Yönetmen-Senaryo: Paul Thomas Anderson Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Paul Dano
Yapım: ABD, 2007, 158 dk.
“İnsanlara bakar ve çoğu zaman onlarda sevecek bir şey bulamam. Onlardan uzaklaşmam için daha fazla para kazanmam lazım.”
Daniel Plainview
Amerikan sinemasının son dönemdeki “altın çocuk”larından biri olan P. T. Anderson’ın, sosyalist yazar Upton Sinclair’in Petrol adlı romanından uyarladığı Kan Dökülecek, 20. yüzyılın başlarında “petrole hücum yılları”nın yaşandığı bir dönemde, Teksaslı bir girişimcinin madencilikten petrolcülüğe uzanan öyküsüne odaklanıyor. Film Güney Kaliforniya’da büyük bir arazinin petrol çıkartma haklarını satın almasıyla birlikte servetini hızla katlayan ve daha fazla kazanma hırsının giderek canavarlaştırdığı Daniel üzerinden adım adım Amerikan rüyasının kabusa dönüşünü resmediyor.
Aile-din-kapitalizm ilişkisi üzerinden Amerika’yı Amerika yapan değerler sistemine odaklanan filmde Daniel, sadece daha fazla kazanmak için Kilise’ye gidip, öyle olmadığı halde dindar görünebilecek denli sahtekar, bireysel hırslarının gözünü döndürdüğü bir karakter olarak sunuluyor. Filmin temel gerilim unsuru ise dinî değerlere uzak olan Daniel ile onun gittiği kasabanın petrol çıkarma haklarını ancak Kilise’ye düzenli bağış yapması karşılığında kabul eden genç rahip Eli arasındaki psikolojik mücadele oluyor. Bu mücadelede Daniel’ın vahşi kişiliği, giderek kendini daha fazla hissettiriyor.
Önemli biri olmak, takdir edilmek arzusuyla yanıp tutuşan, kendini Mesih ilan eden rahip Eli; insanlardan ölesiye nefret etse de yalnız kalmaktan korkan, yanında hep birini bulunduran Daniel ve onun duyma yetisini kaybedince iletişimini tümden yitirdiği manevi oğlu, yönetmen Anderson’ın büyük anlatılara dayansa da derinlikli karakter dramasından taviz vermeyen sinemasının işaretleri niteliğinde. Yeraltına döşediği borularla üç kuruşa ikna ettiği ailelerin petrolünü son damlasına kadar emen petrolcü ile “Tanrı’nın kuzusu”nun kanını içen rahip arasında “Ekonomi mi dini, din mi ekonomiyi belirler?” şeklinde özetlenebilecek Marks-Weber ikilemi üzerinden ilişki kuran film, kapitalizm ile işbirliği halindeki her dinî anlayışın olası sonunu özellikle çarpıcı final sahnesiyle faş ediyor.
Bu ilişki üzerinden ABD’de son dönem yükselen Evanjelizm ile Irak’a saldırının mimarı petrol tröstleri arasındaki ilişkiye de gönderme yapan film, 19. yüzyılda sömürgeci tezahürleriyle beraber tüm dünyaya egemen olan, sermayenin koşulsuz hâkimiyetini öngören kapitalizmin ve onun ürettiği bitmez-tükenmez gözü doymazlığı ile dünyayı, yeraltı ve yerüstü servetleriyle sömürmek isteyen ve bu uğurda zayıfı ezme hakkı olduğuna inanan “Homo Economicus”un başarılı bir alegorisi.
Hem ismi hem de hikayesiyle petrol uğruna Irak’tan Afganistan’a bütün Ortadoğu coğrafyasında her gün dökülen kanın kehaneti niteliğini taşıyan film, Danil Day-Lewis’in Oscar ödüllü muhteşem oyunculuğu ve her biri ayrı bir fotoğraf karesi tadında kadrajları ile sinematografik anlamda da göz dolduruyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: Jay Cocks Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Leonardo DiCaprio
Yapım: ABD, 2002, 168 dk.
