Bülbül güle gül dedi, gül gülmedi gitti. Gül bülbüle, bülbül güle yâr olmadı gitti. Türkiye’nin siyasi panoramasını çocukluğumdaki bu karışık tekerlemeden daha iyi yansıtacak bir ifade yok. Milletin iradesi karşısında ezilenler, “mahalle baskısı” diye bir ucubeye sığındılar. Mahalle mi kaldı, baskısı olsun?
Mahalle yok (keşke olsaydı!), imtiyazlı şehir kulüpleri var. Anayasal kurum ve organları, üniversiteleri, medyayı ve kadınları ‘kullanan’ hayâsız çeteler. Haberlere göre, “kadınlar yeniden alanlara inecek”miş. Demokrasilerde alanlara çıkanlar “kendileri için” hak talep ederler. Bunlar “başkaları için” haksızlık talep ediyor: Başörtülüler üniversiteye girmesin; hatta bu ülkede yaşamasınlar! İşte Türk demokrasi kültürünün ulaştığı nokta.
Biz bir bardak suda fırtına koparırken, çevremizde kopan gerçek fırtınalardan habersiz gibiyiz. Irak faciasından sonra, yaşlı hegemonumuz İran’a da saldırmak üzere. Ekim dosyasında Ali A. Mazrui, Richard Falk, Chalmers Johnson, Nuh Yılmaz, Hasan Kösebalaban ve Ebru Afat büyük oyunun son aşamasını tartıştılar.
Richard Falk, demokratik bir Ortadoğu’nun ABD ve İsrail için kâbus olduğunu söylerken, Ali Mazrui, ABD’nin “haklara dayalı bir iç felsefe ile kaba güce dayalı bir dış siyaset arasında ikiye bölündüğünü” dile getiriyor. ABD’nin Afganistan’da Taliban güçlerini alt edemediğini vurgulayan siyaset bilimci Hasan Kösebalaban, sözde teröre karşı savaşın ABD bakımından hüsranla sonuçlanacağını ileri sürüyor. Chalmers Johnson ise askerî çözümlere odaklanan ABD’nin hiçbir küresel kördüğümü çözemeyeceğini, çünkü “dürüst bir arabulucu olma vasfını yitirdiğini” ifade ediyor.
Ekim ayının SöyleşiYORUM konuğu, sivil siyaset bilimci Ömer Çaha. Çaha, AKP’nin arkasında bir mahalle baskısı olmadığını, olsa olsa bir modernleşme baskısı ile yüz yüze geldiğini söylüyor.
Değil mi ki modernleşmecilerle mahalledekilerin izdivacından muhafazakâr demokrat doğdu!
Paylaş
Tavsiye Et