SİYASET ile bürokrasi, bir gerçeğin iki farklı yüzüdür. Nitelikleri itibariyle, bazı açılardan birbirine zıt özellikler taşıyan bu iki alanın, bazen rekabet ve işbirliği, bazen de uyuşmazlık ve uyum ilişkisi içinde, ama her halükârda, ülke veya toplumun yönetilmesi, ülkenin kalkınması veya gelişmesinin sağlanması hedefi gibi ortak bir paydada buluştuklarını kabul etmek gerekir! “Zıtların ahengi” denebilecek türden bir yapı ve işleyişle karşı karşıyayız.
Siyasetin ve/veya bürokrasinin “memleket meselesi”ni halletmek hususunda yeterli olduğu inancı, tevarüs ettiğimiz en sihirli formüllerimizdendir. Bizim gibi, “memleket davası”nın ya da “vatan kurtarma” idealinin, kültürün bir parçası haline geldiği ülkelerde, herhalde, idealistlerin önüne çıkan iki yoldan birisi siyaset ise, diğeri de bürokrasidir. Fakat kısa süre sonra, iki yolun birbiriyle nasıl kesiştiği, siyaset ve bürokrasinin kıvrımları arasında idealizmin nasıl yok olduğu, çabucak anlaşılır! “Kurtarıcı” gibi bir misyon yüklenen meslek ve meşgûliyetlerin, toplumları nasıl sükûtu hayâle uğrattıklarını, kısa zamanda nasıl ölçüsüz istismarlara konu ve araç olabildiklerini görmek için, siyaset ve bürokrasi tarihinde olan bitenlere bakmak yeterlidir!
Yaygın ve yanlış anlayışa göre, ülkeye hizmetin yolu, mevki, makam sahibi olmaktan geçer! Bunun için en yükseklere kadar tırmanmak, ya seçilmek ya da atanmak; siyaset ve bürokrasinin en tepelerinde görev almak lazımdır! Daha üst mevkilerde bulunmak; daha başarılı olmak, daha fazla hizmet etmek demektir!
“Bizden birini” etkili yere veya önemli bir mevkie yerleştirebilmek için çaba göstermek, arkadaşlık, hemşerilik, partililik, hatta vatanseverlik görevidir. Bunun için “aday”ımızın ve adamımızın bazı eksiklerini görmemek; bilakis, ne kadar üstün meziyetlere sahip olduğunu ısrarla, abartarak dillendirmek gerekir!
Ne var ki, siyaset kurumunun, belki de “sessiz çoğunluğun iradesi” ile nispeten daha fazla değişebilir özellikte olmasına karşılık; bürokratik sistem kendiliğinden değişememekte; değişim daha ziyade yeni kadroların ihdas edilmesi ve yeni yöneticilerin atanması şeklinde, yani sadece “biçimsel plan”da, yeni bir iktidarın iş başına gelmesiyle mümkün olabilir zannedilmektedir. Değişim ve daha doğrusu dönüşümün nasıl olabileceği ise, üzerinde çok durulacak, kafa yorulacak, bir dantel gibi işlenecek derin bir bahistir, geçelim.
Hak etmediği halde, iktidar partisine yakın olduğu için atanan; hak ettiği halde, sadece iktidar partisine uzak görüldüğü için seçilmeyen veya atanmayan çok sayıda bürokrat vardır. Daha üst mevkilere seçilmek veya atanmak için, bütün siyasî aktörleri memnun etmeye çalışmak, olmazsa, kendini yakın hissettiği iktidarı beklemek ya da sonuca ulaşmak için bazen taktik siyasî duruşlar sergilemek, bürokratlar arasında varlığı bilinen bir olgudur!
Bürokrasi muhafazakârdır ve “demokrasi oyunu”nun kurallarını bozacak veya değiştirecek kadar da güçlüdür! Ülke ya da toplumla ilgili hedeflere, bürokratik kurum ve kadrolar aracılığıyla ulaşmaya çalışan siyasî iradenin kısa zamanda kuşatılması ve hukukî, teknik gerekçe ve engellemelerle karşı karşıya bırakılarak çaresiz kalması, daha sonra da hedeflerinden vazgeçmesi, bürokrasinin nasıl çok etkili bir statüko muhafazakârı olduğunun çarpıcı bir göstergesidir.
