SON yıllarda uluslararası siyaseti belirleyen en temel kavramlardan biri, İslamofobi. İslam’dan ve Müslümanlardan içgüdüsel olarak korkma anlamına gelen bu kavram, özellikle 11 Eylül’den sonra giderek yaygınlaştı. Danimarka’da başlayan karikatür krizinden CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın Hac ibadetine ve Peygamber Efendimizin şahsına yönelik sözlerine kadar İslamofobinin izlerini sürmek mümkün. Peki, psikiyatrik bir terim olan fobi ve dünya üzerinde 1,5 milyarın üzerinde takipçisi olan İslamiyet ile oluşturulmuş böylesi bir terkip ne anlama geliyor?
İslam Bir Fobiye Kaynaklık Edebilir mi?
Fobi terimine açıklık getirmek bu soruya verilecek cevabın önemli bir bileşenini oluşturuyor. Fobi terimi Latince Phobos kökünden geliyor. Phobos, Yunan mitolojisine göre, savaş tanrısı Ares’in yanından ayrılmayan dehşet tanrısı. Aynı zamanda insana gelen korkuyu da sembolize eden Phobos, modern psikiyatride fobi kavramına kaynaklık ediyor. Fobi, bireyin herhangi bir durum yahut nesne karşısında gündelik yaşantısını etkileyecek kadar yüksek bir kaygı veya korku duyması anlamına geliyor. Onlarca çeşidi olan fobilerin kimi somut varlıklar yahut objeler karşısında ortaya çıkarken, kimileri de genel bir korku ve güvensizlik hissi ile beliriyor ve somut hiçbir varlığa yönlendirilemiyor.
Bireylere gerçekten de zarar verme potansiyeli olan durumlar yahut nesneler karşısında belli bir düzeyde endişe duyulması normal kabul ediliyor. Fobi ile korku arasındaki sınır, esasen yaşamsal bir güdü olan korkunun, kişiye zarar verecek ölçüde büyümesi ve kontrolden çıkması ile çiziliyor. Öyle ki birey, adeta kendisi dışında bir mekanizmanın sevk ve idaresine giriyor. Bu tasvir, fobileri haklılık yahut haksızlık değerlendirmesine tabi tutmanın, fobiden muzdarip kişinin bu eksendeki eylemlerini sorgulamanın mümkün olmadığına işaret ediyor.
İslamofobi kavramı tam da bu anlam alanı içerisinde kendisine yer buluyor ve kendisinden muzdarip olanlara irade ile başa çıkılamayacak bir korku alanı vaat ediyor. Bu korku alanı, imajlar, önyargılar ve stereotiplerden oluşan zengin bir muhteva tarafından besleniyor.
İslamofobinin Kaynakları
İslam dünyası ile Batı arasında, ortak tarihlerinin başlangıcından bu yana hep bir çekişme olageldi. Kendilerini birbirleri karşısında konumlayan bu iki siyasal oluşum, bir taraftan savaş meydanlarında mücadele ederken, diğer taraftan sosyal ve kültürel olarak da birbirlerini anlamlandırmaya çalıştı. Bu anlamlandırma çabasına ise çoğu zaman eksik yahut yanlış bilgilenme ve bunlara eşlik eden imajlar yön verdi. Böylece yüzyıllar boyunca Doğu’dan görünen Batı, pis, cehaletle dolu bir küfür diyarıyken; Batı’dan görünen Doğu, barbar ve korkunç kâfirlerin yaşadığı esrarengiz bir diyar oldu. Ortaçağ’da Avrupa’da yaşayan insanların, ağlayan çocuklarını susturmak istediklerinde “Sus, yoksa Türkler gelir” demeleri bu esrarengiz güç karşısında duydukları korkunun en billurlaşmış haliydi.
