Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2005) > Dünya Ekonomi > Her yabancı sermaye faydalı mı?
Dünya Ekonomi
Her yabancı sermaye faydalı mı?
Lokman Gündüz
SERMAYE, en hızlı küreselleşen üretim faktörü. Uluslararası sermaye hareketlerinin günümüzde ulaştığı hacim ve çeşitlilik ise bunun bir göstergesi. Mevcut iktisadi paradigma her türlü sermaye serbestiyetini destekliyor; bunun herkesin lehine olduğunu vurguluyor. Ancak temel iktisadi göstergeler ve gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ’ler) yaşadıkları krizler bu pembe tabloya gölge düşürüyor. Sermaye akımları hâlâ belirli bölgelerde yoğunlaşmaya devam ediyor ve ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği giderek artıyor. Krizler sebebiyle sadece sınırlı sayıda ülke, gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı azaltabilmiş durumda. 
Çoğunluk, uluslararası sermaye hareketleri içinde en makbul olanının doğrudan yabancı yatırımlar olduğunu düşünür. Doğrudan yabancı yatırımlar, yabancı sermayenin yurtiçi (ev sahibi) şirketlerle ortak girişimlerini ya da kendi kurdukları şirketlerle yaptıkları yatırımları kapsar. Örneğin çokuluslu şirketlerin Türkiye’de yaptıkları yatırımlar bu gruba girer. Bir ülkeye doğrudan yabancı yatırımları çekmek kolay değil. Bunu etkileyen çok sayıda faktör var. Araştırmalar daha çok piyasa hacmi, büyüme oranı, işgücü maliyeti, ekonominin açıklık derecesi, ticaret engelleri, döviz kurları, bütçe açığı ve vergi üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak çalışmalar en önemli değişkenin piyasa hacmi olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle çokuluslu şirketler ağırlıklı olarak bir ülkenin pazarını hedef almakta ve bunun için de piyasanın büyüklüğüne, kişi başına gelire bakmaktadır. 
Doğrudan yabancı yatırımların dünyadaki dağılımı oldukça eşitsizdir. Ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerde yoğunlaşmaktadır. Örneğin 2000 yılında dünyadaki 1,460 trilyon dolarlık doğrudan yabancı yatırımın %42’si Avrupa Para Birliği’ne dahil ülkelere, %21’i ABD’ye yapıldı. Aynı dönemde Doğu Asya ve Pasifik bölgesinin payı %3, Latin Amerika ülkelerinin payı ise %5,2 oldu. Bu bölgelerde eşit paylaşımdan söz etmek de mümkün değildir. Brezilya, Latin Amerika’ya yapılan yatırımların %46’sını elde ederken onu Meksika izlemektedir. Çin’in tek başına dünya pastasından aldığı pay %2,6 (yaklaşık 39 milyar dolar) oldu. Yani Doğu Asya ve Pasifik bölgesindeki yabancı yatırımların %87’si Çin’e ait. Onu Güney Kore ve Malezya takip ediyor. Aynı yıl Türkiye’ye düşen pay ise % 0,1’ler (982 milyon dolar) seviyesindedir. Son yıllarda Doğu Avrupa ülkelerine yapılan yatırımlar dışarıda tutulduğunda dünyanın diğer bölgelerine ve ülkelerine kalan pay çok azdır.
İktisat literatüründe doğrudan yabancı yatırımların ev sahibi ülke ekonomisine olumlu katkı yaptığı ve büyümeyi artırdığı vurgulanır. Büyüme, toplam yatırım stokunda meydana gelen artışlarla veya çokuluslu şirketlerin beraberinde getirdiği teknolojinin yayılmasıyla sağlanır. Buna göre bir ülkeye yapılan doğrudan yabancı yatırımlar o ülkenin ekonomik büyümesini de artırır. Ancak GOÜ’ler üzerine yapılan çalışmalar bu tek yönlü nedenselliği tam desteklemiyor. Birebir neden sonuç ilişkisini ortaya koymak zorlaşıyor. Çünkü bu noktada doğrudan yatırımın yapıldığı ülkenin özellikleri ön plana çıkıyor. Başka bir deyişle yabancı yatırımlardan beklenen faydanın sağlanması o ülkenin bunları kullanabilme kapasitesiyle yakından ilgili. Finansal gelişmişlik düzeyi yüksek, gelişmiş ülkelerle arasındaki teknolojik farkı az ve kalifiye insan gücü olan ülkelerde doğrudan yabancı yatırımlar olumlu katkıda bulunabiliyor. Kuşkusuz bu özelliklerin çoğu GOÜ’lerde bulunmuyor. Bu yüzden ancak sınırlı sayıda GOÜ, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkmayı başarabildi. Kaldı ki gelişmişlik kişi başına gelir dışında, hayat kalitesi gibi -eğitim ve bebek ölüm oranları vs.- faktörlerle ölçüldüğünde farkın daha büyük olduğu görülmektedir. Kısaca, doğrudan yabancı yatırımları sadece teşvik etmek yerine, onların sinerjisinden faydalanabilecek ortamları oluşturmak çok daha önemli. Ayrıca ekonomik büyümeyi ve istikrarı sağlayan ve böylece güvenli, yüksek getiri imkanı sunan ülkeler yabancı yatırımcıyı daha çok çekmektedir.
