Konuşan: Sefer TURAN
MUSTAFA Akkad, aslen Suriyeli. Uzun süredir Amerika’da yaşıyordu. Yaptığı Çağrı ve Çöl Arslanı filmleri, onu dünyanın en önemli yönetmenleri arasına soktu. O, “kendisi” kalınarak da Hollywood’da büyük işler yapılabileceğini gösterdi. Mustafa Akkad Ürdün’deki saldırılarda hayatını kaybedince, 30 Kasım 2002’de kendisiyle İstanbul’da yaptığım röportajdaki sözlerini hatırladım. Akkad son yıllarda İstanbul’a gelir gider olmuştu. Bunun nedeni İstanbul’la ilgili büyük bir projesi olmasıydı. İstanbul’u “İslam dünyasının sinema merkezi” yapmak istiyordu. İstanbul’a geldi, ancak burada umduğunu bulamadı. Bundan dolayı da bu önemli proje gerçekleşmedi. Akkad’ı daha yakından tanıtmak için, yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum.
Çağrı filminin düşüncesi nasıl oluştu?
Her şey çocuğum doğduğunda başladı. Kafamda şöyle bir fikir oluştu: “Çocuklarıma dinlerini nasıl öğreteceğim?” Ve o zaman kendi sorumluluğumu hatırladım. Çünkü biz gelenek olarak hep başkalarını eleştirmeye alışkınız. Hükümetleri çocuklarımızın eğitimiyle ilgilenmediği için eleştiririz. Halbuki kendi sorumluluğumuz da vardı. İşte Çağrı projesi böyle ortaya çıktı. Hem kendi çocuklarımın, hem de başka çocukların geleceği için yaptım Çağrı’yı. Ama bu hiç kolay olmadı. Hollywood’da Anthony Quinn’in başrolde oynadığı İslamî bir film yapmak gerçekten zordu; çünkü orada İslam’a dair her şey çirkin gösteriliyordu. Bizde de “Hollywood’daki her şey kötü” şeklinde bir anlayış vardı. Onun için oldukça zor bir işe soyunmuştum.
Peki film, nasıl bir tepkiyle karşılandı? Çağrı’nın etkisi ne oldu?
Tepkiler olağanüstüydü. Batı’da filmi izleyen binlerce kişi Müslüman oldu. Özellikle Amerika’da siyahlar arasında İslam hızla yayıldı. İslam dünyasında da insanlar beni omuzlarında taşıdı. Bu müthiş bir duygu idi. Şu anda bile bütün dünya televizyonları Çağrı’yı yayınlıyor. Ama şunu söylemeliyim: Ben filmi, bir tebliğ filmi olsun diye çekmedim. Ben sadece İslam hakkındaki doğru bilgileri beyazperdeye taşıdım.
Çağrı, sizce neden bu kadar etkili oldu?
Ben filmi yaparken özellikle Amerikan kamuoyunu dikkate aldım. Onlara kendi mantıkları ve dilleriyle hitap ettim. Filmde Hıristiyanlıkla İslam arasındaki ilişkiye, Hz. Meryem’e vurgu yaptım. Sahneleri bu mantıkla çektim. Dolayısıyla film onlar üzerinde de etkili oldu.
Yıllardır konuşulan bir söylenti var. Filmde Hz. Hamza’yı canlandıran Anthony Quinn, Müslüman oldu mu?
Anthony Quinn, çekimler bittikten sonra bana şunu söyledi: “Ben Müslüman olmadım ama İslam dinine artık daha çok saygı duyuyorum.”
Bir filmin başarılı sayılmasının en önemli göstergelerinden biri, başrol oyuncusunun gösterdiği performans. Oysa Çağrı’da filmin başkahramanı, yani Hz. Peygamber görünmüyor. Buna rağmen film dünyanın en başarılı filmleri arasında. Bu başarının sırrı ne? Başkahramanın görünmediği bir filmi çekmek zor olmadı mı?
Çok zor oldu. Sadece baş kahraman değil, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hiçbiri yok. Hatta Hz. Hamza, diğerleri olmadığı için var. Bu durum Müslüman izleyici açısından sorun olmadı. Müslümanlar filmi izlerken, Hz. Peygamberin görünmemesi ile ilgili bir sıkıntı yaşamadılar. Ama yabancılar için bu bir sorundu. Sonuç olarak, başrol oyuncusunun olmadığı bir filmi çekerken doğal olarak çok zorlandım. Ama buna değdi. Mutluyum, mesaj yerine ulaştı.
Bir de filmi İngilizce ve Arapça olarak iki ayrı şekilde çektim. Arapça versiyonunda Anthony Quinn yerine Mısırlı sanatçı Abdullah Kays oynadı. Arapça, bazı sahnelerde daha etkili oldu. Örneğin Abdullah Kays’ın “Allahu Ekber” deyişi, Anthony Quinn’in “God is the greatest” demesinden daha etkili gelir bana!
Peki Hz. Peygamber ve diğer İslam büyükleri, filmde neden gösterilmedi?
