Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2006) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Şaron’suz bir Orta Doğu / Yevgeniy Satanovskiy, İzvestiya, 13 Ocak 2006
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
İsrail siyasetinde, artık Ariel Şaron dönemi kapandı. Şaron’un sağlık durumu ne olursa olsun, siyaset bakımından hayatının sona erdiğini söylemek mübalağa olmaz. Önde gelen başbakan adayları ise, şu anda geçici olarak başbakanlık görevini üstlenen Ehud Olmert ile Likud partisinin lideri Benjamin Netanyahu. Fakat Şaron’un yerine kim geçerse geçsin, onun sahip olduğu otorite ve yetkilere sahip olamayacak. Bu yüzden yeni başbakanın yapacağı ilk şey, çıkmaza götüren bir yol olarak bilinen ‘Yol Haritası’na dönmek. Dolayısıyla da Filistin’e İsrail’den bağımsız bir devlet kurma imkanını veren ‘tek taraflı çekilme’ planı, henüz gerçekleştirilmeden tarihe karışacak.
Diğer yandan başlama ihtimali yüksek gözüken bir İsrail-İran savaşının nedenlerinden biri de, başbakan adaylarının savaş konusunda fazla tecrübe sahibi olmaması. Zira bir liderin savaş tecrübesi ne kadar az olursa, ülkesini savaşa sürükleme ihtimali de o kadar yüksek olur. Şaron bu konuda bölgenin en tecrübeli siyasetçisi olduğundan, olası bir İsrail-İran savaşını önleyebileceği ümit ediliyordu. Şimdi ise nükleer güce sahip olmak için çalışmalarını sürdüren İran’ın aynı zamanda İsrail devletinin Orta Doğu haritasından silinmesi gerektiği gibi İsrail’i kışkırtan açıklamalarda bulunmasının, ABD’nin de katıldığı global bir savaşa neden olabileceğinden korkuluyor.
Diğer yandan İsrail’in Lübnan, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi komşularıyla ilişkisi de Şaron’dan sonra oldukça değişebilir. Şaron, nefret duygusu uyandırmakla birlikte, yüreklere korku da salabiliyordu. Onu lanetleyenlerin, aynı zamanda ona bir nevi saygı duydukları da söylenebilir. Mezkur ülkelerin İsrail ile diyalog kurmaya yanaşmalarının nedeni de, Şaron’un eski Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek gibi siyaset adamlarına eşit bir siyasî otorite durumunda olmasıydı. İsrail’in yeni liderleri ise Arap dünyasında, Şaron kadar tanınan ve devre dışı bırakılması mümkün olmayan kişiler değil. Diğer yandan, Suudi Arabistan ile Suriye siyasî bakımından oldukça istikrarsız, Lübnan ise iç savaşın eşiğinde bulunuyor. Mısır’da da yakın zamanda siyasî dalgalanmaların meydana gelmesi pek muhtemel. Şaron’suz kalan İsrail, bu ülkelerden herhangi birinin saldırısına maruz kalabilir. Zira her siyasî lider, iç sorunları çözmenin en kolay yolunun dış düşman ile yapılan savaş olduğunu bilmekte. Orta Doğu için Şaron’un sahneden çekilmesi, bu tip sonuçlara yol açabilir. İsrail için ise Şaron’un başbakanlığının sona ermesi, siyasî ve askerî açıdan önemli rolü olan bir liderin görevden ayrılması anlamına geliyor. Şaron’un yerine geçecek kişinin ne derece başarılı olacağı sorusu ise ancak zamanla yanıtını bulabilir.