Koltuk Faktörü Önemlidir
“Koltuk faktörü” önemlidir! Seçilen siyasetçi gibi, atanan bürokrat da artık yeni bir “insan”dır. Genellikle güler yüzlü veya yeri geldiğinde sert olmak, kötü resim vermemek için “rol yapma” çabaları, giyim-kuşam, bakışlar, ciddi duruşlar, konuşmalar, yürüyüşler, oturmalar, merdiven çıkışlar vs. değişmiştir. Siyasetçi ve bürokratın kendisi bile bu yeni duruma hayret etmektedir!
Koltuk, seçilen veya atananların, zamanla özgüvenlerini artıran (nadiren azaltan!), “benlik” duygularının değişmesine yol açabilen, toplum katındaki güç ve imajları için ilk açıklamadır. Siyasetçi ve bürokratın uğruna kendini feda ettiği koltuk, çoğu kere kişiliğini, karakter ve yeteneğini ve tabii liyakatini aşan bir sembol, bir “sihirli değnek”tir!
Yukarılarda hava bir başkadır. Yeni imkanlar, yeni ilişkilerle yeni bir dünya kurulmaktadır! Siyasette il başkanı, yönetim kurulu üyesi, meclis üyesi, milletvekili, komisyon üyesi, komisyon başkanı, ya da bakan; bürokraside müdür, daire başkanı, genel müdür, müsteşar fark etmez, içine girilen süreçte, “taçlı baş akıllanır” ölçüsüne göre, yükseldikçe daha akıllı (!), daha bilgili olunur. İstisnalar dışında, başlangıçta mütevazı ve idealist olanlar, kısa süre sonra, ne kadar bilgili, ne kadar güçlü, ne kadar yetenekli olduklarını, ne kadar önemli işler yaptıklarını, bağırta bağırta ilan etmeye başlarlar.
Siyasetçiler için kullanılan, “Elinde baston, koluna serum takılı politikacının gözü dahi koltuktadır!” sözü, siyasetçilere ve benzer bir yolda olan bürokratlara bir başka açıdan bakmayı da gerektiriyor: Siyasetçi ve bürokrat belki muhteris, ama aynı zamanda uzun soluklu, “dayanıklı” insan da demektir. Günlük başarı veya başarısızlıklardan çabuk etkilenip, buna göre karar veren kişiler, herhalde siyaset ve bürokrasi maratonunu tamamlayamazlar. Toplumsal hayatın kalitesinin artması, kamu hizmetinin daha iyi yapılması maratonunda da başarılı olmanın temel yolu, tabii ki, liyakatli insanları istihdam etmektir. Ne yazık ki, Siyam İkizleri hem yetersiz olunan görevlerin üstlenilmesinde; hem de yetersizliğin, yetersiz başkalarıyla telâfi ve takviye edilmeye çalışılmasında ustadırlar. Liyakatsiz siyasetçi ve bürokratların hiç yapmayacağı veya yapamayacağı iş, yetenekli insanları etrafına toplamaktır. Malûm, “kendinden daha akıllı insanlarla çalışmak, her baba yiğidin kârı değildir!”
Yüksek mevkilerde bulunmak, ağır sorumluluklar üstlenmek demektir. Bu görevler, bilgi, yetenek, liderlik, ahlâk ve ilkelilik yani liyakat açısından birer “mihenk taşı”dır! Ne var ki, uygulamalara bakılırsa, pek çok kavramın içinin boşaldığı veya boşaltıldığı veya birçok alanda kavram kargaşasının yaşandığı, maalesef vakidir. Siyaset ve bürokrasi, eğer bizde olduğu ve yaygın bir şekilde anlaşıldığı gibi değil, olması gerektiği gibi tanımlanırsa; üst düzeyde bir bilim dalı, hatta zor bir sanattır! Bu işi yapacakların, bilgili ve birikimli olmanın ötesinde, yüksek ahlâkî vasıflarla da donanmış olması gerekir. Eğer, teknik anlamda, birtakım bilgi ve yeteneklere sahip olmayı da ifade edecek şekilde sağlam bir “iş ahlâkı” yoksa her türlü yöneticilik, bir bakıma yönetim görevinin bir ucundan tutmak olan her türlü siyasî ve bürokratik pozisyon, toplumsal emanetten çalınan bir parçadır. Etkin yönetim ve yöneticilik yeteneği, bu anlamda, liyakatin “olmazsa olmaz” unsurudur!
Paylaş
Tavsiye Et