Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2006) > Söyleşiyorum > FEHMİ KORU: “Hükümet Şemdinli’yi anlayamadı”
Söyleşiyorum
FEHMİ KORU: “Hükümet Şemdinli’yi anlayamadı”
Söyleşi: Ali Pulcu, M. Akif Kayapınar, M. Mücahit Küçükyılmaz
20. yüz­yıl, da­ğıl­ma­ya yüz tut­muş Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun ba­ki­ye­si üze­rin­de­ki pay­la­şım sa­va­şıy­la Or­ta Do­ğu’da baş­la­mış­tı. Şim­di 21. yüz­yı­lın da bu coğ­raf­ya­dan yo­la ko­yul­du­ğu­na şa­hit olu­yo­ruz. Ame­ri­ka’nın Irak’ı iş­ga­li ile baş­la­yan kan­lı sü­reç, İs­ra­il’in Lüb­nan’a sal­dı­rı­la­rı ile ye­ni bir aşa­ma­ya gir­miş bu­lu­nu­yor. Tür­ki­ye ise, bir yan­dan bu kar­ma­şa­da va­ro­luş mü­ca­de­le­si ve­rir­ken, di­ğer yan­dan iç si­ya­se­ti­nin alı­şı­la­gel­miş ge­ri­lim­le­ri ile baş et­me­ye ça­lı­şı­yor. Bu an­lam­da, ge­nel­kur­may baş­ka­nı­nın bel­li ola­ca­ğı YAŞ ka­rar­la­rı ve cum­hur­baş­ka­nı se­çim­le­ri sa­de­ce AK Par­ti ik­ti­da­rı­nın ge­le­ce­ği­ni ta­yin et­me­ye­cek, ay­nı za­man­da Tür­ki­ye’nin Or­ta Do­ğu’yu sa­ran ‘em­per­ya­list’ ku­şat­ma­ya di­ren­ci­ni de be­lir­le­ye­cek. Biz de bu sü­re­cin be­ra­be­rin­de ge­tir­di­ği so­ru­la­rı yıl­lar­dır Türk ve Dün­ya si­ya­se­ti­ni ya­kın­dan iz­le­yen, ba­sı­nı­mı­zın dua­yen­le­rin­den bir is­me, Feh­mi Ko­ru’ya yö­nelt­tik.
İla­hi­yat ve ga­ze­te­ci­lik eği­ti­mi alan ve Har­vard Üni­ver­si­te­si Or­ta­do­ğu Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi’nde yük­sek li­san­sı­nı ta­mam­la­yan Feh­mi Ko­ru, bir sü­re de MIT Ulus­la­ra­ra­sı Araş­tır­ma­lar Mer­ke­zi’nde ça­lış­tı. Uzun yıl­lar Mil­li Ga­ze­te ve Za­man’da gö­rev ya­pan Ko­ru, Tur­kish Da­ily News’de de ma­ka­le­ler yazdı. One Co­lumn Ahe­ad, Ta­ba­na Kuv­vet, Ta­ha Kı­vanç’ın Not Def­te­ri, 11 Ey­lül O Ka­der Sa­ba­hı gi­bi ki­tap­la­rın mü­el­li­fi olan Feh­mi Ko­ru ha­len Ye­ni Şa­fak ga­ze­te­sinde ça­lış­ıyor.
 
20 Tem­muz 2006 ta­rih­li kö­şe ya­zı­nız­da, ge­nel­kur­may baş­kan­lı­ğı ata­ma­sı et­ra­fın­da dö­nen tar­tış­ma­la­ra at­fen “Abart­ma­ya ge­rek yok” baş­lı­ğı­nı kul­lan­dı­nız. An­cak ya­zı­nın son kıs­mın­da, Bü­yü­ka­nıt Pa­şa’nın Şem­din­li olay­la­rı sa­nı­ğı as­ke­re, “ta­nı­rım, iyi ço­cuk­tur” di­ye­rek sa­hip çı­kı­şı­nı an­la­ya­ma­dı­ğı­nı­zı ek­le­di­niz. Bu şu an­la­ma mı ge­li­yor: “Sa­de­ce bu se­bep bi­le Bü­yü­ka­nıt’ın ge­nel­kur­may baş­ka­nı ol­ma­ma­sı için ye­ter­li­dir; baş­ka ba­ha­ne ara­ma­ya ge­rek yok­tur.”
Tam o an­la­ma gel­mi­yor; de­va­mı olan bir ya­zı o. Ne­ti­ce iti­ba­riy­le sa­de­ce ge­nel­kur­may baş­ka­nı atan­ma­ya­cak; ar­dın­dan bir cum­hur­baş­ka­nı se­çi­le­cek, son­ra Mec­lis ye­ni­le­ne­cek. Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de her­hal­de ilk de­fa ge­nel­kur­may baş­ka­nı se­çil­mi­yor. Eğer Bü­yü­ka­nıt ata­ma­sı bir ka­za­ya uğ­ra­ya­cak­sa, ka­za­ya uğ­ra­ya­cak ilk ge­nel­kur­may baş­ka­nı ada­yı da ol­ma­ya­cak; ya da ko­pa­rı­lan gü­rül­tü­ye rağ­men ata­na­cak­sa, nor­mal bir iş­lem ye­ri­ne gel­miş ola­cak; çün­kü ka­ra kuv­vet­le­ri ko­mu­ta­nı­dır, do­ğal ola­rak ge­nel­kur­may baş­ka­nı ol­ma­sı bek­le­nir. Do­la­yı­sıy­la bu gü­rül­tü ni­ye? Ne­ti­ce iti­ba­riy­le dev­let içe­ri­sin­de bir ma­kam söz ko­nu­su ve o ma­ka­mın na­sıl dol­du­ru­la­ca­ğı hem ya­sa­lar, hem tea­mül­ler­le be­lir­len­miş; ama bir sü­re­den be­ri Ya­şar Bü­yü­ka­nıt’ın is­mi et­ra­fın­da bir tar­tış­ma gö­rü­yo­ruz. O da bu­nu çok cid­di­ye alı­yor; ga­ze­te­le­re yan­sı­yan “1 tril­yo­nu ban­ka­da bat­tı” gi­bi bi­zim ku­la­ğı­mı­za gel­me­miş bir id­dia­yı bi­le TMSF’den al­dı­ğı bir bel­gey­le dos­ya­sı­na ko­yu­yor; “aman bu­ra­dan ba­na bir le­ke gel­me­sin” di­yor. Ya da gö­nül iliş­ki­si, çı­kar iliş­ki­si olan ken­di­si­ne ya­kın ko­mu­tan­lar var­sa, he­men ara­ya me­sa­fe koy­ma ih­ti­ya­cı his­se­di­yor. Ben bu­nu ga­rip­se­di­ği­mi bel­li edi­yo­rum; ama bir yan­dan da flu bir nok­ta gör­me­den ede­mi­yo­rum: Bu ka­dar ti­tiz olan bir in­san ni­ye da­ha ön­ce, hiç on­dan böy­le bir şey so­rul­ma­dı­ğı hal­de, son­ra­dan mah­ke­me ta­ra­fın­dan mah­kûm edi­le­cek bir ast­su­ba­ya “iyi ço­cuk­tur, ken­di­si­ni ta­nı­rım” di­ye sa­hip çık­tı? Bu­nu me­rak edi­yo­rum. Ta­bii ora­da dur­mak ni­ye­tin­de de­ği­lim. Du­ru­mu abart­ma­ya ge­rek yok, na­sıl ol­sa böy­le bir ata­ma ya­pı­la­cak; an­cak bu ata­ma ya­pı­lır­ken bir şe­yin da­ha bi­lin­me­si la­zım: Nor­mal­leş­me içe­ri­sin­de olan bir ül­ke­de bu ya­pı­lı­yor­sa, o za­man baş­ka nok­ta­lar­da da nor­mal­leş­me­nin zor­lan­ma­sı la­zım. Ör­ne­ğin, kı­sa sü­re ön­ce tar­tış­tı­ğı­mız “Tay­yip Er­do­ğan cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­lı mı?” ko­nu­su var. Ya­şar Bü­yü­ka­nıt ge­nel­kur­may baş­ka­nı ol­ma­lı mı? El­bet­te tea­mül­ler içe­ri­sin­de ol­ma­lı; ol­ma­ya­bi­lir de. Bu da tea­mül­le­re ay­kı­rı de­ğil; ama bir ki­şi­nin cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sı da ana­ya­sal şart­lar al­tın­da ve bir sü­reç içe­ri­sin­de ger­çek­le­şe­cek­se, ona ni­ye kar­şı çı­kı­lı­yor?
 
