22 TEMMUZ’A adım adım yaklaşıyoruz. Ancak seçim atmosferine girdiğimizi gösterir bir hareketlilik veya coşkudan eser yok. Geçmiş yılların seçimlerine kıyasla oldukça sessiz ve sakin bir seçim süreci yaşadığımız açık. Bu durum, iktidar partisi açısından anlaşılabilir bir durum. Zira Abdullah Gül’ün ordu, Anayasa Mahkemesi, CHP ve kendilerini DP geleneğine ait gösteren siyasal partilerin elbirliğiyle cumhurbaşkanı seçtirilmeyişinin faturası, seçimlerde AKP’ye oy olarak dönecektir. Muhalefet partilerinin sessizlikleri ise açıklanmaya muhtaç. Yapmış oldukları tek tük mitinglerde, ipe sapa gelmez suçlamaları ve içi boş vaatleriyle dikkat çekiyorlar. Fakat yine de temkinli olmakta fayda var. Zira 27 Nisan öncesinde de muhalefet partilerinin akıllı uslu bir şeyler söylemedikleri herkesin malumu. Ancak abi, amca, dayı, teyze marifetiyle Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmediler ve erken seçim kararı aldırdılar. Normal şartlarda, bu seçimden AKP’nin oylarını artırmış olarak çıkacağını söylemek kehanet değil. Peki, acaba 367 ve erken seçim oyununu kuranlar buna karşılık neye güveniyorlar? Eğer gerçek amaç, AKP’nin cumhurbaşkanını seçmesini engellemekse, işlerini daha da zorlaştıracak bir sürece izin vermemeleri gerekiyor. Şu halde nasıl bir yöntem ve taktik izleyecekler? Eğer ortada bir seçim varsa ve seçim demokratik sistemlerin meşruiyetinin kaynağı ise kimsenin seçmen iradesini beğenmemeye hakkı olmadığı gibi, bu iradeyi engellemeye yönelik her hareket de gayrimeşru bir davranış olarak görülmelidir. Fakat hukuk dışı uygulamaların meşruiyetini -âmiyane tabirle- ‘takan’ kim? Hele bir de, PKK terörü merkezli gelişmeler ve tartışmalar yaşanıyorsa… Nitekim kamuoyunun bir yandan seçimlere yoğunlaşmaya çalışırken, bir yandan da zihninin Kuzey Irak’a yönelik -iç politikayı da etkileyecek- olası bir askerî saldırıyla meşgul olduğu çok açık.
Elimiz mahkum, buranın Türkiye olduğunu ve “Osmanlı’da oyun çoktur” atasözünü de unutmadan gelecek günlerin neler getireceğini bekleyeceğiz.
Patlamaların Gölgesinde Seçim
Haziran ayı içerisinde Kuzey Irak’a yönelik bir askerî operasyon olasılığı, gündemi yoğun bir şekilde meşgul etti. PKK’nın ardı ardına gerçekleştirdiği bombalı, mayınlı saldırılar TSK’nın PKK terörüne yönelik olarak Kuzey Irak’a yapacağı olası bir operasyonun kamuoyunda meşruiyet kazanmasını sağlayıcı nitelikteydi. Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’nın -artık alışkanlık haline getirdiği üzere- gece yarısı ve internet üzerinden yayımladığı 8 Haziran 2007 tarihli basın bildirisinde “TSK’nın beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir” deniyordu. TSK’nın bu bildirisi yanlış anlaşılmış ya da durumdan vazife çıkaran birileri bu ortak hassasiyetten siyasal rant elde etmek istemiş olsalar gerek ki, bu “kitlesel karşı koyma refleksleri” şehitlerimizin cenaze törenlerinde hükümet temsilcilerine yöneltildi. ADD’nin bindirilmiş kıtaları ve kimi siyasi partililer, camileri miting alanları haline dönüştürmekte hiçbir beis görmediler. Bu olup bitenler, teröre karşı ortak kitlesel tepki göstermekten ziyade, siyasi hırsları gözlerini kör etmiş küçük bir güruhun, küçük dünyaları için “benden sonrası tufan” mantığıyla hareket etmekte hiçbir beis görmediğinin ve istismar etmekte sakınca göreceği herhangi bir değerinin olmadığının bir delili aslında.
