Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2008) > Söyleşiyorum > Avni ÖZGÜREL: “Cumhurbaşkanlığı pazarlığı büyük sermaye ile yapılıyor”
Söyleşiyorum
Avni ÖZGÜREL: “Cumhurbaşkanlığı pazarlığı büyük sermaye ile yapılıyor”
Konuşanlar: M. Akif KAYAPINAR, Hilal TURAN
1948 senesinde Ankara’da doğan Avni Özgürel, gazetecilik mesleğine 1969’da başladı; İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ekonomi-Maliye Bölümü’nü bitirdi. Bu süreçte Milliyet, Akşam, Dünya, Yeni İstanbul, Ayrıntılı Haber gazetelerinde ve Yankı dergisinde mesleğini sürdüren Özgürel, daha sonra İstanbul’da Gelişim Yayınları’nda editörlük, Sabah gazetesinde yan yayınlar yöneticiliği ve son olarak Radikal gazetesinde özel haber müdürlüğü yaptı. Gazetecilik mesleği yanında Türk ve yabancı televizyon kanalları için çok sayıda belgesel filmin metin yazarlığını yapan, televizyon dramalarına senarist/yapımcı olarak imza atan Özgürel’in yapımcılığını üstlendiği ve 12 Eylül darbesinde Amerika’nın rolünü anlattığı Zincirbozan filmi de 13 Nisan’da vizyona giriyor. Halen Radikal gazetesinde köşe yazarlığını sürdüren usta gazeteci Avni Özgürel’le cumhurbaşkanlığı seçiminden, andıça kadar uzanan güncel siyasi meselelerin yanı sıra derin devlet, PKK terörü gibi Türkiye’nin derin problemleri hakkında verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Milliyetçi cenaha yakın olduğunu belirten Özgürel, temel olarak ülkenin tüm kesimlerine yayılmış bir cehaletten şikayetçi ve Türkiye’nin gerçek anlamda demokrasiye ulaşabilmesi için evhamlarından kurtulması gerektiğinin altını çiziyor. Buyurunuz.
 
Ön­ce­lik­le cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­miy­le baş­la­ya­lım is­ter­se­niz. Siz­ce Tür­ki­ye’de cum­hur­baş­kan­lı­ğı ma­ka­mı ne­yi tem­sil edi­yor? Bu se­çim ni­çin bu ka­dar önem­li ve ne­den bu ka­dar çok gü­rül­tü ko­pa­rı­yor?
Cum­hur­baş­kan­lı­ğı, ana­ya­sa­mız­da­ki ifa­de­siy­le Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti’nin şah­sın­da Türk mil­le­ti­nin bir­li­ği­ni tem­sil eder. Bu ba­kım­dan sem­bo­lik bir öne­mi var­dır bu ma­ka­mın. An­cak 1980’den son­ra cum­hur­baş­kan­lı­ğı sa­de­ce sem­bo­lik bir ma­kam ol­mak­tan çık­tı. Zi­ra 1982 Ana­ya­sa­sı, cum­hur­baş­ka­nı­na son de­re­ce ge­niş bir yet­ki ala­nı aç­tı. Cum­hur­baş­kan­la­rı ar­tık bü­tün yar­gı ve üni­ver­si­te sis­te­mi­ni be­lir­ler, ve­to yet­ki­si­ni sa­de­ce ka­nun­lar de­ğil ka­rar­na­me­ler üze­rin­de de kul­la­nır ol­du. Hal böy­le olun­ca Çan­ka­ya, si­ya­si par­ti li­der­le­ri için de çok ca­zip ha­le gel­di; dev­le­ti Baş­ba­kan’la or­tak­la­şa yö­net­me mev­kii ola­rak gö­rül­me­ye baş­lan­dı. Ni­te­kim Özal’ın, ana­ya­sa­ya uy­gun ola­rak Çan­ka­ya’dan inip Ba­kan­lar Ku­ru­lu’na baş­kan­lık et­ti­ği­ni de gör­dük. Bü­tün bu ge­niş yet­ki­ler, ön­ce Özal’ı, ar­dın­dan da De­mi­rel’i Çan­ka­ya’ya çık­ma nok­ta­sı­na ge­tir­di. Bu ba­kım­dan 6 yıl­lık par­ti ge­nel baş­kan­lı­ğı ve 5 yıl­lık bir AK Par­ti ik­ti­da­rı­nın ar­dın­dan Çan­ka­ya’nın Sa­yın Er­do­ğan için de ca­zip ol­ma­sı­nı ga­yet do­ğal kar­şı­lı­yo­rum.
