Konuşan: Gazi Kara
Türkiye ekonomisinin son bir kaç yılını değerlendirdiğimizde ne gibi değişimler öne çıkıyor? Bu değişim reel sektörü nasıl etkiliyor?
Hatırlarsak eğer; 4-5 yıl öncesinde, büyük bir siyasî ve malî istikrarsızlık vardı. Dolarizasyon süreci, devalüasyonlar, krizler, %2500-%5000’lere varan faizler, yatırımların yurt dışına kaçışı ve yüksek enflasyon ekonomi gündeminin ana maddeleriydi. Kamu maliyesi ve mali sektördeki rehabilitasyonun tamamlandığı, güven ve siyasî istikrarın sağlandığı bugünün gündemi ise, reel sektörün yatırım ve üretim ortamının iyileştirilmesi ve Türk şirketlerinin rekabet güçlerinin dış rakiplerle eşit ya da dengeli konuma getirilmesidir. Burada şunu kabul etmemiz lazım: Türkiye ekonomisi bir “yeniden yapılanma” sürecinden geçiyor. Bu, gerek içerdeki dönüşümün etkisiyle, gerekse de dış rüzgârların zorlamasıyla olan bir yapısal değişiklik. Bu değişimi iyi öngörebilen ve ekonominin yeni dinamiklerine uyum sağlayabilen işletmeler ayakta kalacak; değişimi yakalayamayan ve eski alışkanlıklarla çalışmaya devam etmeyi düşünenlerin ise ayakta kalması çok zor.
Son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz bu yeniden yapılanma süreci işletmeler için ne anlam ifade ediyor? Ana hatlarıyla özetleyebilir misiniz?
Türkiye ekonomisindeki yeniden yapılanma sürecinin beş önemli unsuru var: Birincisi, kamu ekonomisi küçülüyor. Bunun anlamı şu: Eskiden KİT’lerden beslenen, KİT’ler için üretim yapan ve KİT’lerin avantajlarını kullanan işadamları, sanayiciler vardı. Bunlar için artık yeni bir hayat başlıyor. İkinci önemli değişim unsuru, düşük enflasyonlu ortama geçilmesi. Türkiye ekonomisinde 32-33 sene çift haneli yüksek enflasyon dönemi yaşandı. Bu sürecin üreticilere büyük faydası vardı; çünkü ne üretirseniz satabiliyordunuz. Tüketici ise ‘yarın zam gelir’ korkusuyla ihtiyaçlarını önceden alma düşüncesi içindeydi. Düşük enflasyonlu yapıda ise tüketici, güç kazanıyor; rekabet, yabancı firmaların da pazara girmesiyle giderek artıyor. Bu süreçte arz bollaşıyor, cirolar artıyor ama kârlar ciddi biçimde azalıyor. Yapısal dönüşümde üçüncü önemli unsur ise, AB ile üyelik müzakerelerine uyum süreci. Zira fiilî müzakereler birkaç ay sonra başlayacak. İş adamları, hem AB mevzuatlarına uyum sağlamalı, hem de AB şirketleriyle rekabete kendilerini hazırlamalıdır.
Türkiye AB’yle müzakerelere devam ederken, küresel ekonomiye de daha fazla entegre oluyor. Bu durum firmaları nasıl etkiliyor?
Evet, yapısal dönüşüm sürecinin bir diğer unsuru da bu: Dış dünyayla bütünleşme. Türkiye’de bugün yabancı sermayeli firma sayısı 11.800’e ulaştı. Sadece geçen yıl bu firmaların getirdikleri yabancı sermaye 9,6 milyar dolardı. Yine 2005’te toplam 190 milyar dolar dış ticaret hacmi var. Bu rakam, 360 milyar dolarlık milli gelirimizin %4’üne tekabül ediyor. Demek ki, işletmelerimiz artık dış dünyayla bir anlamda bütünleşmiş durumdalar. Dolayısıyla, dış dünyadaki gelişmeler Türkiye ekonomisini de aynı oranda olumlu ya da olumsuz etkiliyor. İş adamlarımız sadece kendi sektörlerini ve Ankara’nın kararlarını değil, yabancı piyasaları ve dış gelişmeleri de mutlaka takip etmek ve buna göre tedbirlerini almak zorundalar.
Yeniden yapılanma sürecinin son unsuru nedir?
Beşinci ve son önemli husus ise, piyasaların yeniden tanımlanması. Bugün, bazı sektörler ‘in’ bazı sektörler ‘out’ oluyor. Çünkü, tüketim kalıpları ve alışkanlıkları değişiyor. Örneğin, bundan 10 yıl önce ciddi bir tüketim kalemi olmayan telekom sektörü ürünleri ve hizmetleri, şu anda insanların bütçelerinde çok ciddi bir yer tutuyor. Piyasaların yeniden tanımlanmasıyla alakalı bir diğer husus da özelleştirmeler ve TMSF’nin varlık satışları. Son dönemlerde yepyeni büyük grupların ve sektörlerin ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Firmaların ölçekleri, sıralamalardaki yerleri değişiyor. Dolayısıyla, işletmelerimiz, mikro anlamda bu beş başlık altında sıraladığımız Türkiye ekonomisinin yeni çerçevesini dikkate almak, yeni yapıya uyum sağlamak ve ona göre de aksiyon geliştirmek zorundalar.
