Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2008) > Söyleşiyorum > Ahmet Turan ALKAN: “27 Nisan bir akıl tutulmasıdır”
Söyleşiyorum
Ahmet Turan ALKAN: “27 Nisan bir akıl tutulmasıdır”
Söyleşi: Hilal TURAN, M. Akif KAYAPINAR
Ahmet Turan Alkan, 1954 Sivas doğumlu. İlk ve orta tahsilini Sivas’ta tamamladıktan sonra 1978 yılında SBF’nin İdare ve Siyaset Bölümü’nden mezun oldu. Bu esnada Sivas’ta üç yıl süreyle mahalli matbuatta çalıştı. Çeşitli dergilerin yayımlanmasına katkıda bulundu. Üç yıl serbest çalıştıktan sonra 1985’te Cumhuriyet Üniversitesi’ne girdi. 1987’de yüksek lisans eğitimini, 1991’de doktora çalışmasını tamamladı. 1993’te yardımcı doçentliğe atandı. 1994 yılında Cumhuriyet Üniversitesi bünyesinde kurulan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne geçti ve halen bu fakültede görev yapıyor. Muhtelif dergilerde (Türkiye Günlüğü, Tarih ve Toplum, Dergâh, Türk Edebiyatı, Yeni Türkiye vb.) yayımlanmış yazıları var. Kitap şeklinde yayımlanmış 16 çalışması bulunuyor. Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları, Altıncı Şehir, Birinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, İstiklâl Mahkemeleri, Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Üç Noktanın Söylediği, Ateş Tecrübeleri, Yatağına Kırgın Irmaklar önemli eserlerinden bazıları.
Akademisyen kimliğinin yanı sıra Zaman gazetesinde günlük yazılar kaleme alan Ahmet Turan Alkan, Türk siyasetini yakından takip eden bir isim. Bab-ı Âli’nin bu ironik olduğu kadar naif, samimi olduğu kadar güçlü kalemiyle, tarih ilmine olan vukufiyeti ışığında Türk siyasetinin son elli yılda yaşadığı dönüşümü ve son dönemde gündemimizi kilitleyen Kuzey Irak’a operasyon tartışmalarını konuşma fırsatı bulduk. Şahsiyet sahibi bir akademisyen ve kullandığı yerli dille okuyucuya en yakın duran köşe yazarlarından olan Alkan’ın cevaplarını merak ediyorsanız buyurunuz.
 
1950’den iti­ba­ren Tür­ki­ye’de mey­da­na ge­len si­ya­si dö­nü­şü­mü na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Bu dö­nü­şüm sü­re­ci­nin as­lî ve arı­zî un­sur­la­rı ne­ler­dir? AKP bu dö­nü­şüm sü­re­cin­de ne­re­ye otu­ru­yor?
1950 Ma­yıs’ın­da­ki ik­ti­dar de­ği­şik­li­ği­ni, ba­zı es­ki De­mok­rat­la­rın ni­te­le­di­ği üze­re “Ak Dev­rim”e ben­ze­ten­ler­den de­ği­lim; DP kad­ro­la­rı ne­ti­ce iti­ba­riy­le CHP ile fark­lı bir züm­re men­şei­ne işa­ret et­mi­yor­du. DP’nin CHP’den pek fark­lı bir ide­olo­jik te­me­le is­ti­nat et­ti­ği de ile­ri sü­rü­le­mez. DP’nin CHP ta­ra­fın­dan tem­sil edi­len res­mî ide­olo­ji­ye kar­şı kuv­vet­li bir iti­raz yük­selt­me­di­ği­ni, bi­la­kis CHP’nin DP’yi öte­le­me­si, öte­ki­leş­tir­me­si ve dış­la­ma­sı kar­şı­sın­da bir sa­vun­ma mev­zii ola­rak res­mî ide­olo­ji­yi fark­lı va­di­ler­de ge­liş­tir­me­ye ça­lış­tı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Ta­bir ye­rin­de ise Ata­türk­çü­lük ve­ya Ke­ma­lizm adıy­la