Şiddet insanoğlunun hayvanî tabiatının bir parçası. Artık bizim için gelenek halini alan bir terkip ile ifade etmek gerekirse “insan varsa, şiddet de vardır”. Dolayısıyla şiddetin olmadığı bir dünya boş bir düşten ibaret. Ne var ki, şiddetsiz bir dünyanın alternatifi şiddet dolu bir dünya olmamalı. Şiddetin de sosyal, siyasî, ekonomik ve ahlakî değişkenler tarafından belirlenen farklı dereceleri ve tezahürleri mevcut. Son zamanlarda Türk toplumunun bir şiddet toplumuna dönüştüğü yönündeki kanaat, ister istemez bizi, bu kolektif yapıları irdelemeye zorluyor.
George Mason Üniversitesi’nde Çatışma Çözümleri üzerine doktora çalışmalarını sürdürmekte olan Talha Köse, şiddetin kolektif ve bütüncül bir olgu olduğunun, dolayısıyla ancak bütüncül bir bakış açısı ile çözülebileceğinin altını çiziyor. Bir toplumdaki şiddetin artmasını siyasî meşruiyet krizi ile irtibatlandıran Köse, şiddetin en az bilinmekle birlikte en etkin boyutu olan ve ideolojik hegemonya şeklinde tezahür eden kültürel şiddete dikkat çekiyor.
Doç. Dr. Kemal Sayar Türk toplumunun şiddetle yeni tanışmadığını ve 12 Eylül öncesinde de son derece yüksek bir şiddet dalgasının var olduğunu vurguladıktan sonra, bugünkü şiddetin biçim ve muhteva açısından farklarına işaret ediyor. Etrafımızı kuşatan şiddetin amaçsız ve ölçüsüz olduğunu söyleyen Sayar, şiddeti ümidin tükenişinin göstergesi olarak algılıyor.
Gazeteciliğinin yanı sıra senaristliği de bulunan ve kamuoyunda büyük tartışmalar başlatan Kurtlar Vadisi-Irak filmine yaptığı katkılarla gündeme gelen Ömer Lütfi Mete ise televizyonun marazî bir araç olduğunu inkar etmiyor. Bununla birlikte son zamanlarda hızlı bir yükseliş trendine giren toplumsal şiddeti planlı bir projenin parçası olarak değerlendiren Mete, devletin üzerine düşen görevleri yerine getirmediğinden şikayetçi.
Doktora çalışmalarını yürüten araştırmacı Bülent Şen ise şiddet ile fırsat eşitliği arasındaki ilişkinin altını çizerken, şiddeti engelleyebilmenin yolunun manevî ve ahlakî değerlerimizi yeniden diriltmekten geçtiğini düşünüyor.
Galatasaray Üniversitesi’nde medya ve güncel sorunlar üzerine dersler veren Gazeteci Ragıp Duran ise şiddetin medyanın bir abartması olmadığını, tarihsel olarak Türk toplumunun şiddetle iç içe yaşayageldiğini düşünüyor. Duran ayrıca medyanın şiddeti körüklemesinin yanı sıra, şiddetin önlenmesi yönünde yapıcı katkılarının da olabileceğini vurguluyor ve ekliyor: “Medya ikinci sınıf bir aktördür; şiddetin baş sorumlusu olamaz!”
İnsan, şiddete “şiddetle” karşı çıkmadıkça, onunla yaşamayı sürdürecek!
Paylaş
Tavsiye Et