Tavsiye Et
Orta Asya’nın lideri kim olacak? / Aleksey Malashenko, Nezavisimaya Gazeta, 16 Ocak 2006
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Orta Asya merkezli bir stratejik rekabetin başoyuncuları gibi görünen ABD, Rusya ve Çin, bölgede kendi çıkarlarını gözetmekle birlikte, bazı konularda işbirliği yapmaktan da geri kalmıyorlar. Böyle bir işbirliğini vazgeçilmez kılan durumlardan biri, herkesin durdurulmasını istediği uyuşturucu trafiği. Bu bakımdan Afganistan’da uyuşturucu üretimindeki artışı engellemekte bir türlü muvaffak olamayan Amerika ile uzun zamandır Avrupa’ya uzanan bir uyuşturucu köprüsü niteliğinde olan Rusya’nın çıkarlarının örtüştüğünü söylemek mümkün. Bölgedeki radikal dinî hareketler de, laik rejimlerin taraftarları olan Çin, Rusya ve ABD hükümetlerini aynı maksat etrafında toplayabilen başka bir unsur.
“Yerel sorunların çözülmesi adına sınırsız bir sorumluluk altına girmeye hazır değiliz ve bunu yapmayacağız. Taraflardan herhangi birinin yerel krizlerin çözülmesi için bütün sorumluluğu Rusya’ya yüklemesine kesinlikle razı değiliz.” Vladimir Putin’in Ukrayna kriziyle ilgili bu sözleri mantıklı olmasına rağmen, madalyonun diğer yüzünü görmezden gelemeyiz. Zira Orta Asya’da askerî varlığını güçlendirmeye çalışan Rusya, bölge ülkelerinde işbaşında bulunan rejimlerin güvenliği konusunda otomatik olarak sorumluluk altına girmiş bulunuyor. Peki bölgenin istikrar garantisi rolünü üstlenmiş olan Rusya, bu görevi başarı ile yerine getirebilecek mi? Bu soruyu cevaplamak şu anda imkansız görünüyor. Diğer aktörlerden Çin, bölgedeki bütün iç ihtilaf ve sorunlara uzak kalarak, sorumluluktan kaçınmayı tercih ederken; ABD ise ‘bekleyip sonucu görme’ pozisyonunu seçti. Özbekistan’daki askerî üssünü kapatan Amerika’nın, bu adımı fazla pişmanlık duymadan attığı tahmin ediliyor. Aynı zamanda Ukrayna’daki ‘turuncu devrim’ sürecine de ABD’nin ilgisinin azaldığı söylenebilir. ABD’nin BDT ülkelerindeki demokratikleşme sürecinden el çekmesi, Rus hükümetinin yüreğine su serpmişe benziyor.
Rusya, Çin ve ABD arasındaki konsensüsün dayandığı temel, taraflardan hiç birinin yakın zamanda bölgedeki tek lider konumuna gelemeyeceği gerçeği. Aynı gerçeğin farkında olan yerel hükümetler de bu üç güçten herhangi birisi ile işbirliği yaparken, diğerleri ile arasının açılabileceği endişesine kapılmıyor. Zira yakın gelecekte Orta Asya üzerinde, siyasî ve stratejik bir tekelin hâkim olamayacağı düşünülüyor. Rusya’nın etkin bir oyuncu olmaya namzet olduğu Orta Asya sahnesinde, yeni oyuncuların ortaya çıkması da yalnızca an meselesi. Şu anda bu yöndeki niyetlerini dile getirme aşamasında olan Avrupa, şüphesiz zamanla bölgedeki etkisini daha da arttıracak. 2003 yılında ‘Japonya-Orta Asya’ işbirliği formatını teklif eden Tokyo da, bu sahnenin diğer oyuncu adaylarından.

Tavsiye Et
Usame bin Ladin’i yakalamak istiyor muyuz? / Robert Fisk, The Independent, 20 Ocak 2006
ABD İngiliz Basını
Çeviri: Ebru Afat
Neden sadece ses bandı? Neden video teyp değil? Hasta mı yoksa?
Amerikan “istihbarat kaynakları”na göre “evet”. Aynı eski hikaye: Usame bin Ladin bir mağaranın girişinden, mağaranın içinden, belki bir bodrumdan, kesin surette uzaklardaki bir telefon hattından kaydedilmiş bir banttan bize sesleniyor. Her zamanki gibi el-Cezire televizyonu tarafından yayınlanan 19 Ocak tarihli mesaj, Bin Ladin’in iletişim yöntemini hastalığın değil güvenliğin belirlediğinin bir hatırlatıcısıydı.
