Yönetmen: Ron Howard
Senaryo: Cliff Hollingsworth, Akiva Goldsman
Oyuncular: Russell Crowe, Renée Zellweger
Yapım: ABD, 2005, 144 dk.
İrlanda kökenli bir ailenin yedi çocuğundan biri olan James J. Braddock, karısı ve üç çocuğu ile Amerika’nın içinde bulunduğu “Büyük Bunalım” yıllarını yaşamaktadır. Birçokları gibi sefil bir hayatları vardır. Oysa Braddock, eski günlerinde çok iyi bir boksördür. Başarısının zirvesinde olduğu sırada, haksızlığa uğrayıp boksörlükten men edilmesi ve rıhtımlarda çalışmak zorunda kalması, kendisini ve ailesini mutsuz eder. Kariyeri altüst olan boksör, boğazına kadar borca battığı için ailesine de bakamayacak duruma gelir. Eski başarılı günlerinin özlemini taşır. Yaşlanması nedeniyle herkesin kendisinden ümidi kestiği bir zamanda, beklenmedik bir şey olur. Karısının fedakârlığını ve çocuklarının içinde bulunduğu zorluğu düşünerek yeniden ringlere dönen boksör, Amerikan boks tarihindeki bir başarı öyküsünün de kahramanı olur.
Cinderella Man, Ron Howard ile Russell Crowe ikilisini yeniden buluşturur. Bir başka ikili olan Jim Sheridan ve Daniel Day-Lewis’li Boxer filmi ile neredeyse ortak bir üçgende ilerleyen Cinderella Man, Amerikan boks tarihinin önemli ismi James J. Braddock’un hayatını anlatır. Ron Howard ve Russell Crowe, Akıl Oyunları’ndan sonra Cinderella Man’de ikinci kez gerçek bir hikâyeden yola çıkarlar. Amerikan tarihinin karanlık dönemlerinden biri olan Büyük Bunalım yıllarını anlatan film, boks ve aşk ikileminde ilerler. Tarih 20. yüzyılın en acılı günlerini gösterdiğinden, ulusal travmanın boyutları da filme taşınmış olur. Fedakâr babanın, karnı açken bir hikâye uydurarak kendi salamını kızına yedirmesi, oğlunun kasaptan salam çalması üzerine ona onurlu davranmayı öğretmesi, içinde bulundukları sefalete rağmen çocuklarına verdiği sözü tutması ve ailesini bir arada bulundurma gayreti, filme ahlakî bir boyut katar. Bununla birlikte, alışık olduğumuz Rocky filmlerinden farksız olan ve seyirciye şampiyonun ringe çıkana kadar attığı her adımı tek tek saydıran Cinderella Man, sefalet kokan bir döneme dair bütün klişelere başvurur. James J. Braddock'un başarısının zirvesinde olduğu bir dönemde haksızlığa uğraması, rıhtımda ağır işlerde çalışmak zorunda kalması, kolunun kırılması, boksu çocuklarına süt almak için yapacağını dillendirmesi, seyirci açısından itibar edilmesi güç bir manipülasyonla sunulur.
James J. Braddock, gerçek hayatında fedakâr bir eşe ve yaşlarına göre olgun çocuklara sahiptir. Fakat Cinderella Man, bir kahramana hayatın kendisinden daha cömert davranarak, masalsı bir gerçeklik vaat eder. Şampiyonun pelerininin ahenkle uçuşması için rüzgarı hızlandırmaya kalkan yönetmen, filmin adına yakışır masalsı bir biyografi sunmaktadır. Ancak Rocky filmlerini ezbere bilen seyirci, bu rüzgarın en fazla ne kadar esebileceğini kestirebilecektir. / Esra Bulut
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Chris Kentis
Oyuncular: Blanchard Ryan, Daniel Travis
Yapım: ABD, 2003, 79 dk.