“Abart­ma­ya ge­rek yok” me­sa­jı çift yön­lü; hem Ya­şar Bü­yü­ka­nıt’ın ge­nel­kur­may baş­ka­nı ol­ma­sı­nı bek­le­yen­le­re, hem de bu­na kar­şı çı­kan­la­ra yö­ne­lik tes­kin edi­ci bir ifa­de, öy­le mi?
Doğ­ru. Sa­mi­mi ka­na­ati­mi söy­le­ye­yim: An­ka­ra’da­ki göz­lem­le­rim­den Ya­şar Bü­yü­ka­nıt’a si­ya­si­ler­den kay­nak­la­nan bü­yük bir iti­raz ol­du­ğu­nu gör­mü­yo­rum; o ol­ma­yın­ca kim ola­cak, bil­mi­yo­rum. Ama baş­ka bi­ri­nin Bü­yü­ka­nıt’tan ne far­kı ola­ca­ğı ko­nu­su­nu da faz­la önem­se­mi­yo­rum. Ne­ti­ce iti­ba­riy­le bel­li ye­tiş­me tar­zı­na sa­hip in­san­lar­dan olu­şan bir ku­rum var ve o ku­ru­mun içe­ri­sin­de­ki in­san­lar ara­sın­da­ki fark­lı­lık­lar so­nu­cu de­ğiş­ti­re­cek ka­dar bü­yük de­ğil. Bü­yü­ka­nıt ol­maz­sa bir baş­ka­sı ola­cak; ki­şi­lik fark­la­rı­nın bu ka­dar bü­yü­tül­me­si­nin bir ül­ke için ne an­la­ma gel­di­ği­ni her­ke­sin dü­şün­me­si la­zım.
 
Ki­şi­sel ni­te­lik­ler ger­çek­ten de çok fark et­mi­yor mu? Me­se­la Hil­mi Öz­kök’ün yu­mu­şak ki­şi­li­ği ve Hü­kü­met’le dü­zey­li iliş­ki­le­ri Tür­ki­ye için bir im­kân de­ğil mi­dir?
Tam an­la­mıy­la bir im­kân mı­dır; yok­sa im­kân gi­bi gö­zük­me­si bir im­kân­sız­lık mı­dır? Bu ay­rı bir ko­nu; fa­kat ne­ti­ce iti­ba­riy­le as­ker­le­rin bu den­li ön pla­na çı­kar­tıl­dı­ğı de­ğer­len­dir­me­ler doğ­ru­su in­sa­nı ra­hat­sız edi­yor. As­ker­ler de bu­nu çok cid­di­ye alı­yor; bel­ge ara­yı­şı­na gi­di­yor­lar, ko­mu­tan­lar is­ti­fa et­ti­ri­li­yor… Ara­la­rın­dan bi­ri ge­nel­kur­may baş­ka­nı ola­cak­sa ol­sun, ama bu ka­dar te­laş ni­ye?
 
Pe­ki, ay­nı so­ru­yu si­ze sor­muş ola­lım: Ne­dir bu te­la­şın se­be­bi?
Ben­ce as­ker­ler de Tür­ki­ye’yi tam de­ğer­len­di­re­mi­yor. Bü­yü­ka­nıt de­ğil de baş­ka bi­ri olur­sa çok fark­lı bir Tür­ki­ye mi ola­cak? Ya­ni Hil­mi Öz­kök’ün ge­nel­kur­may baş­ka­nı ol­du­ğu Tür­ki­ye fark­lı da, onun ye­ri­ne fa­lan­ca ki­şi­nin gel­me­siy­le du­rum de­ği­şe­cek mi? Ba­zı as­ker­le­rin bu­nu böy­le gör­me­si ben­ce bü­yük bir kur­may ha­ta­sı. Tür­ki­ye so­nuç­ta bel­li doğ­ru­la­ra bağ­lı bir ül­ke; bun­lar­dan sap­ma­dı­ğı müd­det­çe as­ker­le­rin gün­de­mi be­lir­le­me­le­ri sı­nır­lı­dır, sı­nır­lı ka­la­cak­tır. Or­du­nun en te­pe nok­ta­sın­da ki­min bu­lun­du­ğu­nun de­ğe­ri de yi­ne gö­re­ce­li ola­rak sı­nır­lı ol­mak zo­run­da­dır. Ta­bii bu yan­lış de­ğer­len­dir­me aşa­ğı­ya ka­dar med­ya ta­ra­fın­dan ta­şı­nı­yor ve Tür­ki­ye açı­sın­dan çok ko­lay haz­me­di­le­me­ye­cek bir ha­le ge­li­yor. Si­ya­si­le­rin de bu du­ru­mu bü­yüt­me­le­ri­nin, ken­di­le­ri he­sa­bı­na çok bü­yük yan­lış­lık ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Ne­ti­ce iti­ba­riy­le Tür­ki­ye’de­ki sis­tem­de her ta­şın bel­li ağır­lı­ğı var; se­çil­miş­ler ile atan­mış­lar ara­sın­da­ki den­ge­ler de böy­le. Halk bu­gün­kü se­çim sis­te­mi içe­ri­sin­de iki par­ti­yi ba­ra­ja göm­dü. Böy­le­ce iki par­ti­li bir Mec­lis çı­kart­tı. Bu iki par­ti­li Mec­lis’te AK Par­ti’nin, halk­tan al­dı­ğı oyun oran­tı­sal ola­rak bir mis­li, ya­ni Mec­lis ço­ğun­lu­ğu­nun üçte ikisine sa­hip ol­ma­sı bu­gün ge­çer­li ku­ral­lar so­nu­cu­dur; do­la­yı­sıy­la bi­ri­le­ri­nin yap­tı­ğı iti­raz­la­rın hiç­bir kıy­me­ti har­bi­ye­si yok. AK Par­ti’nin, ken­di­si­ne üçte iki mec­lis ço­ğun­lu­ğu­nu ver­miş olan bir mil­le­te va­at­le­ri var; bun­la­rı bir si­ya­sî par­ti ola­rak ik­ti­da­rı dö­ne­min­de ger­çek­leş­tir­mek zo­run­da­dır. Tür­ki­ye’nin ken­di­ne öz­gü şart­la­rı, se­çil­miş-atan­mış far­kı, bu­nu ger­çek­leş­tir­me­me­nin baş­lan­gıç­ta ma­ze­re­ti ola­bi­lir; ye­ni ik­ti­da­ra gel­miş bir kad­ro, gi­re­ce­ği de­ni­zin so­ğuk mu, sı­cak mı ol­du­ğu­nu de­ne­mek için baş­lan­gıç­ta par­ma­ğı­nı su­ya so­ka­bi­lir ve bi­raz bek­le­ye­bi­lir. Ama bir sü­re son­ra ar­tık o su­la­rın sı­cak­lı­ğı­na vü­cu­du­nu alış­tı­ra­cak ya da sı­cak­lı­ğı­na, so­ğuk­lu­ğu­na bak­mak­sı­zın, eğer yüz­me ih­ti­ya­cı var­sa, de­ni­ze gi­re­cek­tir. Şim­di hâ­lâ de­niz kı­yı­sın­da dur­ma­sı, dört se­ne so­nun­da hâ­lâ Tür­ki­ye’ye öz­gü şart­lar­dan bah­set­me­si, “su so­ğuk” de­me­si ko­lay ka­bul edi­le­bi­lir bir şey de­ğil. Ben­ce AK Par­ti’nin bir son­ra­ki se­çim­de kar­şı­la­şa­ca­ğı en bü­yük iti­raz bu ola­cak­tır.
 