Bin Ladin’i bulmak için Afganistan’ı işgal ettik, onun destekçilerini öldürmek için Irak’ta savaşıyor ve ölüyoruz. Ama o hâlâ bizden paçayı kurtarıyor, bizi tehdit ediyor, hatta bizimle alay ediyor. Bu saçmalık daha ne kadar sürecek? Amerika, Pakistanlı çocukları parçalara bölüyor ve aralarında bir bomba imalatçısının da bulunduğu, aranan beş adamı öldürdüğünü iddia ediyor. Bin Ladin, Irak ve Afganistan’da ateşkesi kabul etmemesi halinde Amerika’nın yeniden saldırıya uğrayacağını söylüyor.
Bu bir oyun. Ne Bin Ladin’in kendi savaşını sona erdirme çağrısı yapmaya niyeti var, ne de George Bush ile Tony Blair’in. Bir saldırının ardından, bir başka ses bandı gelecek. Buradaki ironi Bin Ladin’in şu an için kısmen konu dışı olması. O, el-Kaide’yi yarattı ve görevi tamamlandı. Şimdi onu avlamak ne işe yarayacak? Bu biraz atom bombası icat edildikten sonra dünyadaki nükleer teknoloji uzmanlarını tutuklamaya benziyor. Canavar bir kere doğmuştur. Asıl uğraşmamız gereken el-Kaide’dir.
Bay Bush ve Bay Blair, hepimiz kötü gittiğini bildiğimiz halde bize Irak’ta işlerin yolunda gittiğini söylüyor. Anarşi bütün ülkeyi ele geçirmiş durumda. Blair bize Temmuz’da talihsizce Irak’ta yapılacak bir şeyin olmadığını söylemişti. Biz yine devam ediyoruz. 158 bini Amerikan üniforması giymesine rağmen, Irak’ta yabancı savaşçıları suçlayın, Suriye’yi suçlayın, İran’ı suçlayın. ‘Bizimle birlikte olmayan’ herkesi suçlayın. İşin aslı ABD ve İngiltere’nin bu utanç verici maceradan kurtulmasına yardım etmek için İran ve Suriye’ye ihtiyaç var. Peki o zaman ne yapacağız? Nükleer silah yapmak istemekle suçlayarak İran’ı kazığa bağlayacağız.
Sadece birkaç ay önce Bin Ladin, bizi el-Kaide’nin saldırıları hakkında açıklama bombardımanına tutmuştu. “Neden hiç kimse İsveç’in niye saldırıya uğramadığını sormadı?” demişti. Ve sanırım ABD’ye yönelik daha fazla saldırıdan, daha fazla bombalama baskınından, ‘terörle savaş’ın ilerideki safhalarından gerçekten korkabiliriz. Biz Batılılar bu ‘savaş’ı sona erdirmenin bir yolunu bulmayı bir türlü başaramadık. Peki Orta Doğu’da biraz adalete ne dersiniz? Bölgenin üzerini yıllardır örten adaletsizlik battaniyesini kaldırmaya ne dersiniz? Oradaki Müslümanlar onlara ihraç etmeye çalıştığımız demokrasinin birazından olsun hoşlanacaklardır. Bizim Batılı süper marketlerimizin raflarındaki insan haklarını da seveceklerdir. Ancak bir başka tür özgürlükten de hoşlanacaklardır; ‘bizden özgürlükten’. Ve görünüşe göre bunu onlara vermeyeceğiz.

Tavsiye Et
Irak’ta demokrasiye doğru düzensiz adımlar / Los Angeles Times, 21 Ocak 2006 Başyazı
Amerikan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Geçen ay yapılan parlamento seçimlerinin nihaî sonuçlarının 20 Ocak’ta ilan edilmesiyle birlikte, Irak’taki gelişmenin işaretleri ABD’nin ürettiği zaman çizelgesi yerine daha çok ülkenin kendi siyasî süreçlerinden neşet edecek.