Açık Deniz, iş hayatından bunalıp tatile kaçan Amerikalı bir çiftin, katıldıkları dalış gezisinde rehberin dalgınlığı sonucu okyanusun ortasında unutulmalarını ve türlü tehlikeler ve köpekbalıklarıyla geçirdikleri yirmi dört saati konu alıyor. İletişim çağının kapsama alanından çıkıp doğayla savunmasız bir şekilde baş başa kalan çifte, doğa hakkında tek bilgi kaynağı olan belgeseller de pek yardımcı olamıyor. Dijital kamera ile çekilmiş düşük bütçeli bir film olan Açık Deniz, gerilimi gerçek köpekbalıkları ve belgesel tadındaki görüntülerle artırıyor. Sonu itibariyle modern yaşamın nimetlerine methiyeye dönüşse de film, farklı okumalara olanak sağlamakta. Gece, deniz ve balık üçgeninde “Yunus olma halet-i ruhiyesini” hissettiren filmde, insanın dünyadaki konumuna dair çıkarımlarda bulunmak da mümkün. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Terry George
Senaryo: Terry George, Keir Pearson
Oyuncular: Don Cheadle, Sophie Okonedo
Yapım: Kanada, İngiltere, G. Afrika, Cumhuriyeti 2004, 110 dk.
Ruanda, Afrika kıtasının minik ülkelerinden. Bu topraklarda 1890’lara kadar kendi halinde yaşayan halk bu tarihten sonra Alman sömürgesi olur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bir başka emperyalist ülke Belçika, Afrika’nın bu yeşil memleketini son damlasına kadar sömürmek üzere harekete geçer. Bu uğurda insanlık tarihinde benzerlerine daha önce de rastlanan sinsi tuzaklardan birini kurar ve halkın arasına nifak tohumları saçar. Birbirleriyle yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Ruandalılar, Belçikalıların “böl ve daha çok sömür” politikası sonucu Hutu ve Tutsi şeklinde suni bir ayrılığın pençesine yakalanırlar. Ten renklerine dayanan bu ayrılık, verilen resmî kimliklerle perçinlenir. Bu dönemde iktidarda Belçikalıların desteklediği Tutsiler vardır. Devran tekrar döndüğünde ulus-devlet düşüncesi Ruanda’da bağımsızlık rüzgârları estirir. Belçika, Hutuları desteklemeye başlar. Suni ayrılık, Belçikalıların ezdiği Hutularda, Tutsilere karşı bir kine sebebiyet verir. Hutu-Tutsi anlaşmazlığı, tarih 1994’ü gösterdiğinde, yüz gün içinde bir milyon insanın öldürüldüğü bir katliama dönüşür. BM ve tüm dünya ülkelerinin seyretmeyi tercih ettiği bu katliam, 20. yüzyılın kara sayfalarından biri olarak hafızalara kazınır.
Film, bu katliama şahitlik eden bir otel müdürünün gerçek hayatından aktarılmış bir kesittir. Perdeye, katliam sırasında ülkesinde mülteci konumuna düşen binin üzerinde Tutsi’nin sığındığı otelin, Hutu olan müdürü Paul’un çabalarıyla hayatta kalma mücadeleleri yansır.
Gerçekçi bir yaklaşımı esas alan filmin, anlatımını Hollywood diline yaslaması ortaya basit bir sinema dili çıkarır. Aynı zamanda bu dil, filmin duygular çerçevesinde anlık tepkilerin peyda olduğu bir serüvene dönüşmesine de kapı aralar. Anlık duygulanımların maskesi altında yer alan mazlum olma edebiyatı, işin aslına yönelik açılımları güdük bırakır. Özeleştiri mahiyetindeki bazı itirafların ise “yaptık ettik ve özür dileriz; aynı zamanda bunu mazur görünüz, görmelisiniz” tavrına dönüşmesi sinematograf açısından filmin zaafiyetlerini çok açık bir şekilde ortaya koyar.
Sinema garip bir sanat. Özellikle politik kamera sinema sanatının garipliğini bize gösterir. Ortada yaşanmış bir gerçek var ve bu gerçeğin bir yorumla yansıması, gerçeğe aykırı bir biçimde olmamalı.
Yakın dönemde yaşanmış bu trajik vakanın film karelerindeki kısmî yansımasını görmek için sinema salonlarına uğramakta fayda var. Lakin trajik olanın insanın elinden çıktığı ve insanî olanın trajik olmadığı düşüncesini yanınıza alarak, salonun aldatıcı havasından hastalık kapmamaya da gayret göstermek gerek. / Murat Pay
Tavsiye Et