Hü­kü­met, ne­ti­ce ala­ma­sa da, ba­şör­tü­sü ve İmam-Ha­tip ko­nu­la­rın­da işin pe­şin­de ol­du­ğu, ini­si­ya­ti­fi elin­de tut­tu­ğu iz­le­ni­mi­ni ka­mu­oyu­na ve­ri­yor­du. Ama Şem­din­li’den iti­ba­ren ba­zı şey­ler de­ğiş­ti. Aca­ba ge­nel­kur­may ata­ma­sı ve cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çim­le­ri hak­kın­da bir uz­laş­ma mı ol­du?
Ön­ce ba­şör­tü­sü ve İmam-Ha­tip’le il­gi­li bir gö­rüş ifa­de et­mek is­te­rim. Ben ir­ti­ca et­ra­fın­da yü­rü­tü­len tar­tış­ma­la­rın, Tür­ki­ye’ye özel gö­rün­se de, glo­bal bir an­la­mı ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Ge­rek­ti­ğin­de sem­bol­ler üze­rin­den yü­rü­tü­len, ge­rek­ti­ğin­de -şu sı­ra­lar Lüb­nan ve Fi­lis­tin’de HA­MAS ile Hiz­bul­lah öl­çe­ğin­de ol­du­ğu gi­bi- sı­cak sa­va­şa dö­nü­şen bir tar­tış­ma bu. İr­ti­ca de­di­ği­miz za­man Tür­ki­ye’de bi­zim ak­lı­mı­za ne ge­li­yor­sa, as­lın­da onun glo­bal bir an­la­mı var. Ben, sem­bol­le­re ve­ya o sem­bol­le­ri için­de ba­rın­dı­ran ke­si­me kar­şı yü­rü­tü­len mü­ca­de­le­nin Tür­ki­ye’de so­nuç­la­na­ma­ya­ca­ğı ka­na­atin­de­yim. Me­se­le­nin, ulus­la­ra­ra­sı alan­da ve­ri­le­cek baş­ka bir mü­ca­de­le­nin so­nu­cu ola­rak çö­zü­le­bi­le­ce­ği ka­na­atin­de­yim. Bu si­ya­sî kad­ro ise bu so­ru­nu ken­di­le­ri­nin çö­ze­bi­le­ce­ği ka­na­atiy­le ik­ti­dar ol­du­lar. Çö­zü­le­me­ye­ce­ği­ni gö­rü­yor­lar; ama ne­den çö­ze­me­dik­le­ri­ni hâ­lâ keş­fe­de­me­di­ler.
 
