Maria Publig
İstanbul: Can Yayınları, 2004
27 Ocak 1756’da Salzburg’da dünyaya gelen Wolfgang Amadeus Mozart, henüz erken yaşlarındayken müzikte harikulâde bir yetenek sergileyerek beş yaşında beste yapmaya ve altı yaşında müzik aleti çalmaya başladı. 1763 senesi ortalarında, kendisine yetenekli evlâtlar bahşeden yüce Tanrı’nın lûtfuna mazhar olduğunu düşünen baba Leopold’un kararıyla Mozart ailesi Paris ve Londra’yı dolaştılar. Küçük Wolfgang, başarılı icralarıyla kendini gösteren üstün müzik kabiliyeti sayesinde, aralarında Fransız ve İngiliz kraliyet ailelerinin de bulunduğu dinleyenlerini hayrete düşürüyor ve kendine hayran bırakıyordu.
Sanat hayatının ilk yıllarında, diğer müzisyenlerin yaşantılarıyla kıyaslandığında genç Mozart’ın gerçekten de iyi bir geliri olduğu söylenebilirdi. Ne var ki savurganlığı ve kötü idaresi yüzünden hayatı boyunca pek çok defalar geçim sıkıntısına düştü ve borç almak zorunda kaldı. Sanatının çeşitli evrelerinde Milan, Münih, Mannheim, Viyana, Prag, Berlin ve Frankfurt gibi Avrupa’nın önemli şehirlerinde bulunarak müzikteki tecrübelerini derinleştirdi. Viyana’daki ilk yıllarını piyano çalarak, ayrıca piyano ve keman sonatalarını yayımlayarak geçiren Mozart, Avusturyalı bestekâr Franz Joseph Haydn’ın (1732–1809) büyük iltifatına mazhar olmuştu. Bir seferinde Haydn, Mozart’ın babasına şöyle demişti: “Mozart, hayatımda gördüğüm en büyük bestekâr; kendisi yüksek bir musiki zevkine sahip ve dahası beste yapma bilgisi bakımından da gördüğüm en yetkin kişi!”
Hayatının geri kalan kısmını Viyana’da geçiren on sekizinci asrın bu dâhi bestekârı, içinde bulunduğu imkânsızlıklara rağmen kısa hayatına muazzam eserler sığdırmayı başarabildi. Müzik tarihçileri tarafından, 1784’ten itibaren mason locaları ve öğretisiyle organik bir bağı olduğu ve bu bağlılığın çeşitli seviyelerde eserlerine tesir ettiği kaydedilen Mozart, sanıldığının aksine zehirlenerek öldürülmemiş, fakat geçirdiği ateşli bir hastalık neticesinde 5 Aralık 1791’de hayata gözlerini yummuş ve sade bir cenaze töreniyle Viyana’daki yoksullar mezarlığına -bir mezar taşı dahi olmadan- defnedilmiştir.
Genç müzikolog Publig’in Mozart: Dehanın Gölgesinde başlıklı bu değerli biyografik eseri, Mozart’ı yaşadığı devrin kültür tarihi çerçevesinde ele alan, eserlerinin incelenmesini merkeze almaksızın geçerli bir kişilik tahlili sunmayı amaçlayan, meşhur bestekârın derin bir saygıyla bağlı olduğu babası ve hayatına giren kadınlar ile olan mektuplaşmalarına dayanan bir kitap. Publig, bu biyografik çalışmasında, Aydınlanma çağının fikrî çerçevesini de dikkate alıyor. / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Jacques Loussier Trio
Güher ve Süher Pekinel
Yapım: Warner Music UK, 2005
Frankfurter Allgemeine tarafından “dünyanın saygın ve tanınmış grupları arasında en iyi piyano duo” olarak gösterilen Güher ve Süher Pekinel kardeşler, uluslararası müzik dünyasında adlarından en çok söz ettiren sanatkârlar arasında yer alıyorlar. Henüz altı yaşında ilk konserlerini veren ikizler, dokuz yaşında Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile çalarlar. Müzik eğitimlerini Paris Konservatuvarı’nın ardından Frankfurter Musikhochschule’de sürdüren Pekineller, aynı zamanda Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde psikoloji ve felsefe