Kusurlu ama geçerli bir seçimin bir aydan fazla bir süre sonra açıklanan sonuçları kimseyi şaşırtmadı. Şii dinci partilerin koalisyonu yeni Irak Parlamentosu’ndaki sandalyelerin yarısına yakınını kazanırken, Kürt ve Sünni grupların her biri 50 civarında sandalye elde etti. Bu da Şii partilerin toplam 275 sandalyeden 184’ünü kontrol edecek bir koalisyon kurmaları gerektiği anlamına geliyor.
Her ne kadar rakamlar öyle söylemiyorsa da, seçimlerin en büyük galibinin bir yıl önceki geçici parlamento seçimlerini boykot eden Sünniler olduğunu söyleyebiliriz. Sünniler geçici Ulusal Meclis’te sadece 17 sandalyeye sahiptiler ve yeni anayasa taslağının hazırlanması üzerindeki etkileri en düşük düzeydeydi. Sonuç olarak ortaya çıkan belge Sünnilere alışageldiklerinden daha az güç verdi. İlk görevi anayasayı düzeltmek olan yeni hükümette Sünniler artık daha fazla söz sahibi olacaklar. Ancak diğer yandan Sünni radikaller ülkeyi harap eden direnişin belkemiğini oluşturuyorlar. Siyasete daha fazla dâhil olmanın şiddete daha az dâhil olmakla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını şimdiden söylemek zor. Kürtler ve Şiiler de önceki -ve hâlihazırdaki- karşıtlarıyla siyasî barış yapmak zorunda kalacaklar. Bugüne kadar, Sünnileri de kapsayan bir ulusal birlik hükümeti kurmaktaki istekliliklerini net bir şekilde vurguladılar, Sünniler de kendi açılarından müzakerelere katılma sözü verdi. Sünniler gibi dinci Şiilerin çok güçlenmesini istemeyen seküler Şiiler de seçimlerde sandalye kaybettiler ve Sünnilerle bir ittifak kurmakla daha ilgili hale geldiler.
Bush yönetimi Irak için sözde dönüm noktalarına -Ocak 2004’te iktidarın ABD’den Iraklılara devredilmesi, Ocak 2005’te geçici hükümet için seçimler, Ekim 2005’te anayasa için referandum ve Aralık 2005’te yapılan genel seçimler- sıkça işaret etmişti. Bu dönüm noktalarının hepsinin ortak noktası şiddeti durdurmaktaki başarısızlıklarıydı.
Şimdi Irak iki defa seçilmiş bir parlamentoya sahip ve demokrasiye doğru düzensiz ilerleyişini adım adım sürdürüyor. Son bir dönüm noktası artık daha yakın: ABD’nin askerlerini Irak’tan geri çekeceği gün.

Tavsiye Et
İran ‘en kötüsü’ne hazırlanıyor / El-Quds El-Arabi, 21 Ocak 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
ABD, büyümekte olan, İran’ın nükleer programıyla ilgili krize endişeyle yaklaşıyor. Zira bu çerçevede atılacak herhangi bir yanlış adım korkunç sonuçlara yol açabilir. ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a ekonomik yaptırımlar uygulanması için müttefiklerini ikna etmek amacıyla hummalı bir çalışma yürütürken; İran’ın da gelecekte kendisini neler beklediğinin tamamen farkında olduğu ve hesaplarını kendisine ekonomik yaptırım uygulanacağı kesinmişçesine yaptığı görülüyor.
‘En kötüsü’ne hazırlanmak için İran hükümetinin iki temel adım attığı görülüyor: İlk adım, Batılı ülkelerde bulunan bankalardaki hesaplarını -devrimin ardından ABD Büyükelçiliği’nde gerçekleşen rehine krizi sonrasındaki gibi dondurulması tehlikesine karşın- tamamen çekerek, bunları Asya ya da Afrika’da bulunan ülkelere aktarması.
İkinci adımı ise İran Devlet Başkanı Ahmedînejad’ın Suriye’nin başkentine yaptığı ve ABD baskılarına karşı her iki ülkenin atacakları adımları görüştükleri ani ziyaret.
