur. Toplumun verme istekliliği ile devletin alma iradesi arasındaki bir uzlaşma. Bu uzlaşmayı sağlıklı bir şekilde yapan ülkelerde devletin vergi toplama konusunda pek problemi olmazken, bunu yapamayan Türkiye gibi ülkelerde ise vergi konusu adeta iflah olmaz bir soruna dönüşüyor.
 
Bir “Meşruiyet” Sorunu mu?
Türkiye’de vergi oranlarının yüksekliğine -hatta aşırı yüksekliğine- rağmen istenen ölçüde vergi geliri elde edilemediği bir gerçek. Problemin en çarpıcı boyutu ise şudur:
Devletin düşük vergi tahsilatı, tüm potansiyel vergi mükelleflerine ulaşamamaktan ziyade, ulaştığı (kayıtlı) mükelleflerin yaptığı kayıt dışı işlemlerin yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Daha açık bir ifade ile, devlet ekonomideki vergi potansiyelini nispeten iyi bir şekilde kapsamakta, ama “kapsama alanı”ndaki kayıt dışılığın yaygınlığı sebebiyle bu potansiyelden yeterli vergi geliri sağlayamamaktadır.
Kayıt dışı ekonomi (“vergi dışılık”) iktisaden gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan pek çok ülkede rastlanan bir olgu. Yapılan çeşitli tahminlere göre, “kayıt dışı ekonomi”nin milli gelire oranı gelişmiş ülkelerde ortalama %15, gelişmekte olan ülkelerde ise %30-35 civarındadır. Türkiye’de ise “kayıt dışı ücret yaklaşımı”na dayalı bir tahmin bu oranı %35; vergi incelemelerine dayalı başka bir yaklaşım da %40 civarında tahmin ediyor.
Türkiye’de yüksek boyuttaki kayıt dışılığın çok çeşitli sebepleri mevcut. Ancak, geçmişte kayıt dışılığı besleyen en önemli unsurlardan birinin vergi sistemi olduğu konusunda genel bir mutabakattan söz edilebilir. Geçmişte vergi sistemi kayıt dışılığın artışına sebep olurken, kayıt dışılık da vergi sistemini yozlaştıran en temel etken oldu.
Toplumun tüm diğer alanlarında geçerli olan bir şey, iktisadi düzlemde de geçerlidir: Bir ülkede bireyler, kendilerini o ülkedeki iktisadi sistemin gerçekten “tamamlayıcı” ve “vazgeçilmez” bir unsuru kabul ettikleri ölçüde o sisteme gönüllüce katılır ve sahip çıkarlar. Bu, devlet ve toplum arasındaki temel uzlaşma konularından birisi olan vergi için de aynı ölçüde geçerli bir durumdur. Vergi konusu Türkiye’de bugüne kadar toplum ve devlet arasındaki en sorunlu alanlardan birisi oldu. Toplumda, “mümkünse hiç vergi vermeme” ya da “mümkün en az vergiyi verme” yönünde bir zihniyet gelişti. Eğer vergi vermeme arzusu Türk toplumunun genetik özelliklerinden kaynaklanan bir durum değilse, bunun derin psikolojik sebeplerine inmemiz gerekir.
Öncelikle; Türkiye’deki vergi sisteminin “adil” olmadığı konusunda toplumun bireyleri arasında geçmişten gelen bir kanaat mevcuttur. İnsanlar vergi sisteminin “ödeme gücü prensibi”ne göre işlemediği düşünmektedir.
İkincisi; toplum bireyleri ödedikleri vergilerin hizmet olarak kendilerine geri dönmediğine inanmaktadır. Nasıl dönsün ki? 2002 yılında toplam vergi gelirlerinin %87’si sadece iç ve dış borç faiz ödemelerine gitmişti. (Bu oran 2003 yılında %69’a gerilemekle birlikte hâlâ çok yüksektir.)
Üçüncüsü; toplum bireylerinin ekseriyeti devlete ödenen vergilerin harcanması gereken yerlere harcanmadığı inancını taşımaktadır.
Dördüncüsü; bazı vergi mükelleflerinin yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki kayıtsızlıkları, vergisini ödemek isteyenlere de kötü emsal olmaktadır.
Piyasadaki rekabet ve verimli kaynak tahsisi açısından baktığımızda yine olumsuz bir tablo ile karşılaşıyoruz. Kayıt dışı olarak üretilen (ve vergilendirilmeyen) mal ve hizmetlerin daha düşük fiyatla satılması, kayıtlı (ve vergilendirilen) üretici ve satıcılar aleyhine haksız rekabet ortamı oluşturmaktadır. Sermaye kaynakları, kayıt dışılık nedeniyle vergi yükünün daha düşük olduğu alanlara kayarken, ekonomide yanlış kaynak tahsislerine yol açabilmektedir.
 
