Kitap
19. yy. Sonlarında Avrupa’da Türkler
Gustav Rasch
Çev: Hüseyin Salihoğlu
İstanbul: Yeditepe, 2004
Avrupa kimliğinin oluşumunda “Türk” imgesinin merkezî bir önemi olduğunu biliyordum. Ancak Gustav Rasch’ın kitabını okurken bunun daha bir farkına varıyor insan. Bakın Rasch, 1873 yılında Berlin’de kaleme aldığı kitabında neler diyor: “Türk, attığı her adımıyla Balkan Yarımadası’ndaki binlerce yılın kültür ürünlerini çiğnedi. Yunanlı yazarların bize anlattığı ihtişam ve güzellik mucizesi Bizans’ın yerine, binlerce köşkün yerine Asya göçebeleri pis kokular içinde büyük ve çirkin bir şehir kurdular. (…) Doğu Sorunu’nun Balkan Yarımadası’nda ezilen ve uşaklaştırılan güney Slav ve Yunan erkeklerinin kılıcı ile çözülmesi şart. Çare ise bütün Güney Slavlarla Yunanlıların birlikte ayaklanmasıdır, birlikte ve aynı zamanda; savaşın parolası: ‘Türkler Avrupa’dan defolsun!’ olmalıdır. (…) Bazı şeyler olanaksızdır. Granit kayasından Medici Venüs’ü, ayı postundan frak ve filden kanarya yapılamaz. Aynı şekilde tembel, üşengeç ve kayıtsız olan göçebe soyu Türkler de Avrupa halkına dönüştürülemez.” Bu satırların arkasındaki ruh halinin istisnai bir ruh hali olduğunu kim iddia edebilir? Avrupa’da yaşamış olanlarımız bilirler ki, bu psikoloji günümüz Avrupası’nda dahi ortodoksiyi temsil etmektedir.
Ortodoksi dediysem de, Gustav Rasch pek öyle ortodoksiden birisi değil. 19. yüzyılın ilk döneminde hukuk eğitimi alan Rasch, 1848 Mart Devrimi’ne karışmış, Paris’te kaçak olarak bulunduğu sıralarda Karl Marks ve Friedrich Engels ile dostluk kurmuş, Prusya’ya döndükten sonra halkı devlet aleyhine kışkırttığı gerekçesiyle hapis yatmış “muhalif” bir isim esasında. (Ancak biz Marks’ın “Doğu Sorunu” isimli kitabından sonra biliyoruz ki, Batı içi muhalefet ile bizim muhalefetimiz hiç de aynı anlamlara gelmiyor. Bizim sömürgecilik dediğimiz şey, onlar için özgürleştirici bir güç esasında.) Rasch, hapisten çıktıktan sonra hukukçuluk mesleğine geri dönüyor ve sık sık seyahatlere çıkıyor. Rasch, “Avrupa’da Türkler” isimli kitabını da gerçekleştirdiği bir seyahatte edindiği izlenimler çerçevesinde kaleme alıyor. / Mustafa Bilge
Tavsiye Et
Türkiye’nin Yirminci Yüzyılı: Toplum/İktisat/Siyaset
Sabahattin Zaim
İstanbul: İşaret Yayınları, 2005
İşaret Yayınlarını tebrik etmek lazım; durup durup turnayı gözünden vuruyor. Sabahattin Zaim Hoca’nın yaklaşık yarım asırdır çeşitli yayın organlarında yayımlanmış makale ve tebliğlerini bir araya getirmek gerçekten takdire şayan bir proje. Toplam üç ciltten oluşan bu külliyatta ne yok ki! Neredeyse iki bin sayfayı bulan bu müstesna eserde, Hoca’nın iktisat, siyaset ve toplum yazılarını bir arada bulabiliyorsunuz. Bu yazıların iki açıdan önemli olduğunu düşünüyorum: Birincisi, Sabahattin Zaim’in elli yıllık bir birikimi yansıtması ve son dönem Türk düşüncesinin önemli temsilcilerinden birisi olması bakımından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir isim oluşu. İkincisi ise, yazıların ele aldığı konuların hâlâ önemini ve güncelliğini koruyor olması. Kitapta, Türk-İslam kimliğinden toplum kalkınmasına, İslam bankacılığından adli reform meselesine, bilgi toplumundan Türkiye’nin Türk ve İslam dünyası ile münasebetlerine, Türkiye’deki sanayi probleminden Balkanlardaki siyasî ve iktisadi gelişmelere, Türk iktisat tarihinden milli