SON günlerde yaşanan olaylar, Kürt meselesi konusundaki tartışmaları tekrar gündemin birinci maddesi haline getirdi. Bu arada, uzun süredir devam eden iyimser hava dağıldı ve ciddi bir gerginlik hâkim olmaya başladı. Bu da meseleye sakin ve sağduyulu bir tavırla yaklaşmayı engellemiş görünüyor.
Kürt meselesi konusunda tavırlar maalesef hep günlük gelişmelere göre şekilleniyor. Türkiye’de Kürt meselesi konusunda belki de en ciddi sorunun bu tavır olduğunu söylemek mümkün. Birçok kesim Kürt meselesini ne uzun vadede ele alıyor, ne de sorunları belli bir tarihsel çerçevede tartışıyor. Gündeme hâkim olan herhangi bir gerginlik, Kürt meselesi konusundaki tavırları adeta baştan sona yeniden şekillendiriyor. Dolayısıyla her defasında Kürt meselesinin ne olduğu, nasıl değerlendirilmesi ve onun geçirdiği dönüşümlerin nasıl ele alınması gerektiği gibi konuları tekrar tartışıyoruz. Sonuç olarak hem iç, hem dış politikada Türkiye’nin önünü tıkayan en büyük sorun olan Kürt meselesi, her geçen gün daha da karmaşıklaşıyor. Daha düne kadar, devletin takip ettiği belli bir siyasetin ürünü olan Kürt meselesini, bugün Kürtlerle Türkler arasındaki bir gerilim olarak tartışmaya başladık. Bu gidişat nereye kadar sürecek?
Kürt meselesi yeni ve kolayca içinden çıkılabilecek bir sorun değil. Kimsenin elinde bu sorunu birdenbire çözebilecek bir güç de yok. Bunun yanında Türkiye’nin içinde ve dışında, sorunu çözme yönünde atılacak her adımdan rahatsız olan farklı kesimler söz konusu. Çünkü Kürt meselesinin devamından siyasî, askerî ve ekonomik güç devşirenler var. Sorunu sürekli kaşıyan dış ülkelerin varlığı meselenin çözülmesini daha da zorlaştırıyor. Bütün bu dinamikleri ve sorunun farklı yanlarını göz önüne almak gerekiyor.
Önümüzde duran tabloyu iyi okumak zorundayız. Birincisi, 1980’lerin ortasından beri devam eden çatışmalar Türkiye’nin her bölgesini etkilemiştir. Bu arada en büyük yıkımı Doğu ve Güneydoğu yaşadı. Bölgede bir akrabasını, arkadaşını veya tanıdığını bu çatışmalarda bir şekilde yitirmeyen insan yok gibi. Çatışmaların psikolojik ve kültürel olarak yol açtığı yıkımları ise tarif etmek oldukça zor. Sonuçta, toplumu ayakta tutan her türlü geleneksel değerin ve kurumun tasfiye edildiği, ama yerine bir şeyin konulmadığı bir dönemde yaşıyoruz. Kısacası, bölgede derin bir umutsuzluk duygusunu besleyecek kırılgan bir ortam ve bu ortamda şekillenen birtakım siyasetler var. Ekonomik açıdan yaşanan büyük sıkıntılar ise bu umutsuzluğu daha da artırıyor. Öte yandan gerilim hissi, son çatışmalarla beraber artık fiilen Türkiye’nin her yanına yansımış vaziyette ve ülkenin toplumsal barışı ciddi bir risk altına girmiş bulunuyor. Bunlar bizi tablonun ikinci parçasına götürüyor. Kürt meselesi tek boyutlu bir sorun değildir. Siyasî yönleri ağır basan ama kültürel, ekonomik ve psikolojik boyutlarıyla da ele alınması gereken bir sorun var karşımızda. O yüzden demokratikleşme süreci gibi müdahaleler ya da ekonomik kalkınmaya odaklanmış yaklaşımlar tek başına kaldıkları müddetçe etkili olma şansına sahip değildir. Üçüncüsü, Kürt meselesi artık sadece Türkiye veya bir ülke ile sınırlı bir sorun değil. Tam tersine meselenin çözümü, ülkeler arasındaki tarihî ve siyasî farkları göz ardı etmeden (mesela Türkiye’de Kürtler, Irak ve Suriye’den farklı olarak ülkenin her yanına dağılmışlardır) artık bir Orta Doğu siyaseti bağlamında ele alınmalıdır. Türkiye’nin daha aktif, kurucu ve kapsayıcı müdahalesini gerektiren bir siyasete ihtiyaç vardır. Bunun en basit örneği, Irak Federe Kürt bölgesi ve Irak ile geliştirilecek, olumlu veya olumsuz her türlü ilişkinin Türkiye’de Kürt meselesinin kaderini değiştireceği gerçeğidir. Unutmamak gerekir ki, sınır bölgelerindeki Kürtlerin büyük bir kısmı, Irak ve Suriye’yi, somut akrabalık ilişkilerinden ve dinî bağlardan dolayı hiçbir zaman ayrı ülkeler olarak algılamamışlardır. Yani aslında Osmanlı’dan sonra çizilen Orta Doğu haritasının yaşattığı sorunları ve ortak değerlerin tahrip edilmesini en ağır şekliyle Kürtler yaşamıştır. Bütün bunlara son olarak uluslararası dinamiklerin Kürt meselesini Türkiye’yi sıkıştırmak için kullanılmasını eklersek, tablonun ne kadar vahim olduğunu ve acilen ciddi bir müdahale gerektirdiğini görmüş oluruz.