Uluslararası sermaye akımları içerisinde doğrudan yabancı yatırımlardan sonra en önemli yatırım türleri banka kredileri ve portföy yatırımlarıdır. Doğrudan yabancı yatırımlar, alınan yurtdışı banka kredileri ve portföy yatırımları toplanırsa dünyadaki toplam özel sermaye akımları elde edilir. Portföy yatırımlarını, tahvil portföy yatırımları ve hisse senedi portföy yatırımları olarak ikiye ayırmak mümkündür. Örneğin yabancıların İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda yaptıkları alım satımlar hisse senedi portföy yatırımlarını, Türkiye’nin ihraç ettiği tahvil ve bonolara yaptıkları yatırımlar ise tahvil portföy yatırımlarını ifade eder. Bunlardan başka şirketlerin ve bankaların yurtdışından aldıkları banka kredileri de yabancı banka kredileri grubuna girmektedir.
1990’lı yıllarla birlikte yabancı banka kredilerinin özel sermaye akımları içerisindeki payı hızla düşerken portföy yatırımlarda büyük bir artış gözlendi. Yükselmekte olan piyasalar olarak tabir edilen kimi GOÜ’lerin borsaları yabancı yatırımcıların ilgisini çekti. Ancak bu tür yatırımların doğrudan yabancı yatırımlara kıyasla çok kısa vadeli oluşu bir takım riskleri de beraberinde getirdi. Ani sermaye giriş ve çıkışlarının rahatlıkla gerçekleştiği tahvil ve hisse senedi piyasalarında yabancı sermayenin ülke ekonomisi üzerindeki olumlu etkisi çok daha tartışmalı bir konudur. Özellikle dışa açık küçük ekonomiler açısından sonuçlar dramatik olabilmektedir. Bu yüzden, Bretton Woods sisteminin kurucularından ünlü iktisatçı Keynes’in doğrudan yabancı yatırımlar dışındaki sıcak para hareketlerine sınırlamalar getirmeyi tavsiye etmesi sebepsiz değildi.
Özellikle hisse senedi piyasalarında meydana gelen bir kriz diğer ülke borsalarını da etkileyebilmektedir. Örneğin Asya ve Rusya krizlerinin ardından, komşu olan ve olmayan bir çok GOÜ’lerde portföy yatırımlarında yaşanan çıkışlar ülke ekonomilerini zora soktu. Yapılan çalışmalar bir ülkeye yapılan portföy yatırımlarındaki süreklilik unsurunun diğer yatırım çeşitlerine kıyasla çok az olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle doğrudan yabancı yatırımlara iyi kolesterol, portföy yatırımlarına kötü kolesterol denilmektedir.
Son yıllarda GOÜ’lerin cari açıklarının kapatılmasında özel sermaye akımlarının payı oldukça arttı. Bu yüzden farklı süreklilik unsurlarını içinde barındıran yabancı sermayenin kompozisyonu çok önemlidir. Örneğin Malezya, Asya’daki finansal krizden sonra çabuk toparlanmasını buna borçludur. Malezya’da doğrudan yabancı sermayenin toplam özel sermaye akımları içerisinde payı %70’lerdedir. Türkiye’nin ise benzer bir kompozisyonu yoktu. Türkiye’nin 2000 yılı sonu itibariyle 11 milyar dolara yaklaşan özel sermaye akımlarındaki portföy yatırımlarının payı %65’ler (6,5 milyar dolarlık tahvil ve 490 milyon dolarlık hisse senedi) seviyesinde dolaşırken doğrudan yabancı yatırımların payı sadece %9’du (982 milyon dolar). Geri kalan %26’yı (2,8 milyar dolar) ise yabancı banka kredileri oluşturuyordu. Ekonomide dengeyi sağlayan ise İMF kredileri idi. Özel sermaye akımları dışındaki İMF kredilerinin özel sermaye akımlarına oranı %31’di (3,4 milyar dolar). Krizin hemen ardından 2001 yılında Türkiye’deki özel sermaye akımları toplamı 906 milyon dolara düştü. Portföy yatırımları ve yabancı banka kredileri eksi bakiye verirken (sırasıyla 1,8 milyar dolar ve 600 milyon dolar net çıkış) doğrudan yabancı sermaye 3,2 milyar dolara ulaştı. Ekonomiyi istikrara taşıyan ise 10,2 milyar dolarlık İMF ile 1,1 milyar dolarlık Avrupa Kalkınma Bankası kredileri oldu. Kıssadan hisse: Özel sermaye akımlarının büyüklüğü önemli, kompozisyonu ise çok daha önemlidir.

Paylaş Tavsiye Et
Dünya Ekonomi
DİĞER YAZILAR