bil­di­ği­miz ve kı­sa­ca “Ata­türk’e sı­ğı­na­rak ka­za­lar­dan ve be­la­lar­dan emin ol­ma” stra­te­ji­si di­ye­bi­le­ce­ği­miz yak­la­şı­mın DP ta­ra­fın­dan in­şa edil­di­ği­ni göz­lem­li­yo­ruz. DP’yi CHP’ye gö­re top­lu­ma da­ha ya­kın dur­ma­ya sevk eden bi­rin­ci amil, CHP’nin açık­ça kıs­kan­dı­ğı DP’yi de­mok­ra­tik usul­ler­le as­la mağ­lup ede­me­ye­ce­ği yo­lun­da ümit­siz­li­ğe ka­pıl­ma­sı ol­du. DP’nin CHP’den en mü­him far­kı birta­kım li­be­ral ik­ti­sat po­li­ti­ka­la­rı ve dev­let­çi­lik­ten kıs­mi in­hi­raf­lar­dır. Do­la­yı­sıy­la DP’nin res­mî dev­le­te kar­şı si­vil top­lu­mun se­si ve tem­sil­ci­si ol­ma mis­yo­nu­na bi­raz da “ka­de­rin cil­ve­siy­le” itil­di­ği­ni fark ede­bi­li­riz. Fa­kat yi­ne de 1950 sü­re­ci, 1960’ta dar­be­ci­ler ta­ra­fın­dan ke­sin­ti­ye uğ­ra­tıl­ma­sıy­la fark­lı bir an­la­ma bü­rün­dü. Dev­le­tin par­ti­si bu sü­reç­te se­çim ka­za­na­ma­dı; top­lum ta­ra­fın­dan ce­za­lan­dı­rıl­dı; ümi­di­ni kay­be­de­rek hır­çın­laş­tı ve dar­be­yi iç­ten içe da­vet ede­rek gü­nün bi­rin­de ha­ki­ka­ten hal­kın par­ti­si ola­bil­me ih­ti­ma­li­ni kay­bet­ti. DP’nin 27 Ma­yıs dar­be­siy­le uğ­ra­dı­ğı sa­rih mağ­du­ri­yet böy­le­ce ken­di si­ya­si çı­ğı­rı­nı oluş­tur­du ve mec­ra­da ön­ce AP, son­ra ANAP ve AK Par­ti vü­cut bul­du­lar. AK Par­ti, 27 Ni­san’da ma­ruz kal­dı­ğı şa­şır­tı­cı dev­let çel­me­si ile şu an­da DP’yi ha­tır­la­tan bir mağ­du­ri­yet mev­ki­in­de otu­ru­yor.
 
Cum­hu­ri­yet mi­ting­le­ri bu dö­nü­şüm sü­re­cin­de na­sıl bir an­lam ifa­de edi­yor?
28 Şu­bat’ı ha­tır­la­yın; 28 Şu­bat’ı yön­len­di­ren­le­rin en bü­yük sı­kın­tı­sı, res­mî ide­olo­ji­yi sa­hip­le­ne­cek, el­le tu­tu­lur, göz­le gö­rü­lür bir kit­le­nin yok­lu­ğu idi. 28 Şu­bat’la 27 Ni­san ara­sın­da yü­rü­tü­len gay­ret­ler ne­ti­ce­sin­de ar­tık mey­dan­lar­da res­mî ide­olo­ji­yi sa­vu­nan, onun slo­gan­la­rı­nı ses­len­di­ren bir halk top­lu­lu­ğu gö­rü­nür ha­le gel­di. Mev­si­mi­ne gö­re meş­rep de­ğiş­tir­mek­le şöh­ret bu­lan bir ga­ze­te­de gün­ler­ce, “Teh­li­ke­nin far­kın­da mı­sı­nız?” şek­lin­de yok­la­ma­cı, hat­ta da­vet­kâr ya­yın­lar ya­pıl­dı. Böy­le bir kit­le­nin gö­rü­nür ha­le gel­me­si ge­re­ki­yor­du çün­kü. Tür­ki­ye’de res­mî ide­olo­ji, AB’ye adım adım gi­di­len yol­da tas­fi­ye­ye uğ­ra­mak akı­be­tiy­le yüz yü­ze kal­mış­tı. Cum­hu­ri­yet mi­ting­le­ri iş­te bu si­ya­si pro­je­nin ta­hak­kuk et­ti­ği­ni gös­te­ren bir ol­gu ola­rak gö­nül­le­ri fe­rah­lat­tı ve de­nil­di ki, “Oh, bu ül­ke­de sa­de­ce ge­ri­ci­ler, li­boş­lar de­ğil; Cum­hu­ri­yet­çi­ler ve res­mî ide­olo­ji­ye gö­nül ve­ren­ler de mev­cut.” Ne var ki bu mi­ting­ler tez za­man­da ik­ti­dar par­ti­si aley­hi­ne or­ga­ni­ze ha­re­ket­le­re dö­nüş­tü. Ni­te­kim 27 Ni­san’la baş­la­yan ge­liş­me­ler zin­ci­ri­ni yö­ne­ten­le­rin bi­ri­cik meş­rui­yet kay­na­ğı, hu­kuk ve­ya Ana­ya­sa de­ğil, mi­ting top­lu­luk­la­rı­dır.