 
1982 Ana­ya­sa­sı ile bir­lik­te cum­hur­baş­kan­lı­ğı, ic­ra yet­ki­le­ri açı­sın­dan ne­re­dey­se baş­ba­kan­lı­ğa eşit ha­le gel­di. Tay­yip Er­do­ğan’ın baş­ba­kan ol­ma­sı prob­lem teş­kil et­me­di. Pe­ki, cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sı ne­den bu ka­dar tar­tı­şı­lı­yor?
Cum­hur­baş­ka­nı, TSK’nın üst ka­de­me­si­ni ya­ni ter­fi ede­cek, emek­li­ye ay­rı­la­cak ko­mu­tan­la­rı da be­lir­ler. Ay­nı za­man­da MGK’nın baş­ka­nı, ya­ni gün­de­mi be­lir­le­yen ve top­lan­tı bil­di­ri­si­ni tan­zim edip ya­yım­la­yan ki­şi­dir. Esas ola­rak Tay­yip Bey’e iti­ra­zın ne­de­ni de bu tab­lo ola­bi­lir. Şim­di bu du­ru­ma TSK açı­sın­dan ba­kıp bir de­ğer­len­dir­me ya­pa­lım. Ta­rih­te Türk di­ye bil­di­ği­miz mil­let, or­du­dur esas ola­rak. Bu or­du­ya va­tan la­zım ol­muş, ve­ril­miş; dev­let la­zım ol­muş, ku­rul­muş. Şim­di biz di­yo­ruz ki “Si­vil­le­şe­lim”, o da di­yor ki “Ne­re­den çık­tı bu?”. Ka­ri­ka­tü­ri­ze edi­yo­rum ama işin öze­ti bu­dur.
Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti Dev­le­ti, Os­man­lı’dan bu­gü­ne ka­dar dev­le­tin zir­ve­sin­de otu­ran in­sa­na gö­re di­zayn edil­di. An­cak Tay­yip Er­do­ğan bir dö­ne­min sis­tem mu­arı­zı isim­le­rin­den bi­ri­si. Sis­tem­le pa­zar­lık et­miş, uz­laş­mış; bir ara yol bul­muş ama ni­ha­ye­tin­de iti­raz ge­le­ne­ği­ne men­sup. Bu­nun ge­rek as­ker-si­vil bü­rok­ra­si­de ge­rek­se ana­ya­sal or­gan­lar di­ye ifa­de edi­len ku­rum­lar­da te­dir­gin­lik ve te­red­düt do­ğur­ma­sı­nı nor­mal kar­şı­la­mak la­zım. Vel­ha­sıl Tay­yip Er­do­ğan’ın cum­hur­baş­kan­lı­ğı ko­nu­sun­da bir te­red­dü­dün açı­ğa çık­ma­sı­nı ben çok da ya­dır­ga­mı­yo­rum.
 
Özal’ın cum­hur­baş­kan­lı­ğın­da da ben­zer bir te­red­düt ya­şan­dı mı?