kültüre, Türkiye’de sendikaların durumundan Avrupa Topluluğu’na kadar pek çok konu ele alınıyor. Akif Emre’nin ifade ettiği gibi “Sabahattin Zaim Hoca kişiliği, eylemleri, düşünceleri ve ilmî hayatı bakımından ‘bu toplumun hafızası’ sayılması gereken az sayıdaki şahsiyetten biri. Bu toplumun hafızası dememin nedeni, kendi hayat çizgisi ile temsil ettiği, bir arada bulunduğu kitlenin içinden geçtiği siyasi, toplumsal, kültürel ve entelektüel sürece hem katkıda bulunmuş hem aynı macerayı yaşamış olmasıdır. Çok az insan, akademik ve düşünsel serüveni ve sosyal etkinlikleriyle içinde yetiştiği çevreyi hatta daha geniş ölçekte bir topluma ayna olabilir.” Üç ciltlik çalışmayı çekici kılan bir diğer unsur da, her cildin arkasına eklenen fotoğraf albümü. Emeği geçenlerin ellerine sağlık. / Ali Erdem
Tavsiye Et
Psikolojik Bir İşkence Metodu Olarak İkna Odaları
Gülşen Demirkol Özer
İstanbul: Beyan, 2005
İkna odaları 28 Şubat uygulamalarının tahrip gücü yüksek, ancak çok çabuk unutulan uygulamalarından bir tanesi. İkna odalarının gencecik insanlarda açtığı yaralar hâlâ sıcak olsa da, bugün ne bu yaraları açanları, ne de yaralananları hatırlıyoruz. Affetmedik, sadece unuttuk. Biz hep böyle yapıyoruz zaten. Mütemadiyen unutuyoruz. Eğer tarihe not düşülmemiş olsa, gelecek nesillerin böyle bir uygulamadan haberi dahi olmayacak ve bu nesiller Türkiye’deki iktidar ilişkilerini doğru okumayı başaramayacaklar. Gülşen D. Özer’in çalışması, her şeyden önce bir kayıt düşme çabası olarak görülmeli ve takdir edilmeli. Çalışmanın bir diğer önemi, bizzat bu işkenceye muhatap olan ve gerek okullarını bırakan gerekse okullarına devam eden otuza yakın öğrenci ile yapılan derinlemesine mülakatlara dayanılarak hazırlanmış olması. Kitap “Giriş” bölümü dışında sekiz bölümden oluşuyor. / Mustafa Bilge
Tavsiye Et
İbrahim Karagül
İstanbul: Fide, 2005
Yeni Şafak gazetesinin dış haberler editörü ve dış politika yazarı İbrahim Karagül’ün ilk kitabı “Yüzyıllık Kuşatma” başlığını taşıyor. Kitap, son dönem dünya siyasetinin en sıcak konularını, sıcak ve eleştirel bir üslupla masaya yatırıyor. Orta Doğu’da yaşananları, küresel aktörlerin iktidar hesapları çerçevesinde analiz eden Karagül, dünya siyasetindeki süreklilik ve kırılmalara ilişkin ufuk açıcı tespitlerde bulunuyor. Karagül’ün tezi, ABD, İngiltere ve İsrail’in Orta Doğu’ya ilişkin yüz yıllık bir kuşatma tasarladığı ve bu tasarı doğrultusunda uzun dönemli bir siyaset izlediğidir. Bu yönüyle 11 Eylül’ü bir dönüm noktası olarak görmeyen Karagül, Irak ve Afganistan saldırıları için esas miladın Soğuk Savaş’ın bitişi olduğunu öne sürüyor. Karagül kitabında, “Terör ve İslam tehdidinden 11 Eylül saldırılarına, Afganistan ve Irak’ın işgalinden ABD-İngiliz-İsrail cephesinin hedeflerine, küresel sistemin aktörleri arasındaki rekabetten örtülü operasyonlara, Ebu Gureyb’teki işkencelerden Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerine, ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nden AB’nin Orta Doğu planlarına, Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan gerilimden Irak’ın parçalanmasına” kadar birçok konuyu irdeliyor. / Ali Erdem
Tavsiye Et
Mevlâna İdris Zengin
İstanbul: Uçurtma Yayınları