Bu­nu bi­raz açar mı­sı­nız? Ba­şör­tü­sü ni­çin sem­bol ve ni­çin da­ha kü­re­sel bir so­run?
Ni­çin sem­bol ol­du­ğu­nu onu sem­bol ha­li­ne ge­ti­ren­le­re sor­mak la­zım. İşin için­de bir in­dir­ge­me­ci­lik var; glo­bal sis­tem si­ya­sal İs­lam’ın ka­dın­la­ra yan­sı­yan bi­çi­mi­ni ba­şör­tü­sü ola­rak gö­rü­yor. Ba­tı’da da ki­mi za­man üni­ver­si­te­ler­de, ki­mi za­man ka­mu­sal alan de­dik­le­ri yer­ler­de ya­sak­lı­yor­lar. Ya­sak­la­ma­yan bi­le, onu bir si­ya­sal İs­lam un­su­ru ola­rak gö­rü­yor; ifa­de et­me­se de, onu hoş kar­şı­la­ma­dı­ğı­nı hiç de­ğil­se ta­vır­la­rın­dan an­lı­yo­ruz. Glo­bal sis­tem açı­sın­dan ba­şör­tü­sü si­ya­sal İs­lam’ın sem­bo­lü; si­ya­sal İs­lam da yü­rüt­tük­le­ri te­rö­re kar­şı sa­va­şın mu­ha­ta­bı­dır. Şu an İs­ra­il, Fi­lis­tin ve Lüb­nan’a sal­dı­rı­yor; dün­ya ses­siz… Tür­ki­ye PKK te­rö­rü­nü öne sü­rüp Irak’a gir­mek is­ti­yor; “bu so­ru­nu çöz­mek için gi­re­mez­sin” di­yor­lar. Dün­ya sis­te­mi açı­sın­dan ve­ya Ame­ri­ka­lı, İn­gi­liz, Fran­sız açı­sın­dan bak­tı­ğı­mız­da, İs­ra­il’in yap­tı­ğı, kü­re­sel bir sa­vaş­ta ken­di kü­çük sa­va­şı­nı yü­rüt­mek. On­lar şöy­le gö­rü­yor: Si­ya­sal İs­lam’a kar­şı bir kü­re­sel sa­vaş var; İs­ra­il de onun bir üye­si ola­rak HA­MAS ve Hiz­bul­lah’la mü­ca­de­le edi­yor. Bu, Ame­ri­ka açı­sın­dan an­la­şı­la­bi­lir bir şey. On­la­ra gö­re, İs­ra­il, is­te­di­ği ka­dar mü­ca­de­le ede­bi­lir, is­te­di­ği ka­dar ki­şi­yi öl­dü­re­bi­lir. Ama PKK bu kü­re­sel sa­va­şın mu­ha­ta­bı de­ğil; çün­kü İs­la­mî bir özel­li­ği yok. Onun te­rö­rist lis­te­sin­de yer al­sa bi­le, ön­ce­lik lis­te­sin­de yer al­mı­yor. Se­nin ön­ce­lik lis­ten­de yer al­ma­sı da onu faz­la il­gi­len­dir­mi­yor. Do­la­yı­sıy­la din eği­ti­mi ya da İmam-Ha­tip Li­se­le­ri ile il­gi­li so­ru­nu Tür­ki­ye’ye özel bir olay ola­rak gö­rü­yo­ruz. Oy­sa o da kü­re­sel bir so­run; sa­de­ce biz­de de­ğil baş­ka ül­ke­ler­de de di­nî eği­tim ko­nu­sun­da kuş­ku­lar var. Me­se­la Af­ga­nis­tan’a mü­da­ha­le eder et­mez ilk yap­tık­la­rı şey, ora­da­ki med­re­se sis­te­mi­ne el at­mak ol­du; çün­kü ora­dan Ta­li­ban ye­tiş­ti. Ta­li­ban’ı ye­tiş­ti­ren sis­tem de yan­lış bir sis­tem­di on­la­ra gö­re ve dü­zelt­me­le­ri ge­re­ki­yor­du. Tür­ki­ye’de biz İmam-Ha­tip Li­se­le­ri­ni di­nî eği­tim kap­sa­mın­da tar­tış­tı­ğı­mız müd­det­çe, Ba­tı sis­te­min­den hiç­bir an­la­yış gör­me­miz müm­kün de­ğil. Do­la­yı­sıy­la İmam-Ha­tip­le­re yö­ne­lik her tür­lü bas­kı­cı ta­vır, dı­şa­rı­da sem­pa­tiy­le kar­şı­la­na­cak­tır. O ba­kım­dan hem ba­şör­tü­sü, hem de İmam-Ha­tip so­ru­nu­nun çok da­ha fark­lı yak­la­şım­lar­la ele alı­nıp çö­zül­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.
Şim­di Şem­din­li ko­nu­su­na ge­le­bi­li­riz. Ben ge­nel­kur­may baş­ka­nı ata­ma­sı ve cum­hur­baş­ka­nı se­çi­mi ko­nu­sun­da hü­kü­met ve or­du ara­sın­da bir mu­ta­ba­kat ol­du­ğu­nu zan­net­mi­yo­rum. Ön­ce ge­nel­kur­may baş­ka­nı baş­ba­kan­la gö­rüş­tü. Bu ara­da ka­ra kuv­vet­le­ri ko­mu­ta­nı da ani bir zi­ya­ret­le baş­ba­kan­la gö­rüş­tü. Çe­şit­li çev­re­ler­de, bun­lar ya­zıl­ma­sa bi­le, bi­rin­ci gö­rüş­me­de ge­nel çer­çe­ve­nin çi­zil­di­ği, ikin­ci­sin­de de özel bir­ta­kım mu­ta­ba­kat­la­ra va­rıl­dı­ğı tes­pi­ti ya­pıl­dı. El­bet­te ba­zı me­saj­lar doğ­ru­dan ya da sa­tır ara­la­rın­da ve­ril­miş­tir; ama bun­la­rın ba­zı­la­rı­nın al­gı­la­dı­ğı ka­dar açık ve so­nuç ge­ti­re­cek me­saj­lar ol­du­ğu­nu dü­şün­mü­yo­rum. Bir şe­yi da­ha ek­le­mek­te ya­rar var: Tür­ki­ye ar­tık dar­be ya­pı­la­bi­lir bir ül­ke de­ğil. Hat­ta 28 Şu­bat dâ­hil post-mo­dern mü­da­ha­le­le­rin bi­le bun­dan son­ra söz ko­nu­su ola­bi­le­ce­ği­ni zan­net­mi­yo­rum. Bu­nu, “Tür­ki­ye çok de­mok­ra­tik­leş­ti, ar­tık ge­ri­ye dö­nüş ol­maz” ko­lay­cı­lı­ğı ola­rak gör­me­yin. Ter­si­ne, Tür­ki­ye’nin de­mok­ra­tik ek­sik­lik­le­ri sis­tem dı­şı mü­da­ha­le­ler ve ih­ti­lal­ler se­be­biy­le ona­rı­la­ma­dı­ğı ve bu ayıp­lar­la Tür­ki­ye gi­bi bir ül­ke uzun sü­re gi­de­me­ye­ce­ği için, mü­da­ha­le is­te­yen­le­re dı­şa­rı­dan ye­şil ışık ya­kıl­ma­ya­ca­ğı­nı, ya­kıl­dı­ğı tak­dir­de onun so­nuç­la­rı­na ko­lay kat­la­na­ma­ya­cak­la­rı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Ama ta­bii Tür­ki­ye’nin et­ra­fın­da­ki ge­liş­me­le­ri doğ­ru oku­ya­ma­yan bir si­ya­sî ik­ti­dar ge­lir, Tür­ki­ye’ye bi­çi­len ro­lü oy­na­mak­ta zor­la­nır, boz­ma­ya ça­lı­şır­sa, o za­man fark­lı so­nuç­lar do­ğa­bi­lir. Ken­di iç ge­rek­li­lik­le­ri­miz ar­tık dar­be­ler dö­ne­mi­nin ka­pan­dı­ğı­nı söy­lü­yor; ama et­ra­fı­mız­da ce­re­yan eden olay­la­ra ba­kın­ca, çok da­ha kı­rıl­gan bir ze­min gö­rü­yo­rum. O ba­kım­dan her si­ya­sî ik­ti­da­rın Tür­ki­ye’de­ki den­ge­ler­den çok dı­şa­rı­da­ki olup bi­ten­le­ri iyi göz­le­me­si ge­re­ki­yor.
Şem­din­li sü­re­ci­ne ge­lin­ce; o da­ha ön­ce Su­sur­luk me­se­le­siy­le ha­ber­dar ol­du­ğu­muz dev­let için­de­ki kök­lü ya­pı­lan­ma­nın var­lı­ğı­nı iyi­ce göz­ler önü­ne ser­di. Şem­din­li’de ya­şa­nan­la­ra ve ar­dın­dan ya­pı­lan ba­zı res­mî açık­la­ma­la­ra bak­tı­ğı­mız­da, ya­pan­lar açı­sın­dan ta­lih­siz­lik ol­sa bi­le, bun­lar, göz­le­yen­ler açı­sın­dan göz açı­cı açık­la­ma­lar­dı. O ey­lem, dev­let içe­ri­sin­de sa­de­ce bir­kaç ki­şi­nin ken­di ara­la­rın­da ör­güt­le­şe­rek de­ğil, ade­ta emir ko­mu­ta zin­ci­ri dâ­hi­lin­de oluş­muş ör­güt­le­rin yap­tık­la­rı ola­rak kar­şı­mı­za çı­kı­yor. Şem­din­li’de, mah­ke­me ka­ra­rı­na da geç­ti­ği için ra­hat­lık­la söy­le­ye­bi­li­riz, böy­le bir olu­şu­mun var­lı­ğı gö­rü­lü­yor. An­cak hü­kü­met bu­nu tam an­la­ma­dı­ğı için bir­ta­kım ge­liş­me­le­rin ya­şan­ma­sı­na mü­saa­de et­ti. Hü­kü­met, Şem­din­li’ye tam bir teş­his ko­ya­bil­se ve ge­rek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­sey­di, son­ra­dan eko­no­mik sar­sın­tı ola­rak da ken­di­ni bel­li eden ge­liş­me­le­rin do­zu­nu hiç de­ğil­se azal­ta­bi­lir­di. Ne­ti­ce iti­ba­riy­le bir şe­yin far­kı­na var­maz­sa­nız, far­kı­na var­ma­nı­zı bek­le­yip te­dir­gin olan­la­rın te­dir­gin­li­ği­ni bü­yü­tür­sü­nüz. Çün­kü on­lar siz­den bir tep­ki ver­me­ni­zi bek­li­yor; ama ver­mi­yor­su­nuz. Bu tep­ki­siz­li­ğin iki se­be­bi ola­bi­lir: Bi­rin­ci­si, ola­yı an­la­ma­mış­sı­nız­dır; ikin­ci­si, bek­le­yip da­ha bü­yük bir tep­ki ver­me ha­zır­lı­ğı için ola­bi­lir. Ola­yın oda­ğın­da bu­lu­nan­lar, bu tep­ki­siz­li­ği hü­kü­me­tin fır­sat kol­la­ma­sı ola­rak yo­rum­lu­yor. O za­man da tep­ki­le­ri çok da­ha bü­yük olu­yor. Ben­ce, son bir ay içe­ri­sin­de ya­şa­nan sar­sın­tı­lar­da bu fark ede­me­yi­şin bü­yük pa­yı var. Bun­dan son­ra da si­ya­sî kad­ro­lar, Şem­din­li’yi iyi­ce tah­lil edip on­dan ge­rek­li so­nuç­la­rı çı­kart­maz­lar­sa, top­lum­la ters düş­me­le­ri­ne ne­den ola­cak olay­la­ra yi­ne mu­ha­tap edi­le­bi­lir­ler.
 
Pe­ki, hü­kü­met me­se­le­yi bu­gün an­la­mış du­rum­da mı?
Şem­din­li’yi hâ­lâ tam de­ğer­len­di­re­bil­dik­le­ri­ni zan­net­mi­yo­rum. Eli­miz­de 145 say­fa ol­du­ğu söy­le­nen, be­nim şah­sen öze­ti­nin öze­ti­ni oku­ya­bil­di­ğim, bir mah­ke­me ka­ra­rı var. 100 say­fa­lık id­di­ana­me­yi oku­dum; yar­gı men­sup­la­rı, sav­cı ve hâ­kim­ler ola­yı doğ­ru teş­his et­miş­ler. Hü­kü­met o teş­his is­ti­ka­me­tin­de her­han­gi bir şey yap­mı­yor. An­la­ma­sı ge­re­ken il­la baş­ba­kan de­ğil­dir; par­ti­de ve hü­kü­met­te bu­nun mu­ha­ta­bı olan gö­rev­li­ler var. On­la­rın bir kıs­mı­nın bun­dan faz­la­ca bir şey bek­le­me­di­ği­ni, bir kıs­mı­nın da olan bi­te­ni kav­ra­ya­bi­le­cek güç­te ol­ma­dı­ğı­nı zan­ne­di­yo­rum.
 