Asıl dikkati çeken ise İran Devlet Başkanı’nın burada yalnızca Suriye yönetiminin değil, Filistin direniş örgütlerinin de desteğini alması. Ahmedînejad’ın bu örgütlerin liderleriyle görüşmesi, İsrail ve ABD’ye İran’ın Lübnan’daki güney cephesini tekrar harekete geçirebileceği ve İsrailli hedeflere yöneltilen intihar saldırılarına sınırsız destek sağlayabileceğini ilan eden çok açık bir mesaj niteliği taşıyor.
ABD baskılarına karşı İran’ın manevî bir savaş yapacağı ortada. Yani İran, İslam dünyasını ABD’ye karşı tahrik etme ve İslamî direnişi, Lübnanlısı, Iraklısı ve Filistinlisiyle, ABD ve İsrail hedeflerine karşı harekete geçirmeyi amaçlıyor.

Tavsiye Et
Filistin’de hep aynı şarkı / İrfan Nizamüddin, El-Hayat, 23 Ocak 2006
Arap Basını
Çeviri: Hatice B. Şenkardeşler
Filistin ve ardından gerçekleşecek İsrail seçimlerinin sonuçlarının, bölgedeki barış çabalarının geleceğini nasıl etkileyeceği bilinmiyor. Herkes bekleyiş içinde: izleyici koltuğunda oturmayı alışkanlık haline getirmiş Araplar, çobanlık görevini yerine getiren ABD ve göstermelik dörtlü grubun (ABD-Rusya-Avrupa-BM) yalancı şahitleri...
Ancak İsrail’in güvercini ya da şahini olsun bütün grupları, meşruiyetini uluslararası anlaşmalardan alan gerçek ve adil bir barışı istemezken; bu çevreler hangi umutlarla hareket ediyorlar? ABD barışın gerçekleşmesi için istek, azim ya da irade göstermezken; Araplar, bölük pörçük parçalanmış ve anlaşmazlık içerisindeyken bu umut niye?
Öte yandan İsrail’deki seçimler, her seferinde, ‘işlerin çıkmaza girmesi, hükümette bir kriz çıkarılıp başbakanın istifa etmesi ve erken seçimlere gidilmesi’ şeklinde bir kısır döngüye dönüşüyor. Araplardan ise işbaşına tutucu ve tavizsiz biri gelirse, sabretmeleri isteniyor ki; iktidara gelen, önemli kararlar almak ve ülkedeki aşırıları dizginleyebilmek için gereken güç ve otoriteyi sağlayabilsin. Yönetime ılımlı kanattan bir aday seçilirse de, barış için gereken adımları atabilmesi ve muhalefetteki aşırı sağcılar karşısında zor duruma düşmemesi için yine Arapların onu desteklemeleri gerektiği öğütleniyor.
Böyle saçma, bıktırıcı oyalama taktikleriyle aslında hep aynı şarkı söylenip duruyor.
Şahinler-güvercinler, ılımlılar ve aşırılar yalanı ise beyinlerimizi yıkamaya çalışan Siyonist kitle iletişim araçlarının büyük bir vehminden öteye gitmemekte. Bu oyuna inanan inanıyor, inanmayan inanmıyor; fakat o arada İsrail kesin takvimlerle belirlediği yayılımcı projelerini sürekli, düzenli ve sistematik bir biçimde hayata geçirmeyi sürdürüyor.
O halde Likud-İşçi Partisi, güvercin-şahin, sağcı-solcu ya da ılımlılar-aşırılar arasında -pek az istisna dışında- hiçbir fark yok. Zira genel stratejileri ortak; anlaşmazlıkları ise ayrıntılarda ve izlenen yollarda yoğunlaşıyor. Şaron’un sağlık durumu bozulmadan önce kurduğu yeni partinin, ılımlı olduğu ve ortayı temsil ettiği söylentileri ise gerçeği yansıtmıyor.
