Modern devletler sistemi, çokbaşlı bir örgütlenme gerektirir. İmparatorluklar, kendilerini merkeze alır, bütün diğer siyasaların onlara boyun eğmesini isterlerdi. Hatta, kendilerinden başka siyasa tanımazlardı.
Kapitalizm, siyasi elitleri ehlileştirdi. İhtiraslarını törpüledi ve onları bir güçler dengesine zorladı. Güçler dengesinin istikrarlı işleyişi içinse bir tür dünya hükümetine ihtiyaç var. Avrupa Konseri bu hükümetin ilk prototipiydi, Cemiyet-i Akvam ilk küresel tecrübesi. Birleşmiş Milletler bu miras üzerinde kuruldu ve dünya düzenini 60 yıl buzdolabında tuttu. 2000’lerde havaların yeniden ısınmasıyla, dolabın kalite ve kapasitesi yeniden tartışılmaya başlandı.
Berdal Aral, BM’nin en etkili organı olan Güvenlik Konseyi’nin günümüzde yeni sömürgeciliğin ajanı haline geldiğini ve Barış Gücü operasyonlarının “hegemonik güçler”in stratejik çıkarlarıyla irtibatsız olmadığını düşünüyor. Bu durumda BM birleşmiş değil, “boyun eğdirilmiş milletler” demek oluyor. Ramazan Gözen’in tahlili Aral’ın görüşünü güçlendiriyor: ABD, kendisinin dünya hegemonyasına katkı potansiyeli yüksek olan BM’siz yapamaz. Fakat BM aynı zamanda ABD’nin tekyanlı girişimleri önündeki en önemli engel olmaya da devam ediyor.
Barış gücünün tanım ve kapsamının uluslararası gelişmelere paralel olarak değiştiğine dikkat çeken Talha Köse, vurgunun devletlerin güvenliğinden insanların güvenliğine kaydığını belirtiyor. Dünya hükümetinin felsefi bir değerlendirmesini yapan Bedri Gencer’e göre, BM’nin kaderi ABD’nin kaderine bağlı. Hüseyin Emiroğlu ise, BM’nin mevcut yapısı içinde evrensel aktör rolünü oynamasının imkânsız olduğunu söylüyor.
Hegemonik güçlere hizmet eden bir BM, milletleri birleştiremez.
Paylaş
Tavsiye Et