İslam âlimleri, buna onay vermediler. Üstelik verseler de, ben o yüce kişiliği zaten göstermezdim. Bunun doğru olmadığına ben de inanıyorum. Sadece Hz. Muhammed’i değil, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın da canlandırılmasını onaylamıyorum. Onları göstermek, onların yüceliklerini gölgeler.
Çağrı’yı çekerken teknik anlamda zorlandığınız anlar oldu mu?
Evet, figüran olarak kullandığım kişiler köylülerdi ve onlar yaptıkları işe o kadar kendilerini kaptırıyorlardı ki... Örneğin Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi rolünü, kaldığım otelde çalışan elektrik teknisyenine verdim. “Filmde rol alır mısın?” dedim, kabul etti. Hz. Hamza’yı öldürecekti. Biraz eğitim verdik. Öldürme sahnesini çekiyoruz. Kameraları yerleştirdik, figüran oyuncular, yani askerler yerlerini aldılar. Rol gereği Vahşi, askerler arasından sıyrılacak ve Hz. Hamza’yı öldürecekti. Ama bunu bir türlü yapamadı. Çünkü askerleri oynayanlar filme kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki, Hz. Hamza’yı öldürecek diye Vahşi’nin aralarından geçmesine izin vermiyorlardı. Sahneyi tam beş kez çekmek zorunda kaldık. Sonunda figüranları ikna etmeyi başardım.
Filme dair unutamadığınız bir olay var mı?
Film bitti ve tüm dünyada gösterildi. Aradan bir yıl geçti. Libya’daydım. Bir gün telefonum çaldı. Açtım, “Ben Salim” dedi. Bir anda hatırlayamadım tabii. “Hangi Salim?” dedim. “Çağrı’da Vahşi’yi oynayan Salim” dedi. “Ooo ne yapıyorsun?” dedim. Bana çok kızgındı. “Allah’ından bulasın, hayatımı perişan ettin” dedi. “Ne oldu?” dedim. Anlattı: “Sokakta yürürken insanlar yüzüme tükürüyor. Sokağa çıkamaz oldum. İşimden atıldım. Hamza’nın katili diye kimse iş vermiyor. Yüzüme bakmıyor” dedi. Çok güldüm. Telefondan sonra Libya Enformasyon Bakanı’nı aradım. Durumu anlattım. Salim’e maaş bağladılar da adamı kurtardık!
Hollywood’da çekilen ve tüm dünyayı kasıp kavuran pek çok film insanları derinden etkiliyor. Bu filmlerde, İslam ve Müslümanlar, genellikle “olumsuz” bir imajla çıkıyor seyircinin karşısına. Nedir bu filmlerin mantığı?
Amerikan sinemasında Müslümanlar, hep çirkin bir tipleme ile canlandırılır. İslam’ı bir terör dini gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunda Hollywood’a egemen olan Yahudi etkisinin rolü büyük.
Peki Hollywood’da İslam için olumlu filmler çekmek nasıl mümkün olabilir?
Bütün iş parada. Ben para buldum Çağrı’yı, Ömer Muhtar’ı çektim. Finans olursa sorun kalmaz. Finans sorununu İslam dünyasının çözmesi gerekir.
İki önemli filminiz var: Çağrı ve Ömer Muhtar. İkisini kıyasladığınızda nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?
Sinema sanatı açısından baktığım zaman Ömer Muhtar’ı beğeniyorum. Konu olarak ise Çağrı’nın yeri bir başka. Çünkü Ömer Muhtar’da, başrol oyuncusunun da olması dolayısıyla sinema sanatının bütün inceliklerini kullandığımı sanıyorum. Ama aynı inceliği Çağrı’da yapamadım. Dolayısıyla bir sinema filmi olarak Ömer Muhtar’la gurur duyuyorum.
Bu filmde en etkilendiğiniz sahneler hangileri oldu?
Ömer Muhtar’ın tutuklandığı ve hapiste elleri kelepçeli olduğu bir sahne var. Bu şekilde abdest almaya çalışıyor. Arka planda ezan sesi var. Ömer Muhtar’ın yanı başında ise bir İtalyan subay nöbet tutuyor. Bu sahne bence çok etkileyiciydi. Filmdeki etkileyici ikinci sahne ise Ömer Muhtar’ın idamı gerçekleşince kadınların zılgıt çekmesi.
Neden İstanbul’dasınız?
İki projem var: Selahaddin Eyyubi ve İstanbul’un fethi... Türkiye’deki bazı çevreler İstanbul’un fethi ile ilgileniyorlar. Bunun için buradayım. İstanbul’un fethi, farklı dinlerin bir arada özgürce yaşadıkları Osmanlı’yı anlatan bir film olacak. Hangisi için para bulursam, onu önce yapacağım. Projenin bir parçası olarak da Türkiye’de bir sinema platosu kurmayı planlıyorum. Eğer finans bulursak, İslamî ruhu taşıyan büyük bir sinema platosu kuracağız. Ve bundan sonra burada çok önemli filmler çekeceğiz.
Paylaş
Tavsiye Et