 
Tüm bu sü­reç içe­ri­sin­de Cum­hur­baş­kan­lı­ğı ma­ka­mı na­sıl ko­num­la­nı­yor? Tür­ki­ye’de cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çim­le­ri her za­man kri­ze ne­den ol­du. Son se­çim­de de Ab­dul­lah Gül’ün cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sı­nın 27 Ni­san e-muh­tı­ra­sı, yar­gı ve mu­ha­le­fet par­ti­le­ri­nin de des­te­ğiy­le en­gel­len­di­ği, bu uğur­da Ana­ya­sa’nın bi­le bun­dan son­ra­ki cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çim­le­ri­ni zo­ra so­ka­cak bir şe­kil­de ye­ni­den yo­rum­lan­dı­ğı­na ta­nık ol­duk. Tür­ki­ye’nin cum­hur­baş­ka­nı se­çe­me­me­si ile baş­la­yan ve ül­ke­yi be­lir­siz­lik or­ta­mı­na sü­rük­le­yen bu sü­re­ci na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Ne­re­sin­den ba­kı­lır­sa ba­kıl­sın bu sü­reç bir akıl tu­tul­ma­sı­dır. Mef­hu­mun mu­ha­li­fin­den ha­re­ket­le di­yo­rum ki, baş­ta CHP ol­mak üze­re Ana­ya­sa Mah­ke­me­si’nin, Ge­nel­kur­may si­te­si­ne ge­ce ya­rı­sı bil­di­ri ko­yan­la­rın ve böy­le dü­şü­nen­le­rin can­hı­raş bir gay­ret­le 367 me­se­le­si­ne sa­rıl­dı­ğı­nı gör­mek be­ni çok şa­şırt­tı. Çün­kü böy­le bir tep­ki­yi hak­lı gös­te­re­cek bir et­ki­yi fark ede­me­dik biz. Te­mel me­se­le bu­ra­dan çı­kı­yor iş­te. Ben di­yo­rum ki, “Sü­reç Ana­ya­sa’ya uy­gun tarz­da iş­li­yor. Hü­kü­met cum­hur­baş­kan­lı­ğı­na ken­di için­den bir aday gös­ter­di. Mec­lis’te oy­la­na­cak ve bu oy­la­ma için ön­ce­ki­ler­de ol­du­ğu gi­bi 184 vekilin bulunması kâ­fi­dir.” Bu ara­da hü­kü­me­tin se­çim­de uz­laş­ma ara­mak ye­ri­ne, mu­ha­le­fe­te “siz de ken­di ada­yı­nı­zı gös­te­rin” yak­la­şı­mı­nı be­nim­se­miş ol­ma­sı, evet, pek şık bir şey de­ğil­dir; fa­kat an­ti-de­mok­ra­tik de de­ğil­dir. Ne­ti­ce­de Ana­ya­sa’nın laf­zı­na uy­gun bir yak­la­şım­dır bu. Ama me­se­la CHP’li­ler bu ba­kış açı­sı­na yüz­de yüz iti­raz edi­yor­lar ve di­yor­lar ki, “Bun­lar dev­le­ti ele ge­çir­me plan­la­rı ya­pı­yor­lar; cum­hur­baş­kan­lı­ğı son ka­le; onu ver­me­yiz. Za­ten bun­la­rın ha­nım­la­rı da ba­şör­tü­lü ve üs­te­lik aday be­lir­le­mek için biz­den gö­rüş bi­le sor­ma­dı­lar.” Ba­na gö­re