19. yüzyılın son yarısında Amerikan İç Savaşı yıllarında New York, sokak çetelerinin mücadelesine sahne olmaktadır. “Yerliler” isimli Anglosakson çetenin lideri Kasap Bill, “Ölü Beyaz Tavşanlar” isimli İrlandalı göçmenlerin oluşturduğu çetenin lideri Rahip Vallon’u öldürerek kentin yönetimini ele geçirmiştir. Ancak Vallon’un oğlunun yıllar sonra New York’a dönmesi, mücadeleyi yeniden ateşleyecektir. Bir oğlun intikam hikayesi ekseninde New York’un suç, şiddet ve ırkçılıkla malul geçmişine mercek tutan film, modern New York’un üzerinde yükseldiği vahşeti ifşa ediyor. Amerikan rüyasının temeline dinamit koyduğundan olsa gerek, 10 dalda aday gösterildiği halde Oscar ödülü alamayan ender yapımlardan. New York Çeteleri, usta yönetmen Scorsese’in filmografisinde vasat bir yerde dursa da, Daniel Day-Lewis’in mükemmel performansı ve titiz sanat yönetimiyle başarılı dönem filmleri arasında yer alıyor. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Tim Burton Senaryo: Jhon Logan
Oyuncular: Johnny Depp, Helena Bonham Carter
Yapım: ABD, 2007, 116 dk.
Yargıç Turpin, berber Benjamin Barker’ı haksız yere suçlar ve onu karısı ile küçük kızından ayırarak uzaklara gönderir. Aradan on beş yıl geçtikten sonra Barker, yıllar önce kendisine ait olan berber dükkanına Sweeney Todd adı ile geri döner. Amacı ailesini elinden alan Yargıç Turpin’den intikam almaktır. İtalyan berber Pirelli, Barker’ı kimliğini ifşa etmekle tehdit edince, Barker onu tek dostu olan usturası yardımıyla boğazını keserek öldürür. Barker’ın berber dükkanı, Bayan Lovett’ın et bulamadığı için pişirdiklerini satamadığı börekçi dükkanının üst katındadır. Biri intikam peşinde diğeri dükkanını kurtarma derdinde olan Barker ve Lovett bir ortaklık kurarlar. Pirelli’nin cesedi ile başlayan ortaklık Barker’ın gelen müşterilerini öldürmeye devam etmesiyle sağlamlaşır. Çünkü Lovett, böreklerinin harcını Barker’ın öldürdüğü insanların etleriyle doldurur. Önce Todd’un traşı, ardından da Bayan Lovett’ın böreklerinin ünü kısa zamanda Londralıların dillerine dolaşmaya başlar.
Tim Burton filmlerinin sahip olduğu makyaj, her defasında yönetmenin sıradışı dünyasının kapılarını ihtişamla aralamasına yetiyor. Ne anlatırsa anlatsın sadece anlatma biçimi için tercih edilebilecek filmler üreten Burton, Sweeny Todd ile müzikal hazzı ve ürkütücü cinayetleri şiddet çerçevesinde çiziyor. Ölü suratlı karakterleri ve neredeyse sadece kanla renklenen sahneleriyle karanlık atmosferi güçlendiriyor. Sweeny Todd’un spekülatif varlığının dehşeti filmi en başından kana bulasa da Burton’ın bu hikayenin dehşetini anlatmak için doğru bir seçim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Korkutucu, gerilim dolu ve zaman zaman rahatlatıcı atmosferine devamlı olarak eşlik eden trajedi, aynı zamanda 19. yüzyıl. Londra’sındaki karanlık atmosfere de tanıklık ediyor. İnsanların birbirini yemesi mecazından yola çıkarak fiziksel gerçekliğe uzanan Sweeny Todd, adalet duygusunun, dönemin iç çalkantılarının ve kapitalizmin gotik kabuğunu oluşturuyor. Seri katil olan bir berberle özdeşleşmenin zorluğunun farkında olan yönetmen kapitalist söylemin içine inatla eksik tahtalı bir Johnny Depp çizse de, karakterine insani duygular serpmeyi ihmal etmiyor. İçine dönük, işi yalnızca intikam duygusunu pekiştirmek olan Todd’un, dengi ve yalnızca daha dışa dönük versiyonu sayılabilecek Lovett ile suç ortaklığı ise histerik bir çizgide ilerliyor. Film yola çıktığı hikaye itibarıyla keskin hatlara sahipken, Burton, Depp ve Carter muhteşem üçlüsü(!) ile daha da sivriliyor ve Tim Burton arızalı-vazgeçilmezler listesini kabartmaya devam ediyor. /Esra Bulut
Tavsiye Et