Michel Lelong
Türkçesi: Ali Erbaş
İstanbul: Ufuk Kitap, 2006
“Haziran 1940’da varoluşun ve tarihin trajik bir durumunu keşfettim. O ana kadar ailem içinde gayet mutlu bir hayatım vardı. Fakat o tarihte ilk defa belki de özgürlüğün bedeli olarak şiddet ve yalancılıkla karşılaştım. Çevremizdeki Hıristiyan, Yahudi ve komünist, farklı din ve görüşlerden dostlarımız tutuklanmış; kimisi toplama kamplarına gönderilmiş, kimisi işkence görmüştü. Fransa mağlup ve aşağılanmış bir durumdaydı.” Bu satırların yazarı Michel Lelong, Almanya’nın Fransa’yı işgali sonrasında pek çok Fransız entelektüelinin serencamını yaşar ve Batılı üstünlük ideolojilerine olan inancını yitirir. Lelong bir rahip olarak Kuzey Afrika’ya gitmeye karar verir ve İslam üzerine o dönemden itibaren düşünmeye başlar. Lelong’un ilgisi İslam ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiye, bu iki dinin çağdaş temsilleri arasındaki gerilime odaklanır. Hıristiyanların Kuran’ın Allah kelamı, Hz. Muhammed’in de Allah’ın elçilerinden birisi olduğunu kabul etmeleri gerektiğini öne süren Lelong’un bu eseri çağdaş Batı kültür dünyasındaki İslam imgeleri üzerine ilginç ayrıntılar sunmaktadır./ Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Hazırlayan: Mehmet Bahadır Dördüncü
İstanbul: Yitik Hazine Yayınları, 2006
1839’da dünyada ilk fotoğrafların çekilmesinden yalnızca birkaç ay sonra, fotoğraf Osmanlı coğrafyasına da girer. Önce Rum ve Ermenilerin ilgi duydukları fotoğraf, bir süre sonra Müslümanların da ilgisine mazhar olur. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Mühendishane’de fotoğraf dersleri verilmeye başlanır ve buradan mezun olan gençlerin çektikleri fotoğraflar, II. Abdülhamid’in Yıldız Albümleri’nin büyük bir kısmını oluşturur. Osmanlı’da fotoğrafçılığın gelişmesinde II. Abdülhamid’in büyük bir katkısının olduğu bilinir. Abdülhamid, fotoğrafı bir psikolojik harp unsuru olarak kullanır ve İngiltere, Fransa ve ABD’ye Osmanlı propagandası yapmak üzere çeşitli albümler gönderir. Yıldız Albümleri içerisinde panoramik olarak çekilen ilk fotoğraflar ise Mekke ve Medine fotoğraflarıdır. Bu müstesna çalışma 1879-1880 yıllarında çekilen ve Yıldız Albümleri içerisinde yer alan Mekke ve Medine fotoğraflarını bir araya toplamakta, bugün kapitalizmin çirkin suretlerinin gölgesinde yaşamaya mecbur edilen o güzel toprakları sadeliği ve ihtişamı ile resmetmektedir. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Nelly Hanna
Türkçesi: Deniz Öktem
İstanbul: Küre Yayınları, 2006
William McNeill, Türkçeye Dünya Tarihi olarak çevrilen, özgün adı The Rise of the West (Batı’nın Yükselişi) olan kitabını yayımladığında, dönemin egemen yaklaşımı durumundaki modernleşme paradigmasının temel tezlerini “insanlık tarihi”ne uyarlar ve “Batı’nın yükselişi” mitinin tarihçiler ve diğer sosyal bilimciler nezdinde bir referans çerçevesine dönüşmesi noktasında en önemli katkılardan birisini yapar. Bu mitin temelinde Kuzeybatı Avrupa’nın kültürel ve siyasî yükselişinin dünya tarihinin rotasını değiştirdiği, dünyayı tek boyutluluktan kurtaran bir modernlik tasavvuru ve yasası ihdas ettiği ve hızlı bir ilerleme sürecine ev sahipliği yaptığı düşüncesi yer alır. On dokuzuncu yüzyıldan beri işlenen ancak McNeill’in çalışmasıyla ayrıntılı bir referans çerçevesi halini alan “Batı’nın yükselişi” yaklaşımı, hem Batı tarihi araştırmalarında hem de Batı dışındaki kültürel coğrafyaların tarihi incelenirken tarihçilerin yoluna ışık tutmuştur. Ancak bu ışık daha başından bir körleşmeyi de beraberinde getirir. Bu paradigmanın içerisinden konuşan tarihçiler belli bölgeler üzerinde durmamış, üstünkörü araştırmalarla mevcut önyargılarını pekiştirmişlerdir. Batılı olmayan toplumların ve kültür coğrafyalarının tarihlerini inceleyen tarihçiler buradaki kültürel, siyasî ve ekonomik ilişkileri, toplumsal hayatı ve hukukî yapıları ele alırken “modernlikten yoksunluk” fikrini temel almışlardır ve hâlâ da birçok tarihçi bunu yapmaya devam etmektedir.