Şem­din­li’yi bir sü­reç ola­rak gö­rü­yor­su­nuz. Pe­ki, Da­nış­tay bas­kı­nı, Ata­bey­ler çe­te­si, Ka­ra Harp Oku­lu Ko­mu­ta­nı Re­ha Taş­ke­sen’in is­ti­fa­sı, tüm bun­lar bir­bir­le­riy­le bağ­lan­tı­lı mı? Bağ­lan­tı­lıy­sa, bun­la­rı ge­nel­kur­may baş­kan­lı­ğı ata­ma­sı ve cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­miy­le bir­lik­te mi de­ğer­len­dir­mek ge­re­ki­yor? Hü­kü­me­t’in an­la­ma­dı­ğı şey ne­dir bu­ra­da?
Si­ya­sî kad­ro­la­rın an­la­ma­dı­ğı­nı dü­şün­dü­ğüm şey, Tür­ki­ye içe­ri­sin­de, ge­rek­ti­ğin­de sis­te­mi ra­hat­sız ede­cek ge­liş­me­ler ya­şat­ma­yı bi­len bir sis­tem dı­şı ya­pı­lan­ma­nın var olu­şu. Bun­lar ne­re­dey­se ya­rım yüz­yıl­dan faz­la za­man­dır Tür­ki­ye’de­ki üç bu­çuk dar­be­nin so­rum­lu­su­dur. Ay­rı­ca is­te­dik­le­ri za­man top­lum­sal ra­hat­sız­lık­la­ra se­bep ola­bi­le­cek şe­kil­de yüz­le­ri­ni gös­te­re­bil­mek­te­dir­ler ve dev­let içe­ri­sin­de yu­va­lan­dık­la­rı için de ken­di­le­ri­ne yar­dım­cı ola­cak iş­bir­lik­çi­le­re sa­hip­tir­ler. De­mok­ra­si­ler­de, bir dev­let ya­pı­lan­ma­sı­nın en te­pe nok­ta­sın­da hü­kü­me­tin bu­lun­ma­sı bek­le­nir; ama onun da gü­cü­nün yet­me­di­ği bir alan var ve o alan­da ya­pı­lan her şey as­lın­da si­ya­sî­le­ri he­def alı­yor. Ale­vi-Sün­ni ça­tış­ma­sı olu­yor­sa ya da sağ-sol ça­tış­ma­sın­da 5 bin in­san ölü­yor­sa, bu, Tür­ki­ye’de si­ya­sî­le­rin so­nu­nu ge­ti­ri­yor. O dö­ne­min si­ya­sî­le­ri bu­na doğ­ru teş­his ko­ya­bil­se­ler­di, ken­di­le­ri­ni gö­tü­ren fır­tı­na­la­ra ya­ka­lan­maz­lar­dı. Bu­gün­kü­le­rin de fark ede­me­dik­le­ri, bu ya­pı­lan­ma­nın hâ­lâ var­lı­ğı­nı sür­dür­dü­ğü­dür. Bu­nu fark et­mi­yor­lar ve­ya fark et­tik­le­ri­ni al­gı­la­ya­mı­yo­ruz. Hü­kü­met’in ya­pa­bi­le­ce­ği çok şey var as­lın­da; ama ön­ce­lik­le teş­hi­si doğ­ru koy­ma­sı ve o teş­his is­ti­ka­me­tin­de ted­bir al­ma­sı la­zım. Ben­ce bir ko­lay­cı­lı­ğa sap­tı AK Par­ti kad­ro­la­rı. Geç­miş­te baş­ka ik­ti­dar­la­rın da ba­şı­na gel­miş­ti. He­pi­mi­zin ki­şi­sel ik­ti­dar­la­rın­da da bu var­dır: İş yer­le­ri­miz­de, aka­de­mik ça­lış­ma­la­rı­mız­da, öğ­ren­ci­lik dö­ne­mi­miz­de bir şe­yi be­ce­re­me­di­ği­miz­de, bel­ki baş­ka bir şey olur­sak bu­nu be­ce­ri­riz di­ye dü­şü­nü­rüz. Şu­nu da öğ­re­ne­yim, der­si­niz, onu da öğ­re­nir­si­niz; ama on­dan öte­si de var­dır ve siz yi­ne es­ki­si ka­dar olur­su­nuz, da­ha faz­la ol­maz­sı­nız. Sa­nı­rım, Hü­kü­met de ken­di si­ya­set ala­nı­nın dar­lı­ğı­nı bir­ta­kım ana­ya­sal ku­rum­la­ra bağ­lı­yor; o ku­rum­la­rın üye­le­ri­ni de cum­hur­baş­ka­nı ata­dı­ğı için, “cum­hur­baş­ka­nı­nı da ben be­lir­ler­sem da­ha ra­hat ede­rim” di­ye dü­şü­nü­yor. Ben­ce bu ola­cak şey de­ğil; ni­çin ol­ma­ya­ca­ğı­nı Tur­gut Özal’ın cum­hur­baş­kan­lı­ğı dö­ne­min­de gör­müş­tük. Ben Özal’ın, ni­te­lik­sel ola­rak bir­ta­kım fark­lar ta­şı­sa bi­le, hiç de­ğil­se mua­rız­la­rı­nın, mu­ha­lif­le­ri­nin ona at­fet­ti­ği de­ğer­ler açı­sın­dan Tay­yip Er­do­ğan’dan çok fark­lı ol­du­ğu­nu dü­şün­mü­yo­rum. O ba­kım­dan, bu­lun­du­ğun yer­de yap­man ge­re­ke­nin aza­mi­si­ni yap­ma­yıp da­ha son­ra eli­ne ge­çe­cek im­kân­lar­la güç­le­ne­ce­ği­ni var­sa­ya­rak so­run­la­rı er­te­le­mek, ben­ce çö­zü­mü de güç­leş­ti­ri­yor. Ya­rın cum­hur­baş­ka­nı­nı bu si­ya­sî kad­ro se­çe­cek; ama bu kez dü­ne ka­dar hiç akıl ede­me­dik­le­ri baş­ka en­gel­ler­le kar­şı­la­şa­cak­lar; çün­kü sis­te­min ken­di­ne gö­re tu­zak­la­rı var. 163 kalk­tı, 312 gel­di; şim­di 301’le ida­re edi­li­yor. Bun­lar as­lın­da ma­hi­yet iti­ba­riy­le fark­lı şey­ler ama ay­nı so­nu­cu ve­ri­yor. Bi­ri fik­rin­den do­la­yı ce­za­lan­dı­rıl­mak is­te­ni­yor­sa, ya­rın 301’i kal­dır­sın­lar, baş­ka bir mad­de mut­la­ka bu­lu­na­cak­tır. Bu­nun gi­bi, cum­hur­baş­ka­nı­nı bu kad­ro seç­se ve ken­di­le­rin­ce en ide­al ki­şi­yi ora­ya yer­leş­tir­se­ler bi­le, yi­ne so­run­la­rın çö­zül­me­ye­ce­ği ger­çe­ğiy­le kar­şı­la­şa­cak­la­rı­nı dü­şü­nü­yo­rum. O ba­kım­dan sa­de­ce Şem­din­li ola­yın­da de­ğil, ge­nel ola­rak ik­ti­dar­la­rı­nı de­ğer­len­di­rir­ken ve ik­ti­da­rın ne ol­du­ğu ko­nu­sun­da ka­rar ve­rir­ken te­mel bir ha­ta yap­tık­la­rı ka­na­atin­de­yim.
 
