Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2003) > Asılıyorum > Haykırdım ama duyuramadım
Asılıyorum
Haykırdım ama duyuramadım
Ali Cengiz Tuğrul
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
Bir haykırsam belki duyulur sesim
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım!
Sizin muhakkak başınıza gelmiştir.
Bir süredir bu dizelerin büyüsünden kurtulamıyorum. Klavyenin başında “bu defa neler döktüreyim?” diye düşünürken, sofranın başında levrek buğulama mı, patlıcan musakka mı tercih edeyim derken, iş çıkışından direkt eve mi gideyim, yoksa bir yerlere mi takılayım derken bir bakıyorum dilimde bu dizeler.
Kaderim bu böyle yazılmış yazım
Hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm
Bir yalnızlık şarkısı söyler sazım
Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım!
2003 Mart’ında “bir haykırsam belki duyulur sesim” diye mırıldanıyordum.
Ne mırıldanması.
Resmen esiyor, gürlüyor, haykırıyordum.
“Belki duyulur sesim” diye düşünmüyordum.
“İllâ ki duyulur” diyordum.
 
MAALESEF KAALE ALINMADIM
Ama heyhat, kimse tınmadı.
Ne Ali’yi, ne Cengiz’i, ne Tuğrul’u kimse adam yerine koymadı.
Beni, koskoca Ali Cengiz Tuğrul’u kimse duymadı. Peki biz onca çıtçıtı, onca tık tıkı boşuna mı vurup
duruyoruz?
Alt alta, üst üste onca satırı kaale alınmamak için mi kaleme alıyoruz?
Sanatkâr mıyım?
Hayır.
Bilim adamı mıyım?
Hayır.
Din adamı mıyım?
Asla ve kat’a.
Peki bir konuda uzman mıyım?
Hayır.
Filozof muyum?
Yine hayır, yine hayır.
E o zaman sözüm niye dinlenmiyor?
Siz hiç yukarıdaki eşhasın fikirlerinin kaale alındığını, bilgilerinden istifade edildiğini, sözlerinin tutulduğunu gördünüz mü?
Ben görmedim.
Peki, çiziktirdiği üç-beş satırın kaale alınmadığı bir tek basın mensubu, köşe yazarı gördünüz mü?
Yine ben cevap vereyim.
Görmedim.
Daha doğrusu ilk tezkereye kadar görmemiştim.
Başıma daha önce böyle bir durum gelmemişti.
Ama işte olan oldu, sözüm yerde kaldı.
Sanatkârı, bilim adamını, din adamını, uzmanı takan mı var memlekette de biz takalım derseniz, size diyecek tek lafım olmaz.
Ama bir med­ya men­su­bu­nu, hem de çar­şaf ka­dar ye­ri olan bir kö­şe ya­za­rı­nı gör­mez­den ge­le­cek­si­niz, fi­kir­le­ri­ne iti­bar et­me­ye­cek­si­niz!
Açık söyleyeyim:
İşte orada dananın kuyruğu kopar.
Beni takmayanı ben takarım.
Neden?
Bir basın mensubunun olmazsa olmaz düsturudur bu tavır.
Adı üstünde.
Dikkat edin!
Basın!
Her zaman derim, bu aralar daha çok diyorum.
Asker bir milletin evlatlarıyız.
Yenilmez bir ırkın ahfadıyız.
Kelimedeki emir sigasını görmezden mi geleceğiz?
Üstelik de toplu emir var.
Basın!
Ali bas, Cengiz bas, Tuğrul bas mı deniyor bize tek tek?
Hayır.
Ali, Cengiz, Tuğrul beraberce basın diyor.
Sonra ne diyor?
Yayın!
Basın! Yayın!
Herhalde buradaki “yayın” kelimesi yayın balığından gelmiyor.
Farkında olmayabilirsiniz.
Ama hepimiz evlad-ı Fatihânın torunlarıyız.
Evvelce yayılmıştık, yine yayılırız.
Niçin yayılmamız gerektiğini de her vesile ile yayınlarız.
Ne kaldı geriye?
Dağıtım.
Dağıtmanın bu kadarına da pes! diyecekler hariç, bu topraklarda yaşayan herkes kelimedeki vurguyu leb demeden kavrar.
Lütfen kendinize sorun.
Kelimeyi duyar duymaz içinizden “dağıtırım u... burayı” cümlesi geçmiyor mu?
Tabii reflekstir bu.
Tabii refleksi bu olan insan nasıl toparlayıcı olur?
O, bu yazının konusu değil.
Demek istediğim bizim mesleğin tabiatında var baskı.
 