“Batı’nın yükselişi” paradigması içerisinden Mısır’ın toplumsal ve siyasî tarihini inceleyenler, Mısır’ın kayda değer tarihini Napolyon’un Mısır’ı işgali ile başlatma eğilimindedirler. Mısır’ın 1798’deki bu hadiseden önce ‘durağan’, ‘tek boyutlu’ ve ‘geleneksel’ bir hayatı olduğu ve bu tarihten sonra Mısır tarihine bir ‘hareket’ geldiği varsayılmış, adeta Batı’nın sihirli sopasının Mısır’ın miskin hayatına renk getirdiğine inanılmıştır. Nelly Hanna’nın kaleme aldığı bu titiz inceleme ise 1585-1625 yılları arasında Kahire’de yaşamış ünlü tüccar İsmail Ebu Takiyye’nin renkli hayatından hareketle dönemin toplumsal, kültürel ve ekonomik yapısını değerlendirmekte, bunu yaparken “Batı’nın yükselişi” paradigmasına meydan okumaktadır. Hanna sosyal, ekonomik, hukukî ve kültürel çerçevede tüccarlara ve onların faaliyetlerine odaklanmakta; ekonomik faaliyeti, diğer “hayat alanları”ndan bağımsız bir biçimde ele almamakta; ekonomik değişim ve dönüşümleri toplumsal, hukukî ve kültürel bağlamlar içerisinde incelemektedir. Yerleşik görüşlere karşı çıkan, Batılı etnosantrik tarih görüşünün tutarsızlıklarını gözler önüne seren ve yine bu görüşün ideolojik motivasyonları hakkında fikir veren kaliteli bir tarih incelemesi okumak isterseniz Nelly Hanna’nın bu seçkin metni tam size göre…/ Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Erol Özbilgen
İstanbul: İz Yayınları, 2006
Bu çalışma, Pozitivizmin Kıskacında Türkiye başta olmak üzere Osmanlı Hukuku’nun Yapısı, Bütün Yönleriyle Osmanlı ve Mağlupların Zaferi isimli kitaplarıyla tanıdığımız tarihçi Erol Özbilgen’in doktora tezinin kitaplaştırılmış hali. Özbilgen bu çalışmasında bir düşünce adamı ve siyasetçi olan Süleyman Hüsnü Paşa’nın hem dönemini hem de düşünsel yaşantısı ve yapıtlarını konu edinmektedir. Eser, üç ana bölüm etrafında kurgulanmıştır. Birinci bölümde Süleyman Paşa’nın askerî hayatı, Bosna, Girid Adası, Yemen ve Asîr’deki ayaklanmalar ve Sırbistan Savaşları’nda mülâzımlıktan müşavirliğe kadar çeşitli görevlerde bulunması, 93 Harbi’nin Rumeli Cephesi’nde sırasıyla “Balkan Orduları Umum Komudanı”, “Tuna Umum Komudanı” ve sonunda “Rumeli Harb Ordû-yi Hümâyûnları Umum Komudanı” olması, savaş sonrasında Divân-ı Harb önünde yargılanması; siyasî hayatı ise Sultan Abdülaziz’in hal’i olayına katılışı, Meşrutiyet yönetiminin kabulü, Meclis-i Meb’usân’ın açılması, Kanûn-i Esâsî’nin ilânı ile sürgünde geçen yılları çerçevesinde anlatılmaktadır. İkinci bölüm, Süleyman Paşa’nın entelektüel kişiliği üzerinde yoğunlaşmakta, aynı zamanda onun “Yeni Osmanlı” kimliği yanında ‘devrimci’ ve ‘stratejisyen’ yanları üzerinde durmakta; üçüncü bölümde ise Süleyman Paşa’nın eserleri incelenmekte, kaleme aldığı ders kitapları, dinî, edebî, bilimsel ve anı türünde basılı eserleri ile basılmamış tasarıları ve mektupları ele alınmaktadır. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Osman Konuk
Ankara: Hece Yayınları, 2006
kışlık kazakları özleyip özleyip de
yaz çıplaklığını kalın kalın giyinen
hilekâr masumiyet...
Her ne kadar bugüne kadar sadece tek bir şiir kitabı (Seni Yalnız Ben Anlarım, Üç Çiçek Yayınları, İstanbul, 1982) çıkmış olsa da, seksen kuşağının öne çıkan şairlerindendir Osman Konuk. Uzun bir aradan sonra ikinci kitabıyla şiir severleri sevindiren şair, kitabına Tehlikeli Belki demiş. Kitap iki ana kısımdan oluşuyor: Tehlikeli Belki (2000-2005) ve Seni Yalnız Ben Anlarım (1979-1982). Kronolojik olarak günümüzden geriye doğru giden kitabın ilk bölümü yine kendi içinde üç kısma bölünmüş: Muhatap, Tanınmamak İçin Şair ve Gencolmak (1983-1991).
