Kitap
Amerikan Emperyalizminin Sonbaharı
Chalmers Johnson
Türkçesi: Hasan Kösebalaban
İstanbul: Küre Yayınları, 2005
Amerikan saldırgan politikası ve militarizmi dünyanın huzurunu bozmaya devam ediyor. Gariptir ki, ne zaman çılgın Amerikan militarizminden söz etsek de, 11 Eylül 2001’i milat alıyoruz. Bir başka deyişle, tarihi birkaç yıl geriden başlatıyoruz. Bu da bizim ufkumuzu daraltıyor, idrakimizi köreltiyor. Ufuk ve idrak tarihe muhtaç. Tarihsiz ufuk kördür, idrak ise topal.
Bugün dünyadaki güç dengelerini, mevcut siyasî, ekonomik ve kültürel gidişatı idrak etmek istiyorsak, Amerikan militarizmini tarihî bağlamına oturtmaya mecburuz.
Ünlü tarihçi Arnold J. Toynbee, militarizmin iki belirtisinden bahseder: “Bunlardan biri, silahlı kuvvetlerin ‘devlet içinde devlet’ olması; sivil yürütme, yargı kurumları ve seçmen kitlesinin sıkı kontrolünde olmak yerine, devlet içinde adeta bağımsız ve hâkim güç olarak hareket edebilmesidir. İkincisi ise, askerîleşen ülkenin silahlı kuvvetlerinin büyük kısmının mecburi askerlik yoluyla toplanması ve bu birliklerin son derece teşkilatlı olup, güçlü bir esprit de corpsa [takım ruhuna] sahip profesyonel bir subay grubunun elinde bir araca dönüşmesidir.” Peki, bu belirtilere göre ABD ne zamandan beri militarist bir devlet olarak nitelenebilir? 11 Eylül’den beri mi? Hayır, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana çağdaş Amerikan siyaseti militarist bir zihniyetle örgütlenmektedir.
Ne var ki, Amerikan militarizmini tek başına ele almak yeterli olmayacaktır. Amerikan militarizmi, Amerikan emperyalizmi ile el ele yürüdüğünde iktisadî sömürü, kültürel bağımlılık ve askerî kuşatma anlamına gelecek, Amerikan hegemonyasının bedeli sefalet, kan ve gözyaşı ile ödenecektir.
Amerikan Emperyalizminin Sonbaharı ünlü siyaset bilimci Chalmers Johnson’ın 2004’te yayımlanan ve büyük yankı uyandıran The Sorrows of Empire adlı kitabının Türkçesi. Johnson, eserinin Türkçe baskısına yazdığı önsözde şunları söylüyor: “Bu kitabın tercümesinin Müslüman ülkeler içerisinde ilk kez Türkiye’de yayımlanıyor oluşu, benim için bir mutluluk vesilesidir. Türk halkı farkını, 2003 yılının ilkbaharında Bush’a destek vermeyi reddederek ve Amerikan askerlerinin Irak’ı işgal etmek için Türkiye’yi bir geçiş noktası olarak kullanmalarına izin vermeyerek gösterdi. Bütün dünya Türkiye’ye bu zor kararı için şükran borçludur.”
Amerikan emperyalizmi ve militarizminin aktörlerini, kaynaklarını ve reflekslerini en ince ayrıntılarıyla ve dünya coğrafyasının farklı bölgelerindeki örnekleri ile ortaya koyan eser, ABD dış politika yönetiminin hangi evrelerden geçerek bugüne geldiğini bütün çıplaklığı ile gözler önüne serme başarısını gösteriyor. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür
Manuel Castells
Türkçesi: Ebru Kılıç
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005
1970’ler, sosyal teori alanında “yeni bir toplum”un yükseldiğini ihsas ettiren çalışmaların da başladığı yıllardır. Muhafazakâr ya da liberal gelenekten gelen teorisyenler mevcut toplum türünü (toplumsal yapıyı, sosyallikleri) “ileri” bir aşama (post-endüstriyel toplum, bilgi toplumu vb.); Marksist gelenekten gelen düşünürler ise siyasetin ve mücadelenin anlamsızlaştığı, tahakküm mekanizmalarının daha mikro alanlara sirayet edebildiği yeni bir durum olarak kavramıştır. Bu “yeni toplum”un sosyolojisiyle ilgili Batı’da oluşan literatürün önemli bir kısmı Türkçe’ye de taşındı. Bu çerçevede söz konusu literatür içerisinde kayda değer bir yeri olan ve Manuel Castells tarafından kaleme alınan Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür isimli eserin Ağ Toplumunun Yükselişi başlıklı birinci cildi bugünlerde Türkçe’ye çevrildi. (Eserin ikinci cildi Kimliğin Gücü, üçüncüsü de Milenyum’un Sonu başlıkları ile yayımlanacak.) Manuel Castells, Marksist bir gelenekten gelmesine rağmen “yeni toplum” ile alakalı olarak daha önce yalnızca muhafazakâr ya da liberal düşünürlerin itibar ettikleri “bilginin örgütlenme”si konusunu ele alan soğukkanlı entelektüellerden biri. Kent sosyolojisi alanındaki yetkin çalışmalarıyla bilinen Castells’in üç ciltlik eseri, enformasyonel ve teknolojik medeniyetin beraberinde getirdiği toplumsal, kültürel, iktisadî ve psikolojik dönüşümleri çözümleme iddiasında. G. Pascal Zachary, Castells’in eserini şu şekilde tavsif ediyor: “Adam Smith kapitalizmin nasıl işlediğini, Karl Marks da neden işlemediğini açıkladı. Şimdiyse Manuel Castells Enformasyon Çağı’nın sosyal ve ekonomik ilişkilerini açıklıyor.” / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Ahmed Davudoğlu