Yöneticisini ya da ‘buldozer’ini kaybeden Kadima Partisi barış istediğini ve İsrail’in nihai sınırlarını çizmeyi amaçladığını -yani ‘büyük İsrail rüyası’ndan vazgeçtiğini- söylüyor. Ancak burada sorulması gereken soru şu: Utanç duvarı genişletilirken, Kudüs Yahudileştirilirken, mültecilerin dönüşü engellenirken ve yerleşim birimleri genişletilirken nasıl bir barıştan ve hangi sınırlardan söz ediliyor?

Tavsiye Et
Enerji diplomasisi / Nicolas Barré, Le Fıgaro, 24 Ocak 2006
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
Moskova ve eski uyduları arasında doğalgaz konusundaki demirden ittifak, İran’ın petrol ambargosu tehdidi ve Suudi lider Abdullah’ın Çin’e yaptığı görkemli ziyaret vb. diplomatik girişimler, petrol konusunda büyük güçlerin çok boyutlu rekabetinin stratejik karakterini ve enerji ile ilgili kazanımlarını koruma çabalarını gösteriyor.
Kuşkusuz, Nijerya ve Venezüella’dan Endonezya’ya, Yakın Doğu’da bir dünya savaşı var ve yeryüzünde gerginlik alanları gittikçe artıyor. Petrol fiyatlarının yükselişinden kaynaklanan sebeplerle biz de bu savaşın tarafı olmaya zorlanıyoruz. Fiyatlar tarihteki en yüksek değer olan 70,85 dolar seviyesine doğru ilerliyor.
Paradoksal olarak bu savaş, yüksek oranda enerji bağımlılığımıza rağmen, Avrupa’da nispeten endişe doğurmayan bir atmosferde cereyan ediyor. Şurası kesin ki, bu kaygısızlığın en önemli açıklamalarından birisi, 2005 yılında %4,2 olan dünya ekonomisinin büyüme oranının ‘siyah altın’ın fiyatlarında patlama yapmak için yeterli seviyeye ulaşmamış olması.
Bu durum bu yıl iki sebepten dolayı değişebilir: Birincisi, Çin faktörü; 1990’ların başında Çin petrol bakımından kendi kendine yetiyordu. Fakat günümüzde dünyanın en fazla petrol ithal eden ikinci ülkesi. Brüt olarak dünya petrol talebinin yükselmesinin yarısı, Çin kaynaklı. Çin, enerji pazarında gerginliğin en büyük kaynağı durumunda ve öyle de kalacak. Farz edelim ki, Çin ve Hindistan’ın kişi başına petrol tüketim oranları Japonya ile aynı seviyeye ulaştı, işte o zaman bu iki ülkenin talebi dünya petrol üretimini aşacaktır.
İkinci sebep; hidrokarbür enerjinin durumu: Yıllardır yatırımın yetersiz kalması ile Katrina ve Rita kasırgaları nedeniyle bakım işlemlerinin gecikmesinden dolayı, ABD’de yeni çevre normlarının yürürlüğe girmesi, rafine ürünlerin üretimini kısıtlıyor; buna karşın, dünyada talep düşmüyor.
Bu sebeplerden dolayı, enerji pazarı her an alevlenebilir. Pek çok ülke bunu anlamış durumda. Herkes kendisini çeşitli güdülerle, etkinliği giderek artan enerji silahıyla donatıyor. Bazıları güç oluşturmak için (Rusya, doğudaki komşularına; İran, BM Güvenlik Konseyi’ne; Venezüella, Bush’un Amerikası’na karşı…), bazıları ise stratejik denge kurmak için (Arabistan ABD’ye karşı) enerji yığınağı yapıyor.

Tavsiye Et
Almanya’da “resmî vicdan testi” uygulaması / Hans-Jürgen Leersch, Jean-Francois Tanda, Die Welt, 21 Ocak 2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
Almanya’da Baden-Württemberg eyaleti hükümeti, çokça tartışılan vatandaşlık testini sadece anayasadaki değer yargılarını algılama hususunda şüpheli gördükleri kişilere uygulayacağını bildirdi. İçişleri Bakanlığı ise, “ülke genelinden gelen sert tepkiden sonra uygulamanın yeni şekle tabi tutulduğu” iddiasının gerçeği yansıtmadığını ifade ediyor.
