Haziran sayımızın son sözünü “vız gelir tırıs gider” diye bağlamıştım.
Yanılmışım.
“Vız da gider, tırıs da” demeliymişim.
Vız gitti.
Yandı, bitti, kül oldu.
Hadi mum dibine ışık vermez onu anladık.
Ama sağını solunu da mı aydınlatmaz?
Kendine bile mi bir hayrı dokunmaz.
Dokunmadı.
Bu mumcunun mumu yatsıya kadar bile yanmadı.
Kibrit çakıldı.
Fitil yakıldı.
Cumhurbaşkanlığı seçimine o kibritin suyu döküldü.
Aynı suyla, yakılan fitil de söndürüldü.
Nerede yanıldığımı hatırlattım.
Nerede yanılmadığımı da hatırlatayım.
Şöyle demiştim:
Millet nerede?
Balta kesti.
Balta nerede?
Arı sakladı.
Arı nerede?
At içti.
At nerede?
Ters döndü, dağa kaçtı.
Dağ nerede?
Yandı bitti, kül oldu.
Kırat da 22 Temmuz’a kadar kişneyebilir.
O zamana kadar rahvan da gidebilir, tırıs da.
Ama ne yapamaz?
Şaha kalkamaz.
Neden?
Çünkü kırat amuda kalktı.
Amuda kalkmaya alışmış at, şaha kalkamaz.
Bunu bütün millet görüyor.
Ama Mehmet görmüyor.
“Umut Mehmet’in ekmeği, ye Mehmet ye” demiş şair.
Mehmet bu ay sonuna kadar o ekmeği yiyecek.
Millet yemiyor.
TOPLUM MÜHENDİSİ
Bakıyor:
Bir tarafta kendisini sokmayı birinci vazifesi addetmiş bir arı.
Bir tarafta kendisini tepmeyi birinci vazifesi addetmiş bir at.
Bir tarafta atla arıyı yularlarından tutmuş sürükleyen, sürüklerken de “Birinci vazifeniz…” diye gürleyen altı oklu 367 mızraklı bir cengaver.
Bir tarafta mazot bir lira, Şehrazat ondan da ucuz diyen yakışıklı bir genç.
Bir tarafta zorluklardan yılmayan bir mesut adam.
Arka tarafta bu çatıyı kuran Zenith marka saat kafalı bir mühendis.
Swatch’dan, Casio’dan, Tommy Hilfiger’den, Citizen’den, Armani’den bihaber kişi.
Zaman tünelinin üzerinde ‘geçmiş’ yazan kapısının önünde duran adam.
Eski barajlar kralı inşaat mühendisi.
Yeni barajlar mucidi toplum mühendisi.
Müstakbel Cumhurbaşkanı ve mümkünse Başkan adayı.
“Dün dündür, bugün bugün” özdeyişinin mucidi.
Şeffaf karakolu, ücretsiz köprü geçişini vaat eden adam.
“Konuşan Türkiye” deyip, “Bu kadar da dememiştim” diyen er kişi.
12 Mart’ın, 12 Eylül’ün mağdur Başbakanı.
28 Şubat’ın mağrur Cumhurbaşkanı.
Her devrin adamı.
Her dönemin siyasetçisi.
Millet bakıyor ve görüyor.
Böyle tekinsiz bir seçime gidiyoruz demeyi isterdim.
Ama çok tekinli bir seçime doğru yol alıyoruz.
Muzaffer olunana kadar yol anlaşılan tekinli olacak.
Ama nedir zafer?
Kimdir muzaffer?
Şapka düşünce yine kel mi görünecek?
Yoksa kele yol mu görünecek?
Üç hafta sonra öğreneceğiz.
MEVZUAT
Ama sonuçları görseler bile öğrenemeyenler olacak.
Nereden biliyorum?
Filmden biliyorum.
Spielberg’in Terminal’ini daha yeni seyrettim.
Muhayyel bir ülkenin muhayyel bir vatandaşı başrolde.
Diğer başrol oyuncusu ise havaalanı bürokrasisi.
Bu iki başrol oyuncusu arasındaki kapışmayı anlatıyor film.
İşleyişi kolaylaştırsın diye yürürlükte olan mevzuat nasıl bir cendereye dönüştürülebilir.
İşte onun hikayesi.
Mevzuatın sonunda da bir at var.
Tıpkı demokratta olduğu gibi.
Bizim için oldukça tanıdık bir hikaye.
Ama yine de Sn. Baykal’a hararetle tavsiye ederim.
“Ne senaryosu, ben onun âlâsını bilirim” diyeceğinden eminim.
Mevzuatı kuşa çevirmenin piri müdür ile hostesin arasında geçen konuşma sahnesini izlese yeter.
Cakalı müdür “Bu dört tarafından ablukaya aldığımız ötekinin nesini seviyorsun?” diye sorar.
“Sizin gibiler bunu asla anlayamaz” karşılığını verir hostes.
“Şusunu busunu vs, vs…” diye teferruata girmez.
22 Temmuz’da da sandık başındakiler teferruata girmeyecek.
Oylarını verecekler, gidecekler.