İk­ti­da­rı na­sıl an­la­mak la­zım?
Tür­ki­ye’de as­lın­da 1923’te Cum­hu­ri­yet’in ku­rul­ma­sı, 1946’da çok par­ti­li sis­te­me ge­çiş, 1950’de DP’nin ik­ti­da­ra gel­me­si çok önem­li ka­za­nım­lar. Son­ra da bil­di­ği­niz sü­reç dur­dur­ma­la­rı ya­şan­dı. Ge­nel ka­bul şu: 1946 son­ra­sın­da de­mok­ra­tik bir sis­tem var; ama son­ra­sın­da ba­zı mü­da­ha­le­ler olu­yor ve sis­tem ke­sin­ti­ye uğ­ru­yor. Ben öy­le gör­mü­yo­rum: Bir sü­rek­li­lik var ama o de­mok­ra­si de­ğil; ke­sin­ti­ler, as­lın­da bi­zim de­mok­ra­tik gör­dü­ğü­müz dö­nem­ler, ya­ni 1950 ile 60 ara­sı ve­ya 1983 ile 90 ara­sı bir is­tis­na Tür­ki­ye’de. Nor­mal­de ken­di­si­ni ye­ni­le­yen re­jim­ler sağ­lık­lı­dır. Tür­ki­ye’de ise sağ­lık­lı­lık 1920’nin şart­la­rı­na sa­hip ol­mak ola­rak an­la­şı­lı­yor; “O çıl­gın Türk­ler” an­la­yı­şı­nın sür­dü­rül­me­si ola­rak gö­rü­lü­yor. Te­mel çiz­gi­de ne­fes ara­lı­ğı gi­bi gö­rü­le­bi­le­cek olan de­mok­ra­tik dö­nem­ler ya­şan­dı Tür­ki­ye’de; ben­ce on­lar bir is­tis­nay­dı.
 
Tür­ki­ye’de iç si­ya­set 1990’la­ra ka­dar So­ğuk Sa­vaş man­tı­ğıy­la şe­kil­len­di; dış si­ya­se­tin be­lir­le­yi­ci­li­ği var­dı. Siz­ce So­ğuk Sa­vaş son­ra­sı dö­ne­min iç si­ya­se­te et­ki­si na­sıl ol­du?
Tür­ki­ye’de de dış si­ya­set iç si­ya­se­ti et­ki­li­yor is­ter is­te­mez. Tür­ki­ye dün­ya coğ­raf­ya­sın­da fark­lı bir yer­de ol­say­dı, bel­ki böy­le­si­ne et­ki­le­ne­cek bir ül­ke ol­ma­ya­bi­lir­di. Av­ru­pa’nın kı­yı­sın­da, Or­ta Do­ğu, Or­taas­ya, Bal­kan­lar, Kaf­kas­ya gi­bi bu­gü­nün en so­run­lu sa­yı­lan böl­ge­le­riy­le ir­ti­bat­lı­yız. Bun­lar özel­lik­le dı­şa­rı­dan ba­kıl­dı­ğın­da Tür­ki­ye’yi çok önem­se­nen bir ye­re otur­tu­yor. So­ğuk Sa­vaş çok sert geç­ti­ği dö­nem­ler­de Tür­ki­ye önem­liy­di. So­ğuk Sa­vaş fark­lı yer­ler­de me­se­la Gü­ney Ame­ri­ka’da ce­re­yan et­ti­ği za­man, Tür­ki­ye faz­la­ca önem­li bir ül­ke de­ğil­di. Fa­kat So­ğuk Sa­vaş son­ra­sı tek sü­per güç­lü or­tam­da o sü­per gü­cün he­def­le­riy­le ör­tü­şen ve­ya ona kar­şı çı­kan bir Tür­ki­ye dün­ya sis­te­mi­ni et­ki­le­ye­bi­le­cek bir ül­ke. Bu ba­kım­dan her olan bi­te­nin bi­ze yan­sı­ma­sı do­ğal. Şu an­da za­ten Irak’ta, İran’da, Su­ri­ye’de olan ya da ol­ma­sı bek­le­nen ge­liş­me­ler bir şe­kil­de Tür­ki­ye’yi de, ta­kı­na­ca­ğı ta­vır se­be­biy­le içi­ne ala­cak ve­ya dış­la­ya­cak ge­liş­me­ler. Tür­ki­ye için­de­ki den­ge­ler de si­ya­sî kad­ro­la­rın, olu­şan dün­ya sis­te­mi­nin için­de yer al­ma­sı ve­ya ken­di­si­ni dı­şın­da tut­ma­sıy­la ya­kın­dan il­gi­li. Ame­ri­ka tek sü­per güç ola­rak bir­ta­kım şey­ler yap­mak is­ti­yor; ama “Tür­ki­ye bu iş­le­ri bi­le­bi­lir” di­ye za­man za­man din­le­me ih­ti­ya­cı du­yu­yor. Tür­ki­ye de bu­nu fark edip o nok­ta­da Ame­ri­ka’ya yap­tı­ğı şe­yin yan­lış ol­du­ğu­nu, doğ­ru dav­ra­nı­şın ne ol­du­ğu­nu ak­ta­ra­bi­lir. Me­se­la 1 Mart tez­ke­re­sin­de Ame­ri­ka ku­zey­den bir cep­he aça­cak­tı; TBMM bu­na kar­şı çık­tı. Bu­na rağ­men sa­vaş baş­la­dı ve Tür­ki­ye’de­ki si­ya­sî kad­ro ya­pı­la­nın yan­lış ol­du­ğu­nu dü­şün­dü; ar­dın­dan da ne is­te­ni­yor­sa he­men hep­si­ni ver­di. Ben 1 Mart tez­ke­re­sin­de ve­ri­len me­sa­jın doğ­ru, on­dan son­ra­ki me­sa­jın yan­lış ol­du­ğu ka­na­atin­de­yim. 1 Mart tez­ke­re­si­nin ön­ce­sin­de ve­ri­len me­saj­lar da yan­lış­tı ve bu si­ya­sî kad­ro­nun Ame­ri­ka ko­nu­sun­da­ki en önem­li ha­ta­sı doğ­ru me­sa­jın ara­sı­na sı­kış­tı­ğı o iki yan­lış me­saj­dı. Bu­gün ba­zı ga­ze­te­ler­de man­şet olu­yor; “1 Mart tez­ke­re­sin­de böy­le de­miş­ler­di, ha­ki­ka­ten on­lar olu­yor” di­ye. Ama on­dan ol­mu­yor; o iki yan­lış me­saj­dan do­la­yı olu­yor bun­lar. İs­ra­il’in sal­dır­gan­lı­ğı kar­şı­sın­da AK Par­ti Hü­kü­me­ti’nin ver­di­ği tep­ki­le­re bak­tı­ğı­mız­da da ay­nı ha­ta­la­rı gö­rü­yo­ruz. Bir tep­ki ve­ri­li­yor, ar­dın­dan re­el şart­lar fark­lı bir şey or­ta­ya çı­ka­rın­ca tep­ki­den vaz­ge­çi­li­yor; er­te­si gün tek­rar baş­ka bir tep­ki ve­ri­li­yor. Doğ­ru­lar­la yan­lış­lar ka­rı­şı­yor. Bir si­ya­sî ik­ti­dar açı­sın­dan, he­le dı­şa­rı­da­ki ge­liş­me­ler­den çok et­ki­le­nen bir ül­ke­de bu yan­lış­la­rın bir ma­li­ye­ti­nin ol­ma­sı la­zım. Ama Tür­ki­ye’nin bu­gün­kü si­ya­sî şart­la­rın­da bu yan­lış­la­rın, si­ya­se­ti ra­di­kal bi­çim­de et­ki­le­me­si­ni ge­rek­ti­re­cek al­ter­na­tif­ler yok. Do­la­yı­sıy­la bu ha­ta­lar­la de­vam edi­yo­ruz.
 
