Dünyada gerçek mutluluk diye bir şey var mı? (…)./… Sıradan insanlar ne yapar, neden mutlu olurlar? Sonuçta onların mutluluğunun gerçekten mutluluk olup olmadığını bilmiyorum. Sıradan insanları mutlu eden, çılgınca can attıkları, durdurulamayacak biçimde çevresinde yarıştıkları şeylere bakıyorum: Hepsi bu şeylerden mutlu olduklarını söylüyor. Ben onlarla mutlu değilim, mutsuz değilim. Sonuçta gerçek mutluluk diye bir şey var mı, yok mu?/ Ben eylemsizliği gerçek mutluluk sayıyorum.(…) Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna halk karar veremez. Ancak eylemsizlik karar verebilir buna. Yetkin mutluluğa, canınızı korumağa sizi yalnızca eylemsizlik yaklaştırır./… Gök’ün eylemsizliği onun saflığıdır. Yeryüzünün eylemsizliği onun barışıdır. Dolayısıyla iki eylemsizlik bir araya gelince bütün şeyleri dönüştürür, doğurur. Harika bir biçimde, gizemli bir biçimde onlar bir şeylerden ortaya çıkmazlar, bir imleri yoktur. Her biri kendi işine bakar, eylemsizlikten gelişir. Bu yüzden, “yer ile Gök bir şey yapmaz, gene de yapılmamış hiçbir şey kalmaz” diyorum. İnsanlar arasında bu eylemsizliğe kim sarılabilir?
(Chuang Tzu’nun Kitabı, çev: L. Özşar, Biblos Y. S.107 vd.).
SIRADAN insan için mutluluğun derin bir anlamı yoktur. O, karnını doyurduktan sonra dişlerini karıştırmaya başladığı anda mutluluğunun doruk noktasına ulaşmış olur. Yeyip içmek, uyuyup kalmak, çiftleşmek sıradan insanın mutluluk arayışının nihai noktasını oluşturur. Bütün bu eylemler, sonunda, sıradan insanı eylemsizliğe sürükler. Ancak buradaki eylemsizlik Chuang Tzu’nun sözünü ettiği türden bir eylemsizlik değildir. Chuang Tzu’nun sözünü ettiği eylemsizlik tümüyle istiğna haline delalet etmeli. Oysa sıradan insanın dişini kurcalarkenki ya da karnını şişirdikten sonra göbeğini sıvazlayarak sırt üstü devrilip kalması hali miskinliktir.
Oruç, bir bakıma, Chuang Tzu’nun sözünü ettiği yüksek anlamlı bir eylemsizlik halidir. Ancak oruçtaki eylemsizlik orucun özgül eyleminin ta kendisidir.
Oruç, insan olmanın en temel sınav biçimlerinden biridir. Sınavda olmak bir eylem üzerinde olmayı tazammun eder. Sınav, insanın varlık hikmetinin hedefinde yer alır ve yalnızca insan olmanın bir varlık tarzını oluşturur. Öteki mahlûkat arasında sınavla karşı karşıya bırakılan yoktur. Ne hayvan, ne de melek sınav vetiresinden geçirilir. Çünkü mahlûkat arasından yalnızca insan seçme mecburiyetiyle yükümlü tutulmuştur. Bu yükümlülüğü insanın bizzat kendisi talep etmiştir. Seçme olgusuyla karşı karşıya bulunmak, bizatihi bu olgunun kendisi varlık âlemine Allah’ın emanet olarak teklif ettiği ve insandan başka hiçbir varlığın yüklenmeye cesaret etmediği kutsal sırrın da adıdır.
Demek ki, insanın seçme durumuyla karşı karşıya bulunduğunu söylüyoruz. Oruç halinde seçme durumu insanın, kendini eylemekten alıkoymasıyla tezahür eder. Bir şeyi yapabilecekken yapmamak, yiyebilecekken yememek, içmesi mümkünken içmemek vb. işlerden bilinçli olarak kaçınmak, dıştan eylemsizlik gibi görünen halin eylem olarak tezahür etmesidir ve orucun özgül eyleme hali tam da budur.