“Al sana Tandoğan, al sana Çağlayan” diye gürleyenler “Bu ne?” diyecekler.
Sandık buradaysa ben neredeyim?
Ben buradaysam sandık nerede?
Hocanın kulaklarını çınlatacaklar.
Kimi “Ben zaten inecektim” diyecek.
Kimi “Ben kırata ters binmiştim” diyecek.
Kimi “Kazan öldü” diyecek.
Kimi “Bana ne” diyecek.
Kimi “Sana ne” diyecek.
“Millet ne demek istedi?” başlıklı köşe yazıları sökün edecek.
Kim plaja gitmiş, kim gitmemiş çetelesi tutulacak.
Şimdilerde mitinglere gelsinler diye önlerinde on perende atılan millete “Yuh cahiller!” denilecek.
Aziz Nesin ne kadar haklıymış muhabbetlerine girilecek.
“Seçim iptal edilsin” tartışmaları başlayacak.
“Saymeyyoz, yeni seçim isteyyoz”cular türeyecek.
“Bizim 150, sizin 350’nizi döver” terbiyesizliği yapılacak.
“Beni milli şef yapın, seçimleri toptan kaldırın” diyen olacak.
“Sizin gibiler bunu asla anlayamaz” cevabını alanlar neyi anlamadıklarını yine anlamayacaklar.
“Anlayamıyoruz ama kesebiliriz” diye ortaya çıkacaklar.
SAZAN İLE HAMSİ
İşte onların topu için anlayamayacakları bir hikaye daha iktibas ediyorum köşeme.
Bunu da büyük köşe yazarı Sn. Özkök’e ithaf ediyorum.
“Bir balıkçı tezgahının mermerinde buzlar üzerinde yatan bir sazan, yanındaki hamsiye sorar:
‘Arkadaş çok merak ettim, epeydir burada yan yanayız, sen sağcı mısın, solcu musun?
Yani sağa doğru mu yüzmeyi seversin suda?
Yoksa sola doğru mu?’
Hamsi cevap verir: ‘Suda olsak söyleyebilirim de. Ama değiliz. Ve ben öncelikle suda yüzmeyi severim.’
Sazan şaşkınlıkla gözlerini daha da açar: ‘Çok ilginç bir siyasi duruş. Yani bir siyasi görüşün yok, öyle mi?’
Hamsi cevap verir: ‘Benim şu anda siyasi görüşüm basit: Su yoksa, ne kadar kuyruk sallarsan salla, ne tarafa sallarsan salla, hiçbir yere gidemezsin. Ama çok merak ediyorsan şu anda sağa doğru çırpınıyorum.’
Sazan rahatlamıştır: ‘Demek sağcısın.’
Hamsi cevap verir: ‘Valla öyle istiyorsan öyle olsun; ama işin aslı, şu sağ tarafta aşağıda bir kova su duruyor da, bir umut, şuradan kayıverip içine düşebilir miyim diye debeleniyorum.’
Sazan önce tereddüt eder, ama sonra dayanamaz konuşur: ‘Arkadaşım yanlış yapıyorsun. Suda değiliz, buz üstündeyiz ya. Sağa doğru gitmek istiyorsan, sola doğru çırpınacaksın. Buzda işler biraz değişiyor. Bir yerde okumuştum, buz üstünde mesela bir arabayı sağa doğru götürmek istiyorsan, direksiyonu sola doğru çevirmen gerekiyor. Sola doğru götürmek istiyorsan sağa. Kaygan zeminde anlayacağın işler biraz tersine.’
Hamsi: ‘Suyu bu yüzden seviyorum ya işte. Suyun içinde böyle terslikler hiç olmuyor. Şimdi benim de kafam allak bullak oldu. Sonunda ben de merak ettim be kardeşim. Sen sağcı mısın, solcu mu?’
Sazan, ‘Ben laik, Cumhuriyetçi ve solcuyum.’
Hamsi, ‘Nasıl yani?’
Sazan, ‘Yani, ben balıkçıyı sudan daha çok severim. Beni suda başka bir balık mideye indireceğine, bir insan mideye indirsin isterim. İnsanlara zaafım var. Özellikle bizim balıkçıya. Bak o beni kimseye satmaz, kendi yer, görürsün.
Hiç olmazsa beni kimin yiyeceğini biliyorum. Ayrıca, suyun içinde hangi balığın nereye gideceği, nereden geleceği belli olmuyor. Burada öyle mi? Bak hepimiz omuz omuzayız.’
Hamsi: ‘Valla kafamı iyice karıştırdın, ama ben yine de suyu istiyorum.’”
Bu saçma sapan yazıyı 2007’nin 24 Haziran’ında Gökhan Özgün yazmış Radikal’deki köşesinde.
Tavsiyem 2007 Temmuz’unun 24’ünde tekrar okumanız olacak.
Hâlâ saçma diyenlere bu sefer ben bir yuh çekeceğim.
Şimdilik Gökhan Özgün’e saygılar sunuyorum.
SON SÖZ
Sazan her zaman sazandır.
Paylaş
Tavsiye Et