İkindiyazıları, Diriliş, Dergâh, Albatros, Geniş Zamanlar ve Gerçek Hayat dergilerinde çalışmaları yayımlanan Mevlâna İdris’in yazdığı masal ve öyküler televizyon, radyo ve muhtelif gazetelerden çocuklara ulaşmıştı. Çınçınlı Masal Sokağı, Hayâl Dükkanı, Sinir Dükkanı, Tehlikeli Bir Kipat, Vay Canına!, Ütüsüz Ayakkabılar, Dondurmalı Matematik ve İyi Geceler Bayım gibi masal, deneme, şiir alanlarında ürünler veren Zengin, Kuş renkli Çocukluğum adlı şiir kitabıyla 1987 Gökyüzü Yayınları Çocuk Edebiyatı ödülünü, Korku Dükkânı isimli kitabı ile1998 Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı ödülünü aldı. Aynı zamanda bir hukukçu olan ve halen çocuk kitapları editörlüğü yapan Mevlâna İdris Zengin, masal yazmayı, “Dünya sisteminin kötü gerçeğinin utancını paylaşmak niyetinde değilim. Masalın gerçeğe ihtiyacı yoktur ve fakat gerçeğin masala ihtiyacı vardır. Bunun farkındayım” diyerek gerekçelendiriyor. Kirpiler Şapka Giymez, Yalnız Tilki dizisinin beşinci serisi. On dört minik masaldan oluşan kitabın kapak tasarımı Mevlâna İdris ve Ali Fuat Saruhan’a ait. İç düzenlemeyi ise Salih Pulcu gerçekleştirmiş; Dağıstan Çetinkaya da resimlemiş. Daha çok güncel konulardan beslenmiş olan masalların kahramanları kimi zaman şarkı söyleyen bir tilki, astronot bir horoz veya miyavlayan bir tavşan iken, kimi zaman da el ele tutuşup gökyüzüne uçan çocuklardan oluşuyor. Masallarda bolca kullanılmış olan sayı sıfatları, çocukların gözlerini kocaman açarak sayılarla olan ezeli problemlerini çözmek için iyi bir çare olabilir: “Küçük kız, anne ve babasının bütün sözlerini dinlediği için; boyu dört santimetre uzamıştı”… “Beyaz bir kedinin öğleye doğru canı sıkıldı ve nasıl olsa geçer diye on dakika bekledi.” Eserin bir diğer özelliği ise; klasik masalların aksine gayet tabii bir şekilde sonlanması ve böylece masalları yaşamın içine usulca yerleştirmesi. Ehil ellerce hazırlanmış bu tür eserler, çocuklara yaklaşmanın ve onları eğitip öğretmenin en güzel yollarından biri olan masalın gücünü gösteriyor. “Çünkü masal, insanın biraz durup gökyüzüne bakmasıdır. Bu nedenle biraz aylak, biraz çocuk ve biraz mavidir.” / Birsen Küçükyılmaz
Tavsiye Et
Karakavak Şiirleri ve On Yıl Öncekiler
Hüsrev Hatemi
İstanbul: Dergâh Yayınları, Şubat 2005
Tarih ve edebiyat konularında yaklaşık 100, kendi alanı olan tıp konusunda ise 300’e yakın makale yayımlayan Prof. Hüsrev Hatemi, ikizi Prof. Hüseyin Hatemi gibi çok yönlülüğüyle tanınan bir bilim adamı. Edebiyatın şiir, hikâye, deneme alanlarında olduğu gibi, akademik anlamda edebiyat üzerine de yazılar kaleme alan Hüsrev Hatemi, Karakavak Şiirleri’nde kendine has ince ve duyarlı üslubunun sindiği şiirlerle sesleniyor okuyucuya. Şiirlerinde biçimsel olarak modern serbest tarza, içerik bakımından ise geleneksel olana yakın duran Hatemi’nin başlıca temaları arasında geçmişe özlem, mekanlar, öbür alem, inanç, aşk ve ayrılık sayılabilir. Şair, şiirsel duyarlılık yanında bilim adamı titizliği taşımasından olsa gerek, 120 küsur sayfalık kitabın sonunda bir de şiirlerle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Haşim’e kalsa, “eti için bülbülü öldürmek” kabilinden yorumlanabilecek olan bu durumu bir yana bırakıp Hüsrev Hatemi’nin “Zaman O’na yıl yazmamış” adlı enfes dörtlüğüyle noktayı koyalım: “Zaman O’na yıl yazmamış, silmiş / Ne zerafet, ne eda eksilmiş / Demek, Zaman sandığım kadar zalim / Ve güzelden anlamaz değilmiş.” / Birsen Küçükyılmaz
Tavsiye Et