Pe­ki Or­ta Do­ğu’da bu sü­reç na­sıl de­vam ede­cek? Ya­zı­la­rı­nız­da İs­ra­il’in son sal­dı­rı­sı­nın, as­lın­da bir as­ke­rin ka­çı­rıl­ma­sı­na ve­ril­miş an­lık bir tep­ki de­ğil, ön­ce­den be­ri var olan bir pla­nın uy­gu­la­ma­ya ko­nul­ma­sı ol­du­ğu­nu be­lirt­ti­niz. İs­ra­il’in ni­hai he­de­fi ne ola­cak?
İs­ra­il’in ni­ye­ti­nin giz­li ol­ma­dı­ğı­nı gö­rü­yo­rum. İs­ra­il, bir ba­rış sü­re­ci ya­şa­nır­sa, o sü­re­cin so­nun­da ken­di­si­nin böl­ge­nin di­ğer ül­ke­le­rin­den bi­ri ha­li­ne ge­li­ve­re­ce­ği­ni fark et­ti. Bu sa­de­ce İs­ra­il’in gü­ven­li­ği için de­ğil, da­ha ku­ru­lu­şun­dan ön­ce çer­çe­ve­si çi­zil­miş olan fel­se­fe­si açı­sın­dan da hoş de­ğil. Ame­ri­ka’nın da 11 Ey­lül’e ka­dar­ki İs­ra­il po­li­ti­ka­sı şuy­du: “Sen böl­ge­nin di­ğer ül­ke­le­ri gi­bi ol, bi­zim­le ya­kın­laş, nük­le­er si­lah­la­ra sa­hip ol­du­ğu­nu faz­la vur­gu­la­ma, var­lı­ğı­nı sür­dür, ben dün­ya­nın tek sü­per gü­cü ola­rak se­ni ko­ru­rum.” Ama 11 Ey­lül her şe­yi de­ğiş­tir­di. Şim­di İs­ra­il’de o es­ki fel­se­fe can­lan­mış du­rum­da­dır. İs­ra­il stra­te­jik açı­dan da sı­ra­dan bir böl­ge ül­ke­si ol­ma­dı­ğı­nın, dün­ya gü­cü ol­du­ğu­nun ka­bul edil­me­si­ni is­ti­yor.
 
İs­ra­il, Ame­ri­ka’ya rağ­men mi bu po­li­ti­ka­yı iz­li­yor?
Ame­ri­ka’da ege­men olan kad­roy­la bir­lik­te ya­pı­yor bu­nu. 19 Tem­muz’da Was­hing­ton Post’ta bir de­ğer­len­dir­me var­dı: Ame­ri­ka’da Bush’la bir­lik­te ha­re­ket eden ye­ni-mu­ha­fa­za­kâr ke­sim şu an­ki Bush po­li­ti­ka­la­rın­dan mut­lu de­ğil. Bi­ze tu­haf ge­li­yor; ama doğ­ru. Çün­kü Ri­ce’ın son bir­kaç ay içe­ri­sin­de ver­di­ği me­saj­lar, as­lın­da 11 Ey­lül son­ra­sın­da ya­pı­lan sor­gu­la­ma ve de­ğer­len­dir­me­le­re ay­kı­rı; sert­li­ğin ters tep­ki­le­re yol aç­tı­ğı­nın far­kın­da olan bir söy­le­mi var. Irak’ta so­nuç al­mak için Su­udi­ler­le ya­kın­laş­ma­yı dü­şü­nü­yor. İran’ın nük­le­er si­lah­la­rı ko­nu­su­nu mü­za­ke­re yön­te­miy­le de çö­zü­le­bi­le­cek bir so­run ola­rak gö­rü­yor ve ye­ni-mu­ha­fa­za­kâr­la­rın tüy­le­ri­ni di­ken di­ken edi­yor. İs­ra­il’in Fi­lis­tin ve Lüb­nan’ı he­def alan sal­dı­rı­la­rı bu ar­ka plan üze­rin­de de­ğer­len­di­ril­di­ğin­de baş­ka bir an­lam ka­za­nı­yor. Söy­len­ti­le­re gö­re İs­ra­il’de sal­dı­rı ka­rar­la­rı­nı ar­tık si­ya­sî­ler de­ğil, as­ker­ler alı­yor ve uy­gu­lu­yor. Ben­ce bu an­lam­lı; ne­ti­ce iti­ba­riy­le İs­ra­il dev­le­ti­ni ku­ran as­ker­ler­di. Ay­rı­ca Ame­ri­ka’da ik­ti­da­rı elin­de tu­tan si­ya­sî kad­ro, İs­ra­il’e iti­raz ede­bi­le­cek güç­te de­ğil­dir.
 
Şöy­le de­ne­bi­lir mi: Ye­ni Bush yö­ne­ti­mi İran’a bi­raz da­ha mü­sa­ma­ha­kâr; fa­kat İs­ra­il ini­si­ya­ti­fi ele ala­rak bu­nu boz­ma­ya ça­lı­şı­yor?
Mü­sa­ma­ha­kâr de­ğil de yön­tem far­kı var. İran ile Ame­ri­ka ara­sın­da­ki nük­le­er tar­tış­ma­nın iki ta­raf için ifa­de edi­len ve de edil­me­yen se­bep­le­ri var. İran, uran­yumu zen­gin­leş­ti­re­ce­ği­ni ve ba­rış­çıl gi­bi gö­zük­se bi­le, so­nun­da nük­le­er si­la­ha sa­hip ola­ca­ğı­nı; Ame­ri­ka da, bu­nu yap­tırt­ma­ya­ca­ğı­nı söy­lü­yor. İran bu­nu söy­ler­ken muh­te­me­len şu sı­nır­lar içe­ri­sin­de kal­ma­yı dü­şü­nü­yor: “Si­lah yap­ma nok­ta­sı­na gel­di­ğim­de muh­te­me­len vu­rur­lar; ben bir ön­ce­ki aşa­ma­da ka­la­ca­ğım, elim­de zen­gin­leş­ti­ril­miş uran­yum bu­lun­du­ra­ca­ğım, is­te­di­ğim an nük­le­er si­lah ya­pa­bi­le­cek bir ha­le ge­le­ce­ğim, ama yap­ma­ya­ca­ğım.” Bu­nu da Ame­ri­ka’yla ay­nı ma­sa­ya otu­ra­bil­mek için is­ti­yor. Böy­le­ce re­jim ken­di­ni dö­nüş­tür­mek zo­run­da kal­mak­sı­zın Ame­ri­ka’yla ara­yı dü­zel­te­cek. Ame­ri­ka ise, İran ko­nu­sun­da so­nu­na ka­dar gi­de­cek gi­bi dav­ra­nı­yor; ama git­me­ye­ce­ği­ni bi­li­yor. Fa­kat ay­nı ma­sa­ya otur­ma şan­sı­nı, İran’a, an­cak ül­ke­de­ki re­ji­min dö­nüş­tü­rü­le­ce­ği bir or­tam­da ver­me­yi dü­şü­nü­yor. Ya­ni mü­za­ke­re­den bah­se­di­yor Con­do­le­ez­za Ri­ce; ama bu­gün ola­cak şek­lin­de ko­nuş­mu­yor. Onun İran top­lu­mun­da na­sıl bir dal­ga­lan­ma­ya se­bep ola­ca­ğı­nı gör­mek is­ti­yor bes­bel­li. Böy­le bir or­tam­da İs­ra­il, ani­den sal­dı­ra­rak bu ih­ti­ma­li sı­fır­la­dı. Şu an­da ne İran’ın Ame­ri­ka’yla il­gi­li he­sap­la­rı ge­çer­li, ne de Ame­ri­ka’nın İran’la il­gi­li he­sap­la­rı. İs­ra­il, ken­di­si için hoş ol­ma­yan bir or­ta­mın doğ­mak­ta ol­du­ğu­nu gör­dü ve ken­din­ce en uy­gun za­man­da mü­da­ha­le et­ti. Bak­tı ki; bu işin so­nun­da en önem­li mu­ha­lif güç­ler yer­le­ri­ni ko­ru­ya­cak; Irak düş­tü bel­ki ama İran ve Su­ri­ye teh­dit ol­ma­ya de­vam ede­cek; bir sü­re son­ra ulus­la­ra­ra­sı ka­muo­yu Fi­lis­tin’de HA­MAS’ın var­lı­ğı­nı ka­bul et­me­yi tar­tış­ma­ya baş­la­ya­cak; bu teh­li­ke­le­ri gör­dü­ğü için son sal­dı­rı­lar­la den­ge­yi de­ğiş­tir­di.                 
 