bu ka­ba-sa­ba bir dö­vüş dok­tri­ni­dir; kav­ga çı­kar­mak için ye­te­rin­ce hak­lı ve içi do­lu gö­rün­mü­yor ama kav­ga­yı ka­zan­mak, en azın­dan ilk ra­un­du­nu ka­zan­mak için ye­ter­li ol­du­ğu­nu gör­dük, öğ­ren­dik ve hay­ret et­tik. Ben şah­sen bu ka­dar ile­ri­ye gi­de­bi­le­cek­le­ri­ni san­maz­dım; çün­kü par­la­men­to­yu tı­ka­dı­lar ve bu­nu bi­le is­te­ye yap­tı­lar. Bu yak­la­şım­da mem­le­ket hay­rın­dan ve dev­let mas­la­ha­tın­dan eser gör­mü­yo­rum. “Ya be­nim­sin, ya kim­se­nin” ne­vin­den, gö­zü ka­ra, ak­lı muh­tel bir ara­besk dav­ra­nış bi­çi­mi­dir bu. Ay­nı za­man­da çok da öğ­re­ti­ci; çün­kü bu dö­vüş­te ar­tık çıp­lak güç kul­la­nıl­ma­ya baş­lan­dı. Çıp­lak gü­ce ma­ruz kal­mak ise öğ­re­ti­ci­dir; o es­na­da hır­pa­lan­mış ol­sa­nız bi­le bu böy­le­dir.
 
Tür­ki­ye’de­ki si­ya­si yel­pa­ze­yi na­sıl ta­nım­lı­yor­su­nuz? Bu ta­nım­la­ma­ya yar­dım­cı ola­bi­le­cek en el­ve­riş­li kav­ram­lar han­gi­le­ri? Sağ-sol, mer­kez-çev­re, ulu­sal­cı-kü­re­sel­ci, cum­hu­ri­yet­çi-de­mok­rat vs.
Si­ya­si yel­pa­ze me­se­le­si Tür­ki­ye’de âmâ­nın fi­li ta­rif et­me­si gi­bi bir şey­dir. Me­se­la ba­na gö­re si­ya­si ska­la­da “Cum­hu­ri­yet­çi­ler” di­ye öbek yok; çün­kü Tür­ki­ye’de kim­se­nin Cum­hu­ri­yet’le der­di yok; fa­kat öte­ki açı­dan ba­kar­sa­nız Cum­hu­ri­yet­çi­ler, si­ya­si ska­la­nın en vaz­ge­çil­mez cü­zü­dür. Çün­kü on­la­ra gö­re Cum­hu­ri­yet teh­li­ke­de­dir; bi­ri­le­ri­nin ona sa­hip çık­ma­sı, ko­ru­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. Şim­di ye­ni mo­da bu. Ben ken­di­mi, bu ar­ka­daş­la­ra na­za­ran ve on­la­rın jar­go­nuy­la Cum­hu­ri­yet­çi his­set­mi­yo­rum; ne­yim öy­ley­se ben; Pa­di­şah­çı mı­yım, hi­la­fet­çi mi­yim, Cum­hu­ri­yet düş­ma­nı mı­yım? Hiç­bi­ri de­ği­lim. İl­le bir sı­fat edin­mem la­zım­sa De­mok­ra­tım, la­kin De­mok­rat­lık da Tür­ki­ye’de prob­lem­li bir sı­fat­tır. Ya­kın za­man­la­ra ka­dar bi­zim Ko­mü­nist­ler, açık­ça “Ko­mü­nis­tim” di­ye­me­dik­le­ri için “De­mok­ra­tım” der ge­çer­ler­di. O za­man ken­di­mi ta­rif et­mem için bir sü­rü pa­ran­tez aç­mam ge­re­ki­yor. Sa­de va­tan­daş ne yap­sın pe­ki?