Alman Piskoposlar Birliği Başkanı Karl Lehmann, “devletin vicdan ölçmesine daha önce hiç rastlanmamıştı” sözleriyle, tartışmaya katılan ilk Kilise temsilcisi oldu. Dünyanın hiçbir yerinde insanların, kendi düşünce, kanaat ve algılarını devlet görevlilerine bildirmekten hoşlanmayacağını ifade eden Lehmann, bu şekilde düşünülmediği iddia edilse bile; Almanya’daki milyonlarca Müslüman’ın bu anketi kendilerine karşı “genel bir güvensizlik” olarak algılayacaklarını söylüyor. Lehnmann, devletin anayasaya sadık kişileri diğerlerinden ayırt etme hakkı olduğunu, ancak bu anketi bu işe uygun bir araç olarak görmediğini belirtiyor.
Bavyera Eyalet Meclisi ise komşu eyaletteki planlara anlayış gösterdi. Emilia Müler (CSU), anketteki her detayı onaylamasa da, vatandaşlığın da bir bedeli olduğunun ortaya çıkması gerektiğini belirtiyor. Almanya’nın vatandaşlık arzusundaki yabancılardan en önemli talepleri; Almanca bilgisi, erkek ve bayanların eşit olduklarını kabul etmek ile mecburî ve hülle evliliklerin reddi. Bayan Müler, “Alman vatandaşı olmak isteyenler bizim kültürümüzü kabul etmek zorundadır. Anayasamızın değer yargıları, yeni vatandaş olacaklar için sadece kağıt üstünde kalmamalı, aynı zamanda pratikte de kabul edilmelidir. Arzu etmediğimiz paralel toplulukların oluşumunu engellemek için yeni yaptırımları hayata geçirmeliyiz” şeklinde açıklamalarda bulunuyor.
Buna rağmen Berlin senatörü Erhart Körting, Baden-Württemberg eyaletinin uyguladığı anketi “saf ve etkisiz” olarak nitelendirdi. Körting’e göre Müslümanlara karşı genel bir güvensizliği dile getiren anket, anayasayı kimin çiğneyip çiğnemeyeceğinin anlaşılmasını sağlayamıyor. Körting bunun yerine hâlihazırda bütün eyaletlerde başarıyla uygulanan, “şüpheli başvuruların anayasa koruma birimlerince incelenmesi”nden yana. Alman Meclisi’nde ise, anket Birlik Partilerinin desteği haricinde, ciddi bir tepkiyle karşılanıyor.

Tavsiye Et
İran ve Rusya arasında işbirliği / Dr. İlahe Kulayi, Müşareket, 24 Ocak 2006
İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
Dünya, miladî yeni yılın ilk günlerinde Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan ve Avrupalıları da ciddi şekilde korkutan bir krize şahit oldu. Rusya’nın, Ukrayna’nın büyük bağımlılık duyduğu doğalgazın fiyatını artırma isteğinde bulunması, bu ülkeyi olduğu kadar bu ülkeden geçen boru hatlarından enerjilerini sağlayan Avrupa ülkelerini de ciddi olarak tehdit etti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını hâlâ içlerine sindiremeyen Rus liderler için bu durum, hem yeniden güçlü olduklarını Batılılara ve tüm dünyaya göstermek, hem de Ukrayna’daki Batı yanlısı ‘turuncu devrim’den intikam almak için iyi bir fırsat oldu. Rusya, eski Sovyet ülkelerini yeniden kendine bağımlı kılabilmek için bu kez enerji silahına başvurmuş görünüyor. Zira Azerbaycan ve Türkmenistan istisna olmak üzere diğer eski Doğu Bloğu ülkelerinin tamamına yakını enerji açısından Rusya’ya bağımlı durumda. Rusya, kendi nüfuzundan kurtularak Batı’ya yakınlaşmaya çalışan eski demir perde ülkelerine uyguladığı baskıları günden güne artırıyor. Son olarak Gürcistan da Rusya’ya ödediği gazın