BASKI ARAÇLARI
Bir defa şunu kabul edelim.
Baskıya girmeden istediğin kadar yaz, yazın yazı
olmuyor.
Dışarıdan gazel okumayın.
Lütfen gidin bütün matbaaları şöyle bir dolaşın.
Baskı araçlarının eskisi, yenisi, gelişmişi, gelişmemişi hepsi bir arada takırdar, takırdar...
O güzelim top top kağıtlar bir uçtan bembeyaz girer, bir uçtan kapkara çıkar.
Oradan yuvarlanır, buradan rulolanır.
Sonra kesilir, sonra katlanır vs. vs.
Eziyetin bini bir para.
Ortaçağların işkence odalarından beterdir deseniz yeridir. Sosyolojik olarak baskı araçları ile o kadar içli-dışlı olunca baskıcı olmamak mümkün değil.
Gençliğinde “trum, trik, trak makineleşmek istiyorum” mısralarını okuyarak yetişmiş kimselerin “medya baskı aracı olarak kullanılmamalıdır” sözlerini nahif buluyorum.
 
MEDYANIN GÜCÜ
Aklım ermezken; ben de, gazete satmaya çalışan çocuklar “haydi son baskı, son baskı!” diye bağırdıklarında en taze haberleri içeren, en yeni baskıdan bahsediyorlar zannediyordum.
Meslekte tecrübe kazandıkça gerçeği idrak ettim.
Artık kuş mudur, yıldız mıdır hangi yayın grubu ise ilgili zevata o saatteki en son tazyikleri imiş “son baskı”.
Bir defa fenne göre zamanın sonu yok.
Yani her bir saatten sonra yeni bir saat var.
“E öyleyse?” diyeceksiniz.
Öyleyse son tazyik, son baskı diye bir şey yok.
Sonsuz baskı var.
Sonsuz baskı varsa, sonsuz da güç var demektir.
İşte bu da medyanın gücü oluyor.
Artık size “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan” sorusu gibi “medyanın mı gücü var, gücün mü medyası var” şeklinde güç bir soru sormuyorum.
Ama bunca güce rağmen kaale alınmama duygusu beni bunaltıyor.
Tamam kabul ediyorum.
Bir akademisyen olarak kalsaydım, öğrencilerimden başka kimsenin umurunda olmayabilirdim.
Ama bir kö­şe ya­za­rı ola­rak öğ­ren­ci­ler­den baş­ka kim­se­nin umu­run­da ol­ma­ma­ya kat­la­na­mı­yo­rum.
 
BİR YALNIZLIK ŞARKISI SÖYLER SAZIM
Bu aralar “bir yalnızlık şarkısı söyler sazım” mısralarını tekrarlıyorum.
Madem ki ismim Ali Cengiz, tarzımı şimdilik değiştirdim.
Zannediyorum millet “güçlüyüm ona göre!” yazılarımdan sıkıldı. 
“Yalnızım ama haklıyım!” tavrı daha sıcak gelebilir.
Arada bol bol “vatan toprakları, Osmanlı’nın mirası, cihan imparatorluğu” donelerini kullanıyorum.
Sık sık aynı şeyleri tekrarladığımdan mıdır nedir, tekrar okuduğumda ben bile yazdıklarımdan hoşlanmaya başladım.
Aslında yalnız filan da değilim.
Gökyüzünde yıldızlar milyarlarca.
Ama yeryüzündeki “star”lar bu aralar biraz yalnız o başka.
Engin tecrübesi ile devletlü büyüğümüz de eksik olmasınlar aradılar.
“Yaz” dediler, “yalnız değilsin, ben de arkandayım”
aslında nasıl ifade edeyim, devlet büyüğümüzün tavrı benim konjonktürdeki yaklaşımımdan biraz farklı.
Ben bu fırsat çıkmaz zannediyordum, ama çıktı.
“Fırsat fırsattır. Fırsatı değerlendirmek lazım. Binaenaleyh fırsatı değerlendirip Asrın Böyük Devleti ile ilişkileri düzeltmemiz lazım. Fırsatı tepmemek lazım” şeklinde ifade ettiler görüşlerini.
Boru değil ki...
Yılların birikimi.      
Bu konjonktürde bu tarz yaklaşım taktik açıdan bana pek uygun gelmese de destek destektir. Bu desteği değerlendirmem lazım.
İkinci bir kaale alınmamayı içime sindiremem.
 
DOĞRUYA DOĞRU
Evet kimsenin aşkında gözüm yok, bu doğru.
Ama başkalarının topraklarında gözüm var, bu da doğru.
 
SON SÖZ
Kaderim bu, bu defa böyle yazıldı yazım.

Paylaş Tavsiye Et