Ne var ki, yüzyıllar içerisinde değişen güç dengeleri ve gelişen iletişim imkanlarına rağmen özellikle Batı’nın, Müslüman Doğu’ya yönelik önyargılarla dolu yaklaşımında çok büyük bir farklılık oluşmadı. Aksine oryantalist söylemin beslediği ve daha da büyüttüğü yeni türde bir önyargılar şeması, Batılı insanın zihnini işgal etmeye başladı. Bunun en önemli sebebi, bu önyargıların siyasal bir ihtiyaca cevap veriyor olmasıydı. Zira İslam toprakları, işgal edilecek ve sömürülecek topraklar olarak görülüyordu. Bu sömürüyü meşrulaştırmaya yönelik felsefi çabaya katkı sağlayan önyargılar ve onları yansıtan kavramlar gündelik dile kadar sirayet ediyordu.
Gelin görün ki, Batı’nın İslamiyet’i anlamlandırmak için icat ettiği onca kavram içerisinde, Batı’yı belki de en görünmez kılan İslamofobi kavramı oldu. Batılı insanın Müslümanlara ve İslamiyet’e dönük olumsuz algısının faturasını bütünüyle Müslümanlara çıkaran bir kavramsallaştırmaydı İslamofobi. Batılılar korkuyorlardı, bu korkuyu Müslümanlar yaratmışlardı ve yarattıkları dehşetin bir bedeli vardı. Özellikle 11 Eylül’den sonra oluşan Müslüman ve İslamiyet karşıtı atmosferde hızla dolaşıma sokulan “İslamofobi”, Batı ile İslam dünyası arasındaki cari ilişkide en sık başvurulan kavramlardan biri olarak karşımıza çıktı. Öyle ki Müslümanlar bile kavramın bu yönü üzerinde düşünmez ve bu kavramı kullanmaktan imtina etmez duruma geldiler.
Oysa basit örneklerle söz konusu kavramsallaştırmanın sakıncalarını ortaya koymak mümkün. Bir düşünelim, Yahudi karşıtlığı anlamına gelen antisemitizm yerine Yahudi korkusu anlamına gelen bir terkip kullanılmıyor. Oysa Müslüman yahut İslam karşıtlığı, İslamofobi ile karşılanıyor. Bunun nedeni, Yahudi karşıtlığını ifade eden terkibin başına aldığı “anti” yani “karşıt” ifadesi ile muhatabının bilinçli bir tercih yapmış olduğunu, bilerek ve isteyerek Yahudiliğin ve Yahudilerin karşısında olmayı seçtiğini ihsas ettirmesi olabilir. Bu da tercih sahibinin bu tercihten doğan eylemlerinden sorumlu olduğu sonucuna bizi götürür. Öte yandan, İslam karşıtlığını ifade eden terkibin sonuna eklenen “fobi” yani “içgüdüsel korku” kelimesi, muhatabının bilinçli bir tercih yapmadığını, tamamen içgüdüsel olarak İslam’ın ve Müslümanların karşısında yer aldığını ifade eder. Bu da İslamofobik kişinin, fobi kaynaklı eylemlerinden sorumlu olamayacağı gibi, İslamiyet ve Müslümanlar tarafından mağdur edildiği şeklinde bir mantıksal sonucu da beraberinde getirir.
Öyleyse…
İslamofobi ile mücadele etmek için dünyanın dört bir yanında Müslümanların seferber oldukları ve dikkate şayan çalışmaların yapıldığı bir gerçek. Bu çabalar içerisinde Birleşmiş Milletler’den sonra en etkili ikinci uluslararası kuruluş olarak kabul edilen İslam Konferansı Teşkilatı’nın çabaları ise ayrı bir yere ve öneme sahip. Fakat şurası bir gerçek ki, kavramlarla düşünüp kavramlarla konuşuyoruz. Düşünce üretebilen, düşüncesini dile yansıtabilen, kavramlara hâkim oluyor. Kavramlara hâkim olanlar ise siyasal süreçlerin işleyişini belirliyorlar ve dünyanın gidişatı üzerine söz söyleme hakkını elde ediyorlar.
O halde, öncelikli olarak yapılması gereken, “İslamofobi”yle kavramsal düzeyde hesaplaşmak olmalıdır. İslamiyet’in bir fobiye kaynaklık edemeyeceğinin altını ısrarla çizdiğimizde, kavramın kendisine itiraz etmek ve zihinlerdeki olumsuz imajları yıkmak, daha gerçekçi bir hedef olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et