Ankara: Hece Yayınları, 2005
Ölüm Daha Güzeldi merhum Ahmed Davudoğlu’nun ibret dolu hatıraları. 1912 yılında Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde yer alan Şumnu vilayetinde dünyaya gelen Davudoğlu, 1936 yılında Medresetü’n-Nüvvab’dan mezun oldu. Aynı yıl gittiği Mısır’da altı yıl kalarak Câmiatü’l-Ezher Külliyyetü’ş-Şerîa’yı bitirdi. Medresetü’n-Nüvvab’da iki sene öğretim üyeliği ile bir sene müdürlük yapan Davudoğlu, 1945 senesinde komünist idare tarafından “Türkiye lehine casusluk faaliyetinde bulunan bir örgüt kurmak” suçlamasıyla tutuklandı ve ağır işkencelere maruz kaldı. Davudoğlu, ailesi ile birlikte 1949 yılında Türkiye’ye göç etti. 1956 yılında kurulan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nün öğretim kadrosu içerisinde yer aldı. 1963 senesinde de enstitünün müdürlüğüne tayin edildi. 1966 yılında Konya’da düzenlenen bir sempozyumdaki konuşması dolayısıyla bir yıl hapis yattı. 1971 senesinde de, memuriyetle ilişkisi kesildi. Davudoğlu, 7 Nisan 1983 tarihinde vefat etti. Ölüm Daha Güzeldi, zorluklar içerisinde geçen bu hayatın birinci elden tanıklığını yapan ve bir döneme ışık tutan bir eser. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Öğrenme ve Öğretme Süreçlerinde Dinî İletişim
Suat Cebeci
İstanbul: İz Yayınları, 2005
İnsanlar arasındaki bütün öğrenme ve öğretme süreçlerinin esasında birer iletişim eyleminden ibaret olduğu kabulünden hareketle kaleme alınan bu çalışma, dinin öğretimi ve öğrenimini “bir iletişim sorunu” olarak değerlendirmekte, dinî iletişimin problemleri, ilkeleri, alanları ve teknikleri üzerinde durarak, bu süreçte öne çıkan aktörlerin “sorumluluk”larını irdelemektedir. İletişimin unsurlarına dair ortodoks iletişim çalışmalarında sıklıkla karşımıza çıkan bir ayrımı temel alan eser, bu çerçevede “dinî iletişimde kaynak”, “dinî iletişimde mesaj”, “dinî iletişimde kanal” ve “dinî iletişimde alıcı” kategorileri çerçevesinde dinî iletişim meselesini tahlil etmeye çalışır. Bu çalışmayı gün yüzüne çıkaran kaygı en açık ifadesini şu cümlelerde bulmaktadır: “Dinî iletişim, insanlar arasında çeşitli yollarla dinî duygu, düşünce ve anlayışların paylaşılmasını ifade ediyor. (…) İletişim kavramının öne çıkarılması, hem dinin planlı ve programlı öğretim etkinliklerinin dışında da öğretilip öğrenildiğine, hem de işin teknik yönlerine dikkat çekmek içindir.” / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Emine Işınsu
Ankara: Elips Kitap, Kasım 2004
Tutsak’ın ilk basımı Emine Işınsu’nun romana henüz yeni başladığı varsayılabilecek bir zamanda, 1973 yılında yapılmış. Yine de geçtiğimiz sonbaharda Elips Kitap tarafından yeniden basılan bu romana göz atan her okuyucu aradan geçen otuz iki seneye rağmen, romanın güncelliğinden pek de bir şey kaybetmediğini görebilir. Genelde romanlarında Türkiye dışındaki Türklerin hikâyelerini anlatan Işınsu, roman tekniğinin gücünü kullanarak gerçek dünyada hemhâl olamadıklarımızı his dünyamıza sokuyor; haber bültenlerinde iki dakikalık üzüntü kaynağı olmaktan öteye geçemeyen insan ve olayları ete kemiğe büründürerek okuyucularını onların acılarına ortak ediyor. Tabii bunda Emine Işınsu’nun, yeri düştükçe Kerkük Türklerinin naifliğiyle meşhur hoyratlarını zikretmesinin de katkısı büyük. İşin sırrı, belki de yazarın, Tutsak’ın arka kapağındaki ifadelerinde yatıyor: “Benim gerçek dünyam romanın dünyası, şu yaşadığım hayat ise sanki sunî olanıdır. Öfkem, mutluluğum, mutsuzluklarım, suskunluklarım hep yazmakta olduğum romanlardaki olaylar ve kişilerle ilgilidir.”