Son yıllarda demokratikleşme yönünde atılan adımları takdir etmemek haksızlık olacaktır. Fakat hepimizin bildiği gibi bu süreç, bir açıdan anlaşılabilir sebeplerle olsa bile, daha çok AB üzerinden tarif edilmiş veya o şekilde ele alınmıştır. Bunun Türkiye’nin toplumsal bütünlüğüne olumlu bir katkısı olması pek mümkün değildir. Kimlik üzerine sürdürülen tartışmaların ne denli etkili ve olumlu olabileceğini şimdiden kestirmek ise zor. En azından Kürt meselesi gibi karmaşık bir sorunun, kimlik tartışmalarıyla çözülemeyeceğini görmek gerekiyor. Netice itibariyle, kısa vadeli, geçici tedbirler yerine bölgede yaşanan tahribatı, Kürt meselesinin farklı dinamiklerini göz önüne alarak, Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun ortak tarihî, kültürel, dinî değerleriyle beraber düşünerek bir siyasî irade koymak gerekmektedir. Bu siyasî irade ise dışlayıcı değil, kapsayıcı ve kurucu olmalıdır.
Fakat gündemi siyasî süreçler yerine çatışmanın belirlemeye başlaması, meselenin çözümünde bu tür bir umudu bir hayli zayıflatmaktadır. Halbuki, AK Parti’nin iki önemli avantajı vardır: Birincisi, ciddi bir toplumsal meşruiyete ve yaygın bir desteğe sahiptir. Diğer partilerin aksine her bölgeden ve kesimden azımsanmayacak derecede oy ve destek almaktadır. İkincisi, geçmişte sürdürülen olumsuz siyasetlerin yükünü taşımamaktadır. Bu noktada AK Parti, mevcut desteği siyasî bir iradeye ve programa dönüştürebilirse, sorunun çözülmesi yönünde tarihî bir sürece girilebilir. Öte yandan, çözüm yollarının açık kalması ve demokratikleşme siyasetinin sekteye uğramaması için, Kürtler adına siyaset yapan kesimler, siyasal süreçleri ve müdahaleleri önceleyen, demokratik açılımları devam ettiren ve şiddeti dışlayan kapsayıcı bir siyaset dilinin hâkim olmasını sağlamakla mükelleftir. Bu çerçevede “terörle mücadele yasası” gibi yeni düzenlemelerde de özgürlüklerin kısıtlanmaması ve dengelere dikkat edilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak Kürt meselesini aydınlar veya tek bir parti üzerinden tarif etmek ve ona göre tavır almak yerine bir devlet siyaseti olarak hem iç, hem de dış politikada kapsayıcı ve bütünleştirici bir siyaset üretilmelidir. Kürt meselesinin çözümü Orta Doğu’ya yönelik bir siyasal açılım bağlamında ele alınmalı ve ona uygun bir siyaset üretilmelidir. Burada, tarihsel olarak Kürtlerin ağırlık merkezinin hep Anadolu coğrafyası olduğunu, gerek nüfus, gerek kültürel derinlik ve siyasî etkinlik olarak Türkiye coğrafyasındaki Kürtlerin Irak veya Suriye’dekilere nazaran daha etkili olageldiklerini göz önüne almalıyız. Kürt meselesi çözülmediği müddetçe Türkiye ne iç siyasette istikrarı yakalayabilecek, ne de dış siyasette etkili bir ülke olabilecektir.
Paylaş
Tavsiye Et