Bi­lin­di­ği gi­bi, Ame­ri­ka’nın 11 Ey­lül’den son­ra, ön­ce Af­ga­nis­tan’a, ar­dın­dan Or­ta Do­ğu’ya el at­ma­sıy­la Af­ga­nis­tan’dan baş­la­yıp İran-Irak üze­rin­den Lüb­nan’a ka­dar gi­den, aşa­ğı­da Ye­men’in de dâ­hil ol­du­ğu bir Şii ku­şak oluş­tu. Irak’a gi­rer­ken ABD, ül­ke­nin is­ta­tis­tik­le­ri­ne, de­mog­ra­fik ya­pı­sı­na bak­mış­tı el­bet­te. An­cak ilk iş ola­rak Sün­ni ağır­lık­lı Irak or­du­su­nu da­ğıt­tı. Şim­di ise Ame­ri­ka Irak’tan çık­tı­ğı an­da, İran’a pa­ket­le­nip he­di­ye edil­miş bir Şii Irak or­ta­ya çı­ka­cak. Bu, Ame­ri­ka açı­sın­dan ön­gö­rü­le­me­yen bir şey miy­di, yok­sa bah­set­ti­ği­niz Ame­ri­kan yö­ne­ti­min­de­ki ay­rış­ma­nın so­nuç­la­rın­dan bi­ri mi?
El­bet­te Ame­ri­ka’nın ka­rar al­ma me­ka­niz­ma­la­rın­da bu­lu­nan in­san­la­rın böy­le­si­ne te­mel bil­gi­ler­den mah­rum ol­du­ğu­nu dü­şün­mek müm­kün de­ğil; de­mog­ra­fik, et­nik ya­pı­yı fev­ka­la­de iyi bi­li­yor­lar. Yal­nız he­sap ha­ta­la­rı­nın ol­du­ğu­nu da gör­me­miz la­zım. İran’ı güç­len­di­re­cek bir or­tam ye­ri­ne, muh­te­me­len onu dö­nüş­tü­re­cek bir tab­lo or­ta­ya çı­kar­ma­yı umu­yor­lar­dı. Irak’ta ço­ğun­lu­ğu teş­kil eden Şi­i­ler bel­ki yö­ne­tim­de da­ha ge­niş şe­kil­de tem­sil edi­le­cek­ler­di; ama bu se­kü­ler bir tem­sil ola­ca­ğı için, de­mok­ra­si­yi de ge­ti­re­cek ve bu ya­pı İran üze­rin­de de et­ki­li ola­cak­tı. Bu, on­la­ra, bo­şa çı­ka­bi­lir bir he­sap gi­bi gö­rün­mü­yor­du. Ame­ri­ka açı­sın­dan bi­rin­cil he­def, İran’da­ki re­ji­mi de­ğiş­tir­mek­tir. İran’da Ba­tı yan­lı­sı, de­mok­ra­tik bir re­jim ku­ra­bi­lir­se, Şii ku­şa­ğı­nın ken­di­si­ne düş­man ol­ma­ya­ca­ğı­nı gö­rü­yor. Ame­ri­ka’nın hâ­lâ bu­nu um­du­ğu­nu zan­ne­di­yo­rum. Ame­ri­ka’nın ken­di eliy­le ken­di düş­man­la­rı­nı ya­rat­mak gi­bi bir he­sa­bı ol­du­ğu­nu san­mı­yo­rum; ama he­sap­la­rı­nı ne ka­dar sağ­lam ya­par­lar­sa yap­sın­lar, bu böl­ge­nin he­sap­la­ra pek gel­me­yen ken­di­si­ne ait di­na­mik­le­ri var. Me­se­la İs­ra­il sal­dı­rı­la­rı bü­tün tab­lo­yu de­ğiş­tir­di. Kı­sa za­man­da ateş­kes bek­le­mi­yo­rum; İs­ra­il’e Hiz­bul­lah ve HA­MAS’ı yok et­me­si için sü­re ve­ril­miş gi­bi gö­rü­nü­yor. İs­lam dün­ya­sın­da­ki Ba­tı yan­lı­sı re­jim­ler de dâ­hil, dün­ya da sey­re­di­yor za­ten. Muh­te­me­len ön­ce­den ha­ber­dar edil­miş­ler. Böy­le bir tab­lo­dan Tür­ki­ye na­sıl et­ki­le­ne­cek? 1996’da ha­zır­la­nan “2000’e Doğ­ru Ye­ni İs­ra­il Stra­te­ji­si” ra­po­run­da İs­ra­il’e ya­pı­lan en önem­li tav­si­ye­ler­den bi­ri, iki ül­ke­ye özel önem ver­me­si; Tür­ki­ye ve Ür­dün’ü ya­nı­na ala­rak bun­lar­la iş­bir­li­ği yap­ma­sı. Tür­ki­ye şu sı­ra­lar si­ya­sî­le­rin ağ­zın­dan çı­kan me­saj­lar­la bir iş­bir­li­ği man­za­ra­sı ser­gi­li­yor mu İs­ra­il açı­sın­dan? Bu so­ru­yu so­rup Tür­ki­ye ko­nu­sun­da ne­ler dü­şü­ne­cek­le­ri­ni ce­vap­lan­dı­ra­bi­li­riz.
 
PKK me­se­le­si­ni bu iş­bir­li­ği­nin bir ara­cı ola­rak gö­re­bi­lir mi­yiz?
Tür­ki­ye’de bu­gün gö­rü­len te­rör, geç­miş­te ya­şa­dı­ğı­mız tür­den bir te­rör de­ğil; muh­te­me­len bu­gün­kü te­rö­rün kay­na­ğı da geç­miş­te­kiy­le ay­nı de­ğil. PKK te­rö­rü de­ni­li­yor; ama bu­ra­da sa­de­ce o ör­gü­tün za­yıf düş­müş olan var­lı­ğı­nın ve alt­ya­pı­sı­nın ba­zı güç­ler ta­ra­fın­dan kul­la­nıl­ma­sı söz ko­nu­su­dur. PKK te­rö­rü­nün şu sı­ra­lar­da art­ma­sı Tür­ki­ye’yi iş­bir­li­ği çiz­gi­si­ne ge­tir­me ama­cı­na ya­rı­yor ta­bii. Tür­ki­ye, iş­bir­li­ğin­den vaz­ge­çil­me­si as­la dü­şü­nül­me­ye­cek bir ül­ke­dir. Sa­de­ce İs­ra­il açı­sın­dan de­ğil, Ame­ri­ka açı­sın­dan da iş­bir­li­ği­ne ya­naş­ma­dı­ğı­mız tak­dir­de üze­ri­miz­de uy­gu­la­ya­bi­le­cek­le­ri bir­kaç bas­kı un­su­ru var: Tür­ki­ye’de te­rö­rün az­ma­sı; bir de eko­no­mik du­rum. Bun­lar Tür­ki­ye’nin ko­lay­ca ma­ni­pü­le edi­le­bi­len iki yu­mu­şak kar­nı.
 
Va­kit ayır­dı­ğı­nız için te­şek­kür ede­riz.

Paylaş Tavsiye Et