Tutsak’ın arka planında Kerkük Türkleri bulunmakta. Yüzeyde ise romanın baş kahramanı Ceren’in eşi, arkadaşları ve sanatıyla olan sorunları ele alınıyor. Kerkük Türklerinin sıkıntıları, hayal ve ülküleri, 1950’li yılların sonuna doğru Kerkük’ten anavatana yardım çağrısı ile gelen bir Kerkük Türkü’nün etkisinde kalmış Ceren aracılığıyla anlatılıyor. Ceren’in eşinin amca oğlu Tarık, Irak Türklerinin yaşadıklarından tüm dünyayı haberdar etmek için Türkiye’ye gelip bir dernek kurmayı umuyorken, o günün Türkiyesi’nin çıkmazlarını ve siyasî iktidarın muktedirsizliğini görüyor. Daha sonra Tarık’ın, Baba Barzanî’nin Kerkük’e gelişinin ardından patlak veren olaylar sırasında hunharca şehit edilişi Ceren’i derinden etkiliyor. Emine Işınsu 1960 İhtilâli’ne yakın bir zamanda geçen romanında Demokrat ve Halk Partililerin içinde bulunduğu durumu, başbakanın ve İsmet İnönü’nün halet-i ruhiyesini ve halkın olaylara ve şahıslara karşı değişken tepkisini, gidişatın farkında olmanın acısını yaşayan kahramanı üzerinden anlatıyor. Ayrıca Emine Işınsu mutadı olduğu üzere, kimi gerçek şahsiyetleri de farklı isimlerle romanına konuk ediyor; bunların arasında Osman Yüksel Serdengeçti ve Alpaslan Türkeş’i saymak mümkün. Ceren’in kişiliği ile Menderes’in kişiliği arasında paralellikler kuran yazar, Ceren’in kocası ve sosyal çevresiyle olan ilişkisini Menderes’in halk ve partililerle olan ilişkisiyle eşleştiriyor. Bu bakımdan ilginç bir damar yakalamışsa da Işınsu, bu bağlantının çokça üstünde durmuyor. Romanda birçok konu tam açıklığa kavuşturulmuyor; birçok karaktere ait tahlil ve tespitler yarım bırakılıyor. Belki de bu yüzden bir tamamlanmamışlık hissi ile biten Tutsak, yakın tarihimizin siyasî olaylarına bir kadın kahraman, hem de psikolojik olarak kendini bu siyasî olayların baş aktörlerinden biriyle eşleştiren bir kadın kahraman gözüyle bakması hasebiyle dikkate değer bir roman. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
İskender Pala
İstanbul: Alfa Yayınları, Mayıs 2005
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, bir şeyi anlayabilmek için muhakkak içini boşaltıp, içindekileri ortaya döküp teker teker incelememiz gerekiyor. Sonra etrafa saçılan parçaları elimizden geldiğince toparlamaya çalışıyoruz; ama arada unutulanlar, yerine konulmaya lüzum görülmeyenler, yerlerine konmayı beklerken çürüyüp yozlaşanlar oluyor. Ne tekrar bir araya getirdiğimiz eski haline benziyor, ne de elimizdekini anlayıp amacımıza ulaşabiliyoruz. Lakin, arada birileri çıkıp “İşte bakın, bunlar o unutulan, eskiyen, çürüyen parçalar; bir araya getirebilseydik aslı olacaktı” da diyor. İşte İskender Pala’nın Kitâb-ı Aşk’ı benzer bir çabanın neticesi. Sünmüş, yozlaşmış, içi boşalmış aşka eski bir nefes getirme gayesiyle Pala, bize aşkın aslının ne olduğunu, nasıl yaşandığını anlatıyor. Kitaptaki bazı yazılar Pala’nın kimi kitaplarından alınmış, bazılarıysa bu kitap için özel kaleme alınmış. Kitapta aşk anlatılırken beş bölüme ayrılmış; ki bunların isimleri bile bize aşkı anlayabilme yolunda bir şeyler söyleme gayretinde: Mukaddime-i Aşk, Aşk-ı İnsanî, Aşk-ı Hayalî, Aşk-ı İlahî, Hikâye-i Aşk. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et