Yel­pa­ze­de kim­le­rin han­gi mik­tar­da, ni­çin bu­lun­duk­la­rı­nı si­ya­set bi­lim­ci­ler izah et­sin­ler; bir sü­re­den be­ri sağ-sol, mer­kez-ke­nar, kü­re­sel­ci gi­bi kav­ram­la­ra iti­bar et­mez ol­dum. Bir ki­şi­nin şah­si me­ta­ne­ti ve ha­ki­kat kar­şı­sın­da­ki du­ru­şu, bü­tün sa­ir si­ya­si sı­fat­lar­dan da­ha an­lam­lı gö­rü­nü­yor. Böy­le bir du­ruş kar­şı­sın­da hiç­bir kav­ram, için­de­ki­le­ri giz­le­ye­mez; ne ise öy­le gö­rü­nür ve bu tu­tum onun için önem­li­dir. Ni­te­kim Tür­ki­ye’nin si­ya­set yel­pa­ze­si­ni an­lam­sız­laş­tı­ran te­mel za­af sı­nıf­la­rın ka­pı­sın­da­ki lev­ha ile sı­nı­fın için­de­ki­le­rin bir­bi­ri­ne sa­dık ol­ma­ma­sı­dır. Son za­man­lar­da­ki mev­zi de­ğiş­tir­me­ler be­nim te­ori­mi doğ­ru­lu­yor; şah­si­yet­le­ri iti­ba­riy­le esa­sen bir ye­re ait olan­lar, ol­ma­sı ge­re­ken ye­re gi­di­yor­lar enin­de so­nun­da; bu cı­lız ha­re­ket­li­lik için­de asıl va­him tab­lo, hiç­bir ye­re ait ol­ma­ma­sı ge­re­ken­le­rin si­ya­si yel­pa­ze­de bir yer­le­re iyi tu­tun­muş ol­ma­la­rı­dır; bu sta­bi­li­zas­yon yel­pa­ze­yi ma­na­sız­laş­tı­rı­yor.
 
Türk si­ya­se­tin­de bir ide­olo­jik boş­luk ya­şa­nı­yor. Se­çim­ler ön­ce­sin­de par­ti­ler ara­sın­da sağ ve sol ayırt et­mek­si­zin ya­pı­lan trans­fer­ler de bu­nun en ba­riz gös­ter­ge­si ol­sa ge­rek. Bu boş­lu­ğun na­sıl dol­du­ru­la­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yor­su­nuz? Bu ide­olo­jik boş­luk sa­de­ce Tür­ki­ye’ye has bir du­rum mu yok­sa di­ğer ül­ke­ler için de ge­çer­li mi?
Boş­lu­ğun se­be­bi­ni izah et­me­ye ça­lış­tım; na­sıl do­la­ca­ğı me­se­le­si mü­him. Kı­sa yol­dan söy­le­ye­lim, ev­ve­la fer­di­yet ol­mak saf­ha­sı­nı id­rak et­miş in­san­lar ya­ni ‘bi­rey’ler la­zım. Yu­kar­da izah et­me­ye ça­lış­tı­ğım tip bu­dur, bi­rey­dir. Fer­di­ye­ti­ni id­rak et­miş adam­dır; şah­si­yet sa­hi­bi­dir, fi­kir­le­riy­le dav­ra­nış­la­rı ara­sın­da sa­hi­ci bir il­li­yet var­dır. Yan­lış­la­rı­na kar­şı ken­di­ni ikaz eden bir oto­kontrol me­le­ke­si­ne sa­hip­tir. Ha­ki­kat kar­şı­sın­da­ki du­ru­şu ile ha­ki­ka­ti al­lak bul­lak et­me­yen bi­ri­dir. Gö­zü­nün içi­ne ba­kın­ca ci­ğe­ri­nin çe­pe­ri­ni gö­re­bi­le­ce­ği­niz adam. Türk ol­sun, Müs­lü­man ol­sun, ya­kı­şık­lı ol­sun, bo­yu fi­lan­ca ol­sun de­mi­yo­rum; ras­yo­nel ol­sun, Al­lah’ın ver­di­ği akıl me­le­ke­si­ni iğ­fal et­me­den kul­lan­sın. İyi ona rast­la­yın­ca iyi ola­rak ay­rıl­sın ya­nın­dan, kö­tü de kö­tü; ha­ki­ka­ti baş­ka­laş­tır­ma­sın. Böy­le bir men­şur sa­hi­bi ol­sun ya­ni. Kur’anî ta­bir­le “em­ro­lun­du­ğu gi­bi dos­doğ­ru bir adam.” Böy­le adam­la­rın si­ya­si yel­pa­ze­de ne­re­de dur­duk­la­rı hiç mi hiç fark et­mez. TKP’de böy­le adam­la­rın ek­se­ri­yet­te ol­du­ğu­nu bil­sem, oyu­mu gö­zü­mü kırp­ma­dan ve­ri­rim. Bu nok­ta­da ‘bi­rey’, ‘bi­rey­ci’ laf­la­rın­dan da kork­ma­mak la­zım­dır. Be­nim için bi­rey, Rab­bi’ne he­sa­bı­nı ver­me­ye ha­zır ada­mın dün­ya­da­ki for­mu­dur; o yal­nız bir adam­dır çün­kü he­sa­bı­nı tek ba­şı­na ve­re­cek­tir. O yal­nız de­ğil­dir; çün­kü per­for­man­sı, baş­ka­la­rı üze­rin­de bı­rak­tı­ğı te­si­re gö­re de­ğer­len­di­ri­le­cek­tir. Her ha­lü­kar­da o güç­lü bir adam­dır; çün­kü dün­ya­nın en ağır so­rum­lu­lu­ğu­nu, ya­ni fert ol­ma­nın yü­kü­nü omuz­la­mış­tır.