Bunu biraz daha açabilir miyiz? Firmalar sürece nasıl uyum sağlayacak? Yapılması gereken başlıca şeyler neler?
Öncelikle işletme sahiplerinin, buna esnaflar da dâhil, artık büyük bir zihniyet ve anlayış dönüşümüne ihtiyaçları var. Değişen trendleri, yükselen ve yenilenen sektörleri, ürün ve hizmet guruplarını çok iyi takip etmek zorundalar. Yeni işleri araştırıp geliştirmeleri gerekiyor. Yine şirketler, ürün ve hizmet satış tekniklerini, dizaynlarını, tasarımlarını geliştirmeliler. Rekabet ortamında kârı yükseltebilmenin yegâne yolu, yenilikler, teknoloji ve markalaşma yoluyla katma değeri artırmaktır. İşletmelerin küçük, lokal pazarlardan bölgesel pazarlara ve uluslararası pazarlara geçişi hızlandırmaları gerekiyor. Ayrıca, şirketler stoksuz satışı öğrenmek zorundalar. Stok, maliyet demektir. İşletmeler üzerinde katlanılması çok güç bir yük oluşturan finansman giderlerinin de düşürülmesi lazım. Artık “küçük olsun, benim olsun” anlayışının mevcut küresel rekabet ortamında işlemesi mümkün değil. Firmalar, hem öz sermaye birlikteliğiyle büyümeli ve finansman ihtiyaçlarını azaltmalı, hem de ölçek ekonomileri yoluyla birim maliyetlerini düşürerek rekabet güçlerini artırmalı. Bunun yanında mevzuatları takip etmek, lobi çalışmaları yapmak ve gerek devletin, gerekse AB’nin fonlarından yararlanabilmek için projeler hazırlamak önem kazanıyor.
Bu süreçte, dediğimiz gibi, değişimlere ayak uyduramadığı veya rekabet edemediği için kapanan firmalar olacak. Türkiye’yi bu açıdan önümüzdeki dönemde zorlu günler bekliyor mu?
Bu tür yapısal dönüşümlerde büyük ölçekli işletmeler ve yabancı işletmeler gerek sermaye güçleri gerekse teknolojik güçleriyle küçük ölçekli işletmelere göre yarışa avantajlı giriyorlar. Burada “ölenler ölsün kalan sağlar bizimdir” anlayışıyla konuya yaklaşırsak çok yanlış olur. Tabii ki başarısız işletmeler zaman içinde rekabete yenik düşüp piyasadan çekilmek zorunda kalacaklar; ama hükümetin görevi de bu sürecin hasarsız bir şekilde atlatılabilmesi için gerekli ortamı hazırlamaktır. Hükümet, kesinlikle KOBİ’lerin yok olmayacağı; küçük, orta ve büyük ölçekli işletmelerin bir arada yaşayabileceği bir ekonomik düzeni ve rekabet ortamını kurmalı ve korumalıdır. Çünkü KOBİ’ler en çok istihdamı sağlayan, ihracatta da esnekliklerinden dolayı büyük atılım gösterebilen şirketlerdir.
Biraz da gündemi konuşacak olursak, tekstildeki son KDV indirimi kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hem naylon fatura uygulamalarını ve kayıt dışı ekonomiyi engellemek, hem de iç pazardaki tekstil satışlarını canlandırmak açısından doğru ve bizim de hükümetten istediğimiz bir karardı. Tekstilde bugün en ciddi sorun, iç pazarın büyüyememesidir. Çünkü iç pazardaki tüketim ve satın alma gücünü paylaşan başka harcama unsurları ortaya çıktı. Dolayısıyla, tekstildeki durgunluğu aşabilmek için öncelikle iç pazardaki satışları canlandırmak lazım. Bu anlamda KDV’nin %18’den %8’e düşürülmesi yerinde bir karardı.
Sektörde bugün yaşanan sıkıntılarda tekstilcilerin de payı vardır diyebilir miyiz?
Doğrudur. Türkiye ekonomisinde son 25 yılın en gözde, en çok kazanan sektörü tekstildi. Ama gördüğümüz acı tablo şu ki; tekstilcilerin bir bölümü gelecekteki rekabet gücüne yatırım yapmadılar. Tekstilde biz daha çok Avrupa pazarları için fason anlayışla çalışmışız. Avrupa’nın tekstil kimyasallarını ve makinelerini almışız. Ciddi bir katma değer üretememişiz. Sadece tekstil sektöründe yapılan 2-2,5 milyonluk bir istihdam kazancımız olmuş.
Paylaş
Tavsiye Et