Hükümetin Bakış Açısı ve Yaptıkları
Vergi konusu, gerek AK Parti seçim beyannamesi ve gerekse hükümet programında haklı olarak üzerinde önemle durulan bir konu olmuştu. Vergi konusuna geçmişe göre farklı bir bakış açısı getirmeyi hedefleyen hükümetin, vergiyi toplum ve devlet arasında bir problem alanı olmaktan çıkarmayı ve bireylerin vergi verme istekliliği ile devletin vergi alma iradesi arasında gerçekçi bir denge oluşturmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
Yaklaşık bir buçuk yıllık uygulama vergi konusunda bazı önemli adımların atıldığını gösterdi. Diğer bazı önemli konuların ise zaman içinde çözüme kavuşturulmasının amaçlandığı gözlenmektedir.
2004 yılı başı itibarıyla uygulamaya konulan “enflasyon muhasebesi”nin Türkiye’de kayıt dışı ekonomiye ilişkin çok önemli bir “mazeret”i ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Tek başına yeterli bir etken olmamakla birlikte, bu sistemin kayıt dışılığı azaltma ve yabancı sabit sermaye girişini hızlandırma noktasında kayda değer bir katkı sağlayacağını ümit ediyoruz.
Diğer yandan, uygulamaya konan “vergi barış projesi” devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ve kayıtlı ekonomiye geçiş altyapısının oluşturulmasında bir adım olmuştur.
Seçim beyannamesinde yer alan önemli hususlardan birisi de vergi oranlarının düşürülmesi ve vergi sayısının azaltılması idi. Türkiye’de halen geçerli olan vergi oranları, iktisatta “optimum vergi oranı” dediğimiz ve azami seviyede vergi geliri elde edilmesini sağlayan oranların üzerinde oluşmaktadır. Kayıt dışılığın önemli sebeplerinden birisi de vergi oranlarının yüksekliğidir. Örneğin; vergi oranlarının daha düşük olduğu ABD, Japonya, İsviçre ve Singapur gibi iktisaden gelişmiş ülkelerde kayıt dışı ekonominin milli gelire oranı %8-15 arasında değişirken, vergi oranlarının (ve sosyal güvenlik yüklerinin) yüksek olduğu İtalya ve İspanya gibi gelişmiş ülkelerde ise kayıt dışılık % 25-30 gibi yüksek oranlara ulaşmaktadır.
Kayıt dışılığın Türkiye’de çok boyutlu ve geniş ölçekli bir sorun olduğunu kabul edersek, bu sorunu kısa vadede çözüme kavuşturmanın çok kolay bir hedef olmadığını tahmin edebiliriz. Diğer yandan, mevcut bütçe dengeleri ve kamu finansman durumu göz önünde tutulduğunda, vergi tabanını genişletmeden vergi oranlarında kayda değer bir indirim beklemenin, en azından gerçekçi bir beklenti olmayacağı görülmektedir.

Paylaş Tavsiye Et