tahsili görürler. Müzik hayatlarının bir döneminde asrın önde gelen piyanistlerinden biri olan Rudolf Serkin’le çalıştıktan sonra, müzik tahsillerine Cladio Arrau ve Leon Fleisher’le devam eder ve ‘master’ derecelerini de Julliard School of Music’ten alırlar. Sanat hayatlarında pek çok ülkeden aldıkları birincilikler ve ödüllerin yanı sıra, Devlet Sanatçısı unvanına sahip olan Güher ve Süher Hanımlar, Berlin Philharmonic, Vienna Philharmonic, New York Philharmonic, Chicago Philharmonic, Israel Philharmonic, Philharmonia London, Concertgebow Amsterdam, Tokyo Philharmonic, Orchestra de Paris, Orchestra del Santa Cecillia ve St. Martin in the Fields gibi orkestralarla çalışıyor ve Bach’tan Mozart’a, Lutoslawski’den Zimmerman’a kadar geniş bir literatüre albümlerinde yer veriyorlar. Alman Piano Magazine’e verdikleri bir beyanatta “Johann Sebastian Bach’ın çocukluklarından beri her ikisi için de, doğru ve aynı zamanda çok-boyutlu bir felsefeyi yansıtan bir ayna olduğunu” söyleyen Pekinel kardeşler, Take Bach isimli bu albümlerinde önceki çalışmalarından çok farklı bir tarz deniyorlar. Bach’ın eserlerini caz müziğinin imkânlarıyla yeniden icra etmeyi hedefleyen albüm, ilk başta kulağa şaşırtıcı gelen bu hedefi büyük bir başarıyla gerçekleştirmiş görünüyor. Pekineller’in belirttiğine göre, bu ilginç fikrin kaynağı, Jacques Loussier’in icraları: “Jacques Loussier’i ilk dinlediğimizde, emprovizasyon (doğaçlama icra) ile kompozisyon (beste) arasında yepyeni ve orijinal bir formu şaşkınlıkla keşfettik. Loussier, caz üzerine bina edilen yepyeni ve orijinal bir ‘üslûp’ bulmuştu.” Take Bach, klasik Batı müziği sevenlerin arşivlerinde bulunması gereken değerli bir çalışma... / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Belkıs Özener
Yapım: Kalan Müzik, 2006
70’li yılların Türk sinemasında, acıklı Yeşilçam filmlerinin başkahramanı olan kadın oyuncuya filmin bir yerinde şarkı söyletmek âdet halini almıştı. Bu kervana katılanlar arasında Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Filiz Akın, Selda Alkor gibi meşhurlar vardı. Ancak oyuncuların sesi güzel olmadığı için, onların yerine şarkıları seslendirecek bir ‘ses’e ihtiyaç vardı. Ne var ki bu sesin sahibi, aynı zamanda başrol oyuncusunun hâlelerine gölge düşürmeyecek mütevazı biri olmalıydı. Hâl böyle olunca, aranan kişiyi bulmak zorlaşıyordu; çünkü piyasadaki sanatçılardan hiçbirisi adlarının jeneriğin ‘herhangi’ bir yerinde anılmasına razı olmuyordu. Bu noktada beliren en uygun kişi, ablası Gönül Yazar’ın aksine sahne ışıkları yerine düzenli bir aile hayatını tercih eden ama yine de müzikten kopmak istemeyen Belkıs Özener’den başkası değildi. Yıllar boyunca üç yüzden fazla filmde söylenen şarkıları o ipeksi sesiyle okudu Belkıs Hanım. Hiçbir zaman da öne çıkmak gibi bir talebi olmadı. Fakat tek istediği, “görünmeyen bir kahraman” olarak Türk sinemasına verdiği bunca yıllık emeğin çeşitli vesilelerle takdir edilmesiydi. Birkaç yıl önce Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin “Bilge Olgaç Başarı Ödülü”ne lâyık görülerek bir nebze de olsa vefa gören ve bununla yetinen Belkıs Özener, Kalan Müzik’in hazırladığı bu albümle yeni nesiller tarafından da takdir edilecek ve unutulmaz bir ses olarak arşivlerimizdeki ve hafızamızdaki yerini alacak. / Cihat Arınç
Tavsiye Et