Ba­tı’nın si­ya­set, ilim, üre­tim, sa­nat çev­re­le­rin­de böy­le sa­hi­ci adam­la­rın sa­yı­ca nis­pe­ti­nin biz­den da­ha faz­la ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­rum. Böy­le­le­ri­ne biz ev­li­ya mu­ame­le­si ya­pı­yo­ruz ama as­lın­da ne­re­de­ler on­lar? Bu­la­ma­dı­ğı­mız için­dir ki yan­lış adam­la­rın mer­te­be­si­ni in­di­miz­de yü­cel­tip ken­di­mi­zi kü­çült­mek­te­yiz ha bi­re.
 
AK Par­ti’nin se­çim sü­re­cin­de sos­yal de­mok­rat, Ale­vi, li­be­ral vs. kim­lik­le­riy­le ta­nı­nan isim­le­ri aday gös­ter­me­si ta­van­dan ta­ba­na doğ­ru bir ge­niş­le­me sağ­la­ya­bi­lir mi? Bu de­ği­şik­lik muh­tı­ray­la bir­lik­te olu­şan bir ge­ri çe­kil­me mi yok­sa kap­sam­lı bir kim­lik ye­ni­len­me­si mi siz­ce? Bu­nun avan­taj­la­rı ve de­za­van­taj­la­rı ne­ler ola­bi­lir AK Par­ti için?
AK Par­ti 4,5 se­ne di­ken­siz gül bah­çe­sin­de hü­kü­met et­ti. Son iki ay­da ise ta­bir ye­rin­de ise fe­le­ğin -ve­ya Tür­ki­ye’de si­ya­se­tin- kaç bu­cak ol­du­ğu­nu gör­dü; bu AK Par­ti’nin par­ti­leş­me­si, ze­min­de ha­ki­ki bir yer bul­ma­sı için cid­di bir im­ti­han­dır. 27 Ni­san ha­di­se­sin­de fe­na bir tep­ki ver­me­di­ler ama o ka­da­rı yet­me­ye­cek­tir. Ana­ya­sa de­ği­şik­lik­le­rin­de bi­raz zi­hin ka­rı­şık­lı­ğı ya­şa­dı­lar. Si­ya­si buh­ra­nın Ana­ya­sa Mah­ke­me­si’ne ta­şın­ma­sı ben­ce kon­tra­tak cin­sin­den bir ham­ley­di; Ana­ya­sa pa­ke­ti Ana­ya­sa Mah­ke­me­si’nden dön­dü­ğün­de baş­ka tür­lü sı­kın­tı­la­rın doğ­ma­sı ka­çı­nıl­maz­dır.