Olası bir Kuzey Irak operasyonu ile Türkiye’nin seçim gündemini birbirine bağlayan nokta, işte tam da burası. Şehitlerin cenaze törenleri; bir taraftan Kuzey Irak’a yönelik olarak gündeme gelen muhtemel askerî operasyonu kamuoyunda meşrulaştırırken, diğer taraftan da, AKP karşıtı bir seçim kampanyasının parçası ve hatta başlangıcı haline getirilmeye çalışıldı.
Çıkmaz Sokaklarda Kesişen Kaderler
Partilerin 22 Temmuz için hazırladıkları aday listeleri ise ilginç özellikler gösteriyor. Her şeyden önce, yıllardır faaliyet gösterdikleri partilerden ve kesimlerden uzaklaşıp, yıllarca rakip olarak kabul ettikleri partilerden milletvekili adayı gösterilenler var bu seçimlerde. İlhan Kesici, Yaşar Okuyan, Haluk Özdalga, Ertuğrul Günay gibi isimler ilk akla gelenler.
MHP ile adları anılan isimlerin CHP’ye geçmesi, sol gelenekten gelen isimlerin AKP listesinden aday gösterilmesi, Demirel’in yakın çevresinden isimlerin CHP listesinden seçime girmesi, Anayasa’ya uygunluğu tartışmalı seçim ittifakları vs. hayli ilgi çekici. Bu durum, bir yönüyle ülkenin önemli ve kıdemli siyasal aktörlerinin, AKP’nin önünün kesilmesi için CHP’ye yığınak yapma arzularının bir işareti olarak alınmalı. (Bu, seçim sonrasında hayli hareketli ve kırılgan bir Meclis yapısının oluşacağı anlamına geliyor. Gerek iktidar ve gerekse muhalefet partileri içerisinde yaşanacak ayrışmalarla Meclis’te yeni partilerin ve grupların kurulmasına hazırlıklı olmakta fayda var.) ANAP ve DYP’nin birleşme çabalarında yaşanan beceriksizlikler ise AKP’yi sınırlama ve kuşatma projelerine ciddi bir darbe olarak değerlendirilmeli.
Partiler arasında söz konusu geçişler, Türkiye’nin siyasi geleneğinde, yaşanan süreçlerden kaynaklanan ciddi farklılaşmalar olduğunu da gösteriyor. Artık Türkiye’nin siyasal kültürünü basitçe sağ ve sol ayrımları üzerinden tanımlamak ve anlamak yetersiz. Özellikle 28 Şubat’tan itibaren yaşanan süreç, Demirel’i ve ekiplerini -Türkiye’nin siyasi yelpazesine uygun konuşursak- sağdan sola fırlattı. (Komplocu bir yaklaşımla, bu durumu, “her şeyin gerçek kimliğine dönmesi” olarak da okumak mümkün elbette!) Yaşananlar, statükoculuğun, rejimciliğin ve devletçiliğin nasıl sağı solla birleştirdiğinin ispatı ve Türkiye’nin içinden geçtiği süreçlerin, pre-modern, modern, post-modern ve pijamalı darbecileri başarıyla bir araya getirdiğinin göstergesi. Bu durumun, 22 Temmuz seçimlerini devlet-millet, darbeli-darbesiz demokrasi referandumuna çevireceği de aşikâr.
Bu seçimin diğer bir özelliği ise, bağımsız adayların çokluğu. Öyle ki, bu seçime özgü olarak, seçmen pusulaları seçim bölgelerine göre farklı ebatlarda basıldı. Oy alma potansiyeli de yüksek bu adaylar, Meclis’e girdiklerinde bir meclis grubu oluşturabilecek çoğunlukta olacaklar. Bazı siyasal partilerin, bağımsız milletvekilleri göstermek suretiyle seçim barajının etrafından dolaşmaları da, seçim sonrasında Meclis’te mevcut durumdan çok daha fazla sayıda partinin olacağını gösteriyor.
