HÂKİM medyanın AKP hükümetine yönelik örgütlemeye çalıştığı toplumsal muhalefetin temalarından birini İslami cemaatlerin görünüm ve faaliyetleri oluşturmaktadır. Zaman zaman 28 Şubat postmodern darbesinin popüler klişelerini hatırlatan tarzda uzun uzadıya televizyon kanallarında dönen görüntüler, zaman zaman zehir hafiye rolünü üstlenmiş muhabirlerin ürettiği ve editörlerin takla attırmaktan büyük zevk aldıkları akıllara ziyan gazete haberleriyle örgütlenmeye çalışılan bu medyatik muhalefetin özellikle İslami cemaatler üzerinden yapılması, kuşkusuz AKP hükümetinin doğal toplumsal müttefiklerini ve dahası tabanını bu cemaatlerin oluşturduğu şeklindeki bir öngörüye dayanır. Bu öngörü yanlış değildir yanlış olmamasına ama, bu öngörüden hareketle muhalefet için ortaya çıkarılan eylem planı ve yol haritası istenen sonuçlara ulaşmayı sağlayıcı mıdır, bu tartışılır.
AKP’ye karşı medya eliyle güdümlenmeye çalışılan muhalefetin öncelikli kozlarından yolsuzluk iddialarının birçoğunun altından bir şey çıkmamasının, 28 Şubat’ta başarısı sınanmış yöntemlerin devreye sokulmasını icbar ettiği söylenebilir. Dinî tartışma konularının popülerleştirilmesi, dindar kesime yönelik “laik fantezi”nin temel unsurlarının daha incelikli ve yeni sürümlerinin piyasaya çıkarılması, TSK’ya yönelik kışkırtmaların işaret ettiği politik stratejiler, Cumhuriyetçi simgesel kurgunun AKP iktidarında aldığı şekli yeniden gözden geçirmemizi icap ettiriyor.
İsmailağa Camii’nde emekli imam Bayram Ali Öztürk’ün bıçaklanarak öldürülmesi ve katil Mustafa Erdal’ın linç edilmesi sonrası yapılan haber ve yorumlarda, medyanın cumhuriyetçi simgesel kurgunun içkin çatlaklarını “öteki”nin acıları üzerinden kapatma girişimlerine tanık olduk. Camide işlenen cinayet sonrası katilin de aynı camiden ölü çıkması, hem İsmailağa cemaatinin hem de bütün Müslümanların olaydan dolayı suçlanmasına vesile kılındı. Hakim medya, hükümeti cinayet ve linç olayının üzerine gitmemekle suçladı. Devletin görevini yerine getirmediği ya da görevini yerine getirenleri engellediği şeklinde dile getirilen bu eleştiriler, böylelikle camide işlenen cinayeti ve ardından yaşananları da hükümeti yıpratmanın bir aracı kıldı.
Medyanın tercih ettiği bu ucuzcu yıpratma söylemi ve stratejisinde gözden kaçmayan en önemli husus ise, İsmailağa Camii’nde yaşanan cinayet olayının daha ötelere taşınmasıydı. Cemaat, 28 Şubat’ın apoletsiz generali Ertuğrul Özkök’ün “İsmailağa cinayeti, bir ucuyla Ankara’daki Sauna çetesine uzanıyordu. Sabah’taki haberde bu camiye yakın bir başka caminin altında cemaat mahkemeleri kurulduğu, insanların kafasına silah dayandığı iddia ediliyordu. Bunları alt alta yazınca, ortaya sıradan bir tarikat ilişkisini aşan, daha derin, daha karanlık, daha ürkütücü bir ‘kapalı cemaat düzeni’ çıkıyordu...” sözleriyle özetlenebilecek karanlık iş ve ilişkilere kadar uzanan bir anlamlandırma düzeyinde yorumlandı. Bu durum, medyanın bu tür olaylarda takındığı tavrın da cinayet sonrası gerçekleştirildiği düşünülen linç olayından pek bir farkının olmadığını ortaya koyuyor.
İsmailağa Cemaati hakkında 2000 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve sümenaltı edildiği ileri sürülen istihbarat raporlarının içeriğiyle birlikte yayımlanmasından tutun da İBDA-C ile cemaatin ilişkilendirilmesine (Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu, bu ilişkiyi reddetmeyerek cinayetin devlet içindeki gizli bir çete tarafından işlendiğini iddia etti), cemaatin holding usulü çalıştığına, vergi topladığına, mafyatik usuller kullandığına, Fatih Çarşamba’da giyim kuşama karıştığına kadar sonradan bir çok detay hâkim medya tarafından servise sunuldu. Sonra yine hâkim medyanın yalanlamak zorunda kaldığı bu haberler, cinayetin zannedildiğinden daha farklı adreslerin işaretiyle işlenmiş olabileceği ihtimalini de ortaya çıkardı.
Medyanın İsmailağa Camii’nde işlenen cinayet ve linç girişimi sonrasında ortaya koyduğu tavrın çok takdire şayan olduğunu söyleyen CHP lideri Deniz Baykal’ın, hükümeti “Fatih’te kurulan İsmailağa Cumhuriyeti”ne karşı sessiz kalmakla suçlaması da dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta. Hürriyet’te Baykal’ın açıklamasının sunuluş şekli, medyanın kendini ana muhalefet liderinin sözleri üzerinden doğrulama girişimi olarak görülebilir. Muhalefete malzeme sağlamak, sağlanan bu malzemeyle muhalefet yapan liderlerin takdirine şayan olmak medyanın kendi kendine kıvanç duymasının bir yoludur belki de.
AKP’yi büyük bir çoğunlukla Meclis’e taşıyan 2002 seçimlerini, 28 Şubat’ın açık yenilgisi olarak yorumlamaya müsait bir siyasi ortamda, AKP iktidarının dördüncü yılında partiye destek verdiği varsayılan dinî cemaat ve yapılara yöneltilen amacı belirsiz bu eleştirilerin sosyo-ekonomik ve simgesel/toplumsal sermaye düzeyinde de bazı sebepleri bulunabilir elbette.
AKP tabanını temsil ettiği düşünülen cemaatlerin sindirilmesini amaçlayan bu haber ve yorumlar, böylelikle AKP’yi kendi toplumsal dinamiklerine karşı çeşitli polisiye tedbir ve uygulamalar almaya zorlama amacına matuftur. Bu, AKP iktidarının kendi kendini yok etmesini talep etmekle eşdeğerdir neredeyse.
AKP’ye ve onun tabanını oluşturduğu düşünülen İslami cemaatlere yönelik medyatik linçin altında yatan, mevcut iktidarı yıpratma ya da basit bir iktidarı ele geçirme dürtüsü olmasa gerek.
Paylaş
Tavsiye Et