Aslında eylemekten vazgeçilen haller bizatihi haram olduğu için onlardan sarfınazar ediliyor değil; eylemekten vazgeçilen haller helal olmasına rağmen onlardan sarfınazar edilmektedir. Bu durum takva olgusuyla ilgilidir. Hz. Ali’nin şöyle söylediği nakledilir: “Dünya beni haramından men etti, ben onun helalinden de geçtim.” İşte bu sözle ifade edilmek istenen durum, tam da takva halidir. Takvalı davranış, helal veya mubah olan bir şeyden gönüllü olarak sarfınazar etmeyi tazammun ediyor. Başını örtmek şeriatın emriyse, yüzünü de örtmek takvaya girer. Şeriat malın %40’ını zekât olarak vermeyi emrediyorsa, daha fazlasını vermek takvanın sonucudur. Şer’an yapılması veya kaçınılması gerekenden fazlasını ifa veya eda etmek takva ile ilgilidir.
Oruç, işte bu özeliğiyle, yani aslında haram olmamasına, bilakis helal olmasına rağmen, insanı yeyip içmekten ve bazı fiilleri ifa etmekten vazgeçirmek suretiyle, bir bakıma, onu ortak bir takva alıştırmasından geçiriyor. Ramazan ayı içinde gerçekleştirilen ve farzı kifaye hükmünde olan itikâf hali, sıradan bir oruçlu insan için, aslında, bir bakıma, gündelik olandan sakınıp orucun farklı düzlemine girmesiyle kendiliğinden ve tümüyle bir itikâf hali mesabesine intikal etmiş olur. Bu yönüyle de, oruçlu insan ve Ramazan orucunu tutmaya niyetlenmiş kimse, niyeti üzere sabit durduğu sürece, aynı zamanda ve kendiliğinden zikir halinde de bulunmuş olur. Nasıl ki, Ramazan içinde itikâfa çekilmiş olan kimse bu dünya hayatından el çekmiş oluyorsa, gündelik hayatından oruç hayatına giren kimse de, bir bu haliyle, itikâftaymış gibi olur.
Böylece İslâm’ın öngördüğü manevî hayatın önemli bir boyutunun oruçla yaşandığını söylemiş oluyoruz. İslâm’ın öngördüğü ibadetlerin tümü, insanı Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaya yöneltiyorsa, bu ibadetlerin arasında orucun işlevi özgül bir yer tutar. Öteki ibadetler kendiliğinde aleni iken, oruç, mahiyeti icabı gizli bir ibadettir. Böyle olmasına rağmen: “Sizden biriniz oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Şayet biri kendisine söver veya çatarsa, ‘ben oruçluyum’ desin” mealindeki hadisi şerifin anlamına nüfuz etmemiz gerekiyor. Burada, kişi, mukabele edebilecekken, hatta gündelik hayatında mukabele etmesinde sakınca mülâhaza edilmezken, oruçluyken mukabele etmekten sakındırılmak suretiyle, onun, gene takvaya uygun düşen bir davranış düzleminde kalması sağlanmış oluyor.
Allah Resulü’nün (sav): “Ben üstün ahlâk değerlerini tamamlamak için gönderildim” mealindeki hadisi şerifini biliyoruz. Gene Allah Resulünün Allah’ın ahlâkıyla ahlâklandırıldığını da biliyoruz. Müslüman’ın ufkundaysa Allah Resulünün ahlâkıyla ahlâklanmak vardır. Oruç, ifa ettirdiği takva temriniyle sıradan Müslüman’a (buradaki sıradanlık Allah Resulüne nispetle her insanı tazammun ediyor) Allah Resulünün ahlâkı ile ahlâklanmanın yolunu açıyor, diyebiliriz. Onun derin anlamı da bu noktada saklıdır. Bu hedefe yaklaşan Müslüman için, sıradan insanın mutluluk diye gördüğü yaşantı tarzı da aşılmış hale gelir.
Paylaş
Tavsiye Et