Asıl önem­li ham­le, aday­la­rın açık­lan­ma­sı saf­ha­sın­da bek­le­ni­yor­du ve ben­ce AK Par­ti bu önem­li avan­ta­jı­nı iyi de­ğer­len­di­re­me­di. Ga­rip bir şe­kil­de he­men her par­ti, vit­ri­ne po­pü­ler adam koy­mak için gay­ret edi­yor. Şar­kı­cı­lar, tür­kü­cü­ler, man­ken­ler, peh­li­van­lar, eli yü­zü düz­gün genç ha­nım­lar... Hal­kı­nı iyi ta­nı­yan bir par­ti, top­lu­mun or­ga­nik tem­sil­ci­le­ri ni­te­li­ğin­de­ki adam­la­rı bu­lup yo­la on­lar­la bir­lik­te ko­yul­ma­yı ter­cih ede­bi­lir­di. Fa­kat bir hu­su­sa da cid­di­yet­le işa­ret et­mem la­zım: Be­nim gi­bi si­ya­se­ti ke­nar­dan sey­re­den­le­rin hük­mü­ne faz­la gü­ven­me­mek ge­rek­ti­ği­ni de söy­le­me­li­yim. Si­ya­se­tin pra­ti­ği­ni bil­me­yiz biz; ik­ti­dar de­ni­len şe­ye do­kun­muş­lu­ğu­muz yok­tur. Bin­ler­ce fark­lı ki­şi­nin bir­lik­te ha­re­ket et­me­si ge­re­ken bir par­ti teş­ki­la­tı­nın na­sıl yü­rü­tü­le­ce­ği­ni, na­sıl ayak­ta tu­tu­la­ca­ğı­nı, na­sıl ha­re­ket et­ti­ri­le­ce­ği­ni de bil­me­yiz. Şah­si fik­ri­mi sor­du­ğu­nuz için söy­lü­yo­rum; AK Par­ti, se­çim için aday­la­rı­nı be­lir­ler­ken al­tın bir fır­sat­la kar­şı­laş­tı ama bu­nu iyi de­ğer­len­di­re­me­di. Bel­ki de dü­şü­şün baş­lan­gı­cı­dır bu...
 
Mer­kez sa­ğı ye­ni­den in­şa et­mek üze­re yo­la çı­kan DYP ve ANAP’ın bu ça­ba­la­rı­nın ba­şa­rı­sız­lık­la so­nuç­lan­dı­ğı­na ta­nık ol­duk. Siz bu sü­re­ci na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Ba­zı id­di­alar­da yer al­dı­ğı şek­liy­le CHP ve MHP’nin önü­nü aç­mak için ba­şa­rı­sız­lık­la so­nuç­la­na­ca­ğı bi­li­ne­rek mi baş­la­tıl­mış­tı bu sü­reç?
Bu iki par­ti, o kri­tik sa­at­ler­de, bi­lin­me­yen ad­res­ler­den açı­lan te­le­fon­la­rın fe­na hal­de te­si­rin­de ka­la­rak sis­tem kri­zi­nin gü­nah ke­çi­si ol­du­lar. Si­ya­set­te so­pa ka­dar ha­vuç da et­ki­li bir mo­ti­vas­yon ara­cı­dır ve ba­zı yer­ler­de dik dur­mak, eğil­me­mek la­zım­dır. Fa­kat bu iki par­ti­nin asıl ba­şa­rı­sız­lı­ğı, bir­leş­me­le­ri­ni ma­ni­dar kı­la­cak an­lam­lı bir cüm­le oluş­tu­ra­ma­mış ol­ma­la­rı­dır. “Ay­nı kit­le­ye hi­tap eden par­ti­le­riz” de­mek bir­leş­me­yi ka­çı­nıl­maz kıl­maz. Ni­te­kim o cüm­le­yi ku­ra­ma­dık­la­rı için ko­lay­ca bir­leş­me te­şeb­bü­sün­den vaz­ge­çe­bil­di­ler. O gün dik du­ra­bil­miş ol­sa­lar, mil­let nez­din­de bü­yük kre­di ka­za­na­cak­lar­dı; ama bir­leş­me­nin yi­ne de müm­kün ola­bi­le­ce­ği­ni zan­net­mi­yo­rum. Ke­za Tür­ki­ye’de komp­lo te­ori­si ya­pan­la­rın var­lı­ğı­nı ka­bul et­mek­le bir­lik­te bu ka­dar in­ce hü­ner­le­re da­ya­nan et­ki­li he­sap­lar ya­pa­bil­dik­le­ri­ni ve ba­şa­rı­lı ol­duk­la­rı­nı da zan­net­mi­yo­rum. Komp­lo te­ori­le­ri, ras­yo­na­li­te­nin, li­ne­er ak­lın ço­ğun­luk­ta ol­du­ğu ik­lim­ler­de ça­lı­şır. Biz kao­tik man­tık­la işi gö­tü­rü­yo­ruz. Komp­lo teo­ris­yen­le­ri kao­tik ak­lı ön­gö­re­mez­ler, kim­se ön­gö­re­mez.