fiyatını artırmayı kabul etti. Rusya’nın Batı ülkeleriyle yaşadığı bu sorun, Moskova’nın İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarının bu ülkede yapılması teklifiyle aynı döneme denk geldi. Bu eş zamanlılığı iyiye yormak ve bu durumu İran’ın çıkarları açısından en iyi şekilde değerlendirmek gerekiyor. Kuşkusuz Rusya bu öneriyle İran’la Batı arasında yaşanan krizi sona erdirmeyi amaçladığı gibi, kendi ulusal çıkarlarını da düşünmekte. Zira bu şekilde Rusya, Batı karşısındaki konumunu daha da güçlendirmiş olacak. İran ile Rusya’nın sahip oldukları jeostratejik konum, birçok alanda işbirliği için uygun ortamlar sağlamakta. İran ve Sovyetler Birliği arasında 1960’lı yıllardan 70’lere kadar gerçekleşen geniş ekonomik işbirliği bu duruma iyi bir örnek teşkil ediyor. Bütün bunlara rağmen İran’ın hayatî öneme sahip ulusal çıkarlarının tamamen Rusya’nın inisiyatifine bırakılması kuşkusuz kabul edilemez. İran için en ideal yol, uranyum zenginleştirme çalışmalarının ülke içinde gerçekleştirilmesidir ve bunun için de uluslararası kamuoyunun ikna edilmesi gerekmektedir.

Tavsiye Et
İşkence rejimi / Zahid Seferoğlu, Yeni Müsavat Gazetesi, 20 Ocak 2006
Azerbaycan Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
‘Aliyev hanedanı’nın Azerbaycan yönetiminde olduğu sürece bu halka ve devlete ne kadar zarar verdiğini anlatmak için herhalde fazla bir şey söylemeye gerek yok. Bu hususta yalnızca Human Rights Watch gibi etkili uluslararası bir kurumun son yıllardaki Azerbaycan’la ilgili yayınlarına bakmak yeterli. Kurumun geçen yıl hazırladığı raporda da bir değişiklik meydana gelmedi ve iktidar sert ifadelerle eleştirildi. Belgede en çok eleştirilen noktalardan birisi de, devletin çeşitli birimlerinin suçsuz insanlara karşı ölçüsüz güç kullanımı ve işkence yapmasıyla ilgiliydi. Böylesine saygın bir kurumun yayınladığı bu rapor belki Batı ülkelerinde kamuoyu meydana getirebilir, ama bu raporda yazılan hususlar Azerbaycan’da herkes için günlük sıradan olaylar haline gelmiş bulunuyor. Yalnızca son bir yılda binlerce insan işkenceye uğrarken binlercesi de canını kurtarmak için soluğu yurt dışında aldı. Gürcistan ve Ermenistan gibi diğer bölge ülkelerinin, yabancı ülkelerde bu kadar vatandaşı olduğunu sanmıyoruz. Bu hususta kendimizi yalnızca Özbekistan ile eşit görebiliriz; Kerimov rejiminin karşıt düşünceli insanlara en ağır işkenceleri yapmaktan ve hatta öldürmekten çekinmediği Özbekistan. İtiraf etmek gerekir ki, Özbekistan bu konuda Azerbaycan hükümetinden çok daha ileri. Dikkat çeken nokta, işkence yapan yönetimlerin hepsinin anti-demokratik, yolsuzlukların çok yaygın olduğu yönetimler olması. Yine dikkat çeken bir diğer nokta da bu devletlerin birbirlerine karşı verdikleri destekler. Örneğin yakın geçmişte Andican’da meydana gelen olaylarla ilgili BM’de yapılan görüşmelerde Azerbaycan heyeti, Kerimov rejimini cansiperane bir şekilde savunmuştu. Human Rigths Watch’ın Azerbaycan ile ilgili diğer bir iddiası da, ülkede gizli işkence yerlerinin ve hapishanelerinin bulunduğu. Avrupa Konseyi’ne üye bir ülkede gizli hapishaneleri görmek isteyenler, buyursun Azerbaycan’a gelsin.

Tavsiye Et