Kitabı okuyunca, suskunluğunun şairden çok şey götürmediğini, hatta şiirine olgunluk kazandırdığını görüyoruz. Şair yirmi sene önce yazdığı kadar, hatta daha acı oynatsa da kalemini, bu acılık okuru tedirgin etmiyor. Ürperten ama üşütmeyen; düşündüren, burkan ama rahatsız etmeyen bir samimiyetle yazıyor. Kendisini İsmet Özel’in şiirinden “doğru etkiyle” çıkabilen bir iki şairden sayan Konuk’un suskunluk sebebini ise belki de şairin Dergâh dergisindeki (Mayıs 2006, 195. sayı) röportajında yer alan şu tespitinde aramalıyız: “Bir şairin okuru olmasıyla muhatabı olması farklı şeylerdir. Kitabıma ilgi vardı ama bu ilgi esasa dayalı değildi.” Yine Modern Türk Şiiri’ni “şehirli, gerçekçi ve muhalif” şeklinde tanımlayan şair, aynı röportajda köle doğmadığını, köleleşmeye de niyeti olmadığını belirtiyor. Şair, tam olmadığımızı yine de yarımlığımız, eksikliğimizle yetinebileceğimizi dile getirirken şiirini şekillendiren şu itirazı da ekliyor: “Ama sistematik bir eksiltilmeye de razı değiliz. Ben değilim.”
Haydar Ergülen, Osman Konuk için “muhalif bir kimlik içinde, şair-eleştirmen olarak bakıyor bu grotesk dünyaya” dese de, şairin bu kitapta yaptığı, fildişi kulesinden eleştiri yıldırımlarını sağa sola yollayan bir eleştirmeninkinden daha derin, daha olayların içinden, daha acı veren ama naifliğini kaybetmemiş, var oluşa dair bir sorgulama.
“Memnuniyet ve rıza duygusuyla, fikriyle şiir yazılmaz.” diyen şair, modern şiiri “özürlü oluşa, parçalanışa, hafıza yitimine, metalaşmaya, değersizleşmeye bir itiraz” olarak görüyor. Şiirin aklı özgürleştirdiğini, bize öğretilen “razı etme, ikna etme seti” dilden farkının “topyekûn bir red” olmasında yattığını da iddia eden şaire göre şiir biraz da göz önünde olanı bilinir, görünür kılma sanatıdır.
Kökler dergisinde (Ekim 2003, 3. sayı) “Şiir insanı daha insan yapıyor” diyen Konuk, şiiri şöyle tanımlar: Belki şiir, bizi etimiz kanımız, ruhumuzla bir zamanlar olduğumuza inanmaktan hoşlandığımız “tamlık hissine” yaklaştırır. Bize kim olduğumuzu söyleyen bir bilgi değildir şiirin sağladığı. Ama belki kim olmadığımız hakkında konuşmayı mümkün kılar./ Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Vuslat Turâbî
İstanbul: Şehbâl Ana Vakfı Yayınları, 2006
Hakikatin Sonsuzluğunda Vedûd’a Yolculuk kitabının müellifi Vuslat Turâbî, kitabın yazılış gayesini “Bu satırlar, Rabbini tanımak için yola çıkmış aciz bir kulun, yüreğine ve beynine nakşettiklerini, yine O’nun kullarına anlatabilme çabasının bir ürünü olup O, “en güzel”e, Yüceler Yücesi Rabbime adanmıştır!” cümleleriyle ortaya koyuyor. Kitabın editörü İbrahim Ethem Gören’e göre bu kitap, müellifin “kırk yıllık sohbet, hususî ders ve sâir tetebbuâtını aksettirme gayreti” ile ortaya çıkmış. Yazarın önsözüyle başlayan kitap, Esmâ-i Hüsnâ’nın özet açıklamasının bulunduğu bir listeyle devam ediyor. Bunu her ismin ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ışığında açıklandığı kitabın esasını teşkil eden hikmet dolu uzun bir bölüm takip ediyor. Ve kitap, Veysel Karanî Hazretlerinin duası ve editörün yazısıyla nihayetleniyor. Genel koordinatörlüğünü Celaleddin Gökçek’in yaptığı bu eser, hem göze hem de gönle hitap ediyor. Kitaptaki Esmâ-i Hüsnâ hattı Ali Rıza Özcan’a, kapaktaki hat Fevzi Gününç’e, kapaklarda kullanılan resimler ise İsmail Acar’a ait. Elimizdeki kitap, eksikliği hep hissedilegelen önemli bir boşluğu dolduruyor. Şehbâl Ana Vakfı’nın böylesi güzel hizmetlere devam etmesini temenni ediyoruz. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et