 
Türk si­ya­se­ti ile ulus­la­ra­ra­sı sis­tem ara­sın­da­ki iliş­ki­yi na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Bu iliş­ki­le­rin özel­lik­le 27 Ni­san muh­tı­ra­sı bağ­la­mın­da Türk si­ya­se­ti­ne et­ki­si ne­dir?
Ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler pek an­la­dı­ğım bir alan de­ğil­dir; gör­dü­ğü­mü söy­le­mek­le ye­ti­ne­bi­li­rim. Tür­ki­ye AB yo­lun­dan ke­sin­lik­le in­hi­raf et­miş­tir ve ABD’ye mah­kum bir po­li­tik çiz­gi­ye iyi­ce yer­leş­miş­tir. Za­ten öte­den be­ri ken­dim­ce AB ile ABD’nin gü­nün bi­rin­de çı­kar ça­tış­ma­sı içi­ne gi­re­cek­le­ri­ni, AB’nin güç­lü bir as­ke­rî var­lı­ğa sa­hip ola­ma­dı­ğı ve ola­ma­ya­ca­ğı için bir dün­ya ak­tö­rü mev­kii­ne çı­ka­ma­ya­ca­ğı­nı tah­min eder­dim. Tah­min­le­rim şim­di­lik doğ­ru is­ti­ka­met­te sey­re­di­yor. Bir baş­ka tah­mi­nim, Tür­ki­ye’de dev­le­tin bü­rok­ra­tik ik­ti­da­rı­nı elin­de tu­tan­la­rın ni­hai tah­lil­de Ame­ri­kan çiz­gi­sin­den ay­rıl­ma­ya ce­sa­ret gös­te­re­me­ye­cek­le­ri şek­lin­de­dir. 27 Ni­san’la bir­lik­te gir­di­ği­miz si­ya­si kriz sü­re­cin­de Tür­ki­ye’nin ulus­la­ra­ra­sı si­ya­set­te çok da­ha güç­süz­leş­ti­ği­ni ve eli­nin za­yıf­la­dı­ğı­nı gö­rü­yo­rum. Bu za­fi­yet ha­li son tah­lil­de ABD’nin işi­ne ya­rar. Sov­yet-İran-Çin ek­sen­li bir po­li­tik mer­kez olu­şur­sa Tür­ki­ye ter­ci­hi­ni ABD’den ya­na kul­la­nır. Si­ya­si ge­ne­ti­ği­miz be­ni böy­le bir tah­mi­ne iti­yor.
 
Ku­zey Irak’a ope­ras­yon me­se­le­si Tür­ki­ye gün­de­mi­ni yak­la­şan se­çim­ler­den da­ha faz­la be­lir­li­yor. Bu ope­ras­yon fik­ri na­sıl or­ta­ya çık­tı? Da­ha ön­ce de­fa­lar­ca ope­ras­yon ya­pıl­dı­ğı ve bu­nun der­de de­va ola­ma­dı­ğı­nı dü­şü­nür­sek bu ih­ti­ma­lin ras­yo­nel bir yö­nü var mı? Eğer yok­sa Ku­zey Irak’a mü­da­ha­le fik­ri­nin sü­rek­li gün­dem­de tu­tu­la­rak halk nez­din­de po­pü­ler ha­le ge­ti­ril­me­si­nin ama­cı ne?
Son de­re­ce ya­lın bir ger­çek var; Tür­ki­ye için Ku­zey Irak’ta si­ya­si ve as­ke­rî bir he­def şu gün iti­ba­riy­le mev­cut bu­lun­mu­yor. Böy­le bir he­de­fin yok­lu­ğu, Tür­ki­ye’nin ya­rın sa­bah Ku­zey Irak’a, hat­ta Irak’ın or­ta­la­rı­na doğ­ru gir­me­ye­ce­ği an­la­mı­na gel­mez. Sa­vaş­lar esa­sen man­tık­sız oyun­lar­dır; sa­vaş­la­rın man­tı­ğı­nı ka­mu­oyu­nu in­şa eden­ler son­ra­dan ta­sar­lar ve in­san­la­rı inan­dı­rır­lar.
 
Çok te­şek­kür ede­riz.

Paylaş Tavsiye Et