Kurt puslu havayı severmiş. Eski kurt Demirel’in de, cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinden başlayarak seçime girecek partilerin şekillenmesinden, adaylarının belirlenmesine kadar pek çok konuda işlerin içerisinde olduğu medyaya yansıyan haberler arasındaydı. Genç Parti’den CHP’ye birçok siyasal partimiz Demirel’in evini türbe belleyip sık sık hayır dualarını alma ziyaretlerinde bulundular. Demirel’in bugüne kadar Türkiye’ye yoksulluktan, kargaşadan, içi boş söylemlerle oyalamaktan, insanların inançlarını istismar etmekten başka bir şey vermediği de hatırlanacak olursa, onun ipiyle kuyuya inenleri çok ciddi sarsıntıların beklediğini söylemek kehanet olmasa gerek. ANAP ve DYP, bu durum için güzel bir örnek teşkil ediyor. Anlayana!
Baraj korkusu ANAP ve DYP’yi birleşmeye itti. Böylesine bir birleş(tir)me çabasında, seçim sonrasında Meclis’te kurulacak oyun için bu partilere duyulan ihtiyacın da rolü muhakkak. Fakat birleşmeyi beceremedikleri gibi, ANAP’ı da bütünüyle yok olmanın eşiğine getirdiler. Nitekim parti içinde yaşanan ayrılmalar ve dağılmalar sonrasında ANAP’lılar, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Türkiye’ye ve seçmenlerine yaşattıkları travmalar sonrasında başlarına gelecekleri anlamış olmalılar ki, “erkekliğin onda dokuzu kaçmaksa, onda biri de ortalıkta hiç gözükmemek” prensibi mucibince seçimden çekildiklerini açıklamak zorunda kaldılar. Atalarımız, bu mesele için de güzel bir söz söylemişler vaktiyle: “Kılavuzu karga olanın burnu…”
Şu ana kadar yapılan seçim anketleri, AKP ve CHP ile birlikte MHP’nin de Meclis’e girebileceğini gösteriyor. PKK terörü ve Kuzey Irak meseleleri etrafında şekillenen gündemin ve şehit cenazelerinin MHP’nin doğal bir propagandası haline dönüştüğü hatırlanacak olursa MHP’nin barajı aşma konusunda şanslı olabileceğini düşünebiliriz. Fakat MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde takındığı tavır, lehine olan bu konjonktürden ne denli yararlanabileceği konusunda şüpheler de oluşturmuyor değil.
Partilerin Seçim Vaatleri ya da Yalandan Kim Ölmüş ki?!
Daha yeni yeni başlayan meydan konuşmalarında muhalefet partileri terör ve cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden AKP’ye yüklenmeye devam ediyorlar. Bu arada, bol bol vaatlerde bulunmayı da ihmal etmiyorlar. Konuşma yapacağı miting meydanını bulmaktan aciz, siyasal propagandayı ‘ulan’lı konuşmaktan ibaret zanneden parti liderleri, mazotu 1 YTL’den satma sözü veriyorlar. “Nasıl olsa iktidara gelemeyeceğim, hiç olmazsa meydanlarda sallama lüksümü kullanayım” diye düşünüyorlar olsa gerek!
AKP ise YÖK sorununu halletmeyi vaat ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananları hatırlatıp 368’i istiyor. Bunları isterken, elbette, geçmiş dönemde benzer konularda çözüm talebinde bulunanlara söyledikleri, “bütün meseleleri kurumsal uzlaşmaile çözme” anlayışında olduklarına dair ifadelerini unutmuş gözüküyorlar.
22 Temmuz Türkiye’de Neyi Değiştirir?
22 Temmuz’da Meclis’in değişeceğini ve daha renkli bir Meclis aritmetiğinin oluşacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu çeşitliliğin sistemi tıkayıp tıkamayacağını ise zamanla göreceğiz. Dolaba kaldırılan meselelerin nasıl çözüleceği, başka bir deyişle, yeni Meclis’in cumhurbaşkanlığı seçiminde sergileyeceği tavır, 22 Temmuz’un Türkiye’de bir şeyleri değiştirip değiştirmediğini anlamamıza imkan tanıyacak.
Paylaş
Tavsiye Et