Ha­yır, iki du­rum bir­bi­rin­den çok fark­lı. Özal ge­rek ai­le ha­ya­tıy­la ge­rek­se de ver­di­ği me­saj­lar­la or­du üze­rin­de hiç­bir te­red­düt uyan­dır­ma­dı. Özal’la il­gi­li tar­tış­ma Par­la­men­to’da­dır, ya­ni si­ya­si­dir. De­mi­rel’in hır­çın mu­ha­le­fet tav­rı­nın ifa­de­si­dir. Özal da geç­miş­te MSP’den aday­dı; ama ne baş­ba­kan müs­te­şar­lı­ğı ne baş­ba­kan­lı­ğı ne de cum­hur­baş­kan­lı­ğı sü­re­sin­ce bu­nu ha­tır­la­tan bir ta­vır içe­ri­sin­de ol­du.
Şu­nu be­lirt­me­miz ge­re­ki­yor: Biz­de 1960’a ka­dar “Ha­ki­mi­yet ka­yıt­sız şart­sız mil­le­tin” idi. İh­ti­lal son­ra­sı 1961 Ana­ya­sa­sı ile “Mil­let bu ha­ki­mi­ye­ti­ni ana­ya­sa­da be­lir­til­miş yet­ki­li or­gan­la­rı eliy­le kul­la­nır” ol­du. Ya­ni den­ge­yi sağ­la­mak adı­na TBMM’nin ya­nı­na baş­ka or­gan­lar da yer­leş­ti. Do­la­yı­sıy­la ha­ki­mi­yet mil­le­tin ol­mak­tan çık­tı. Çok par­ti­li sis­te­me ge­çil­se de de­mok­ra­si­nin in­şa­sı bir tür­lü müm­kün ola­ma­dı. De­mok­ra­si tak­lit­le baş­lar, tak­lit za­man­la alış­kan­lı­ğa dö­nü­şür, alış­kan­lık da gi­de­rek huy olur. Biz de­mok­ra­si­de da­ha alış­kan­lık aşa­ma­sı­na gel­miş de­ği­liz. Do­la­yı­sıy­la Tür­ki­ye’de mil­le­tin ne yön­de oy kul­lan­dı­ğı­nın ki­mi­le­ri­nin nez­din­de çok da faz­la iti­ba­rı yok hâ­lâ. An­cak ben Çan­ka­ya’ya çık­tı­ğı va­kit Er­do­ğan’ın, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’nin en la­ik cum­hur­baş­kan­la­rın­dan bi­ri­si ola­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum; o yüz­den de en­di­şe­le­ri an­la­mak­la bir­lik­te yer­siz bu­lu­yo­rum.
 
Bir ya­zı­nız­da önü­müz­de­ki cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­mi için asıl pa­zar­lı­ğın mu­ha­le­fet par­ti­siy­le ya da or­duy­la de­ğil, ser­ma­yey­le ya­pıl­dı­ğı­nı söy­lü­yor­du­nuz. Bu­nun­la ne­yi kas­te­di­yor­su­nuz?
Geç­ti­ği­miz gün­ler­de en mil­li­yet­çi par­ti­nin AK Par­ti, en mil­li­yet­çi li­de­rin de Er­do­ğan ol­du­ğu so­nu­cu­nu ilan eden ko­mik bir an­ket ya­yım­lan­dı bi­li­yor­su­nuz. Ay­nı şe­yi muh­te­me­len ge­nel se­çim­ler ön­ce­sin­de de gö­re­ce­ğiz. Bu­ra­da bü­yük ser­ma­ye­nin “Aman is­tik­ra­rı boz­ma­ya­lım, AK Par­ti’yi par­ça­la­ma­ya­lım” ça­ba­sı var. Tür­ki­ye’de bü­yük ser­ma­ye dün­yay­la öy­le­si­ne öz­deş­leş­ti ki, Ame­ri­kan eko­no­mi­sin­de %1’lik bir oy­na­ma Tür­ki­ye’de %2,7’lik bir sar­sın­tı­yı ve bor­sa­da 16 mil­yar do­lar­lık de­ğer kay­bı­nı do­ğu­ru­yor. Ya­ni adam hap­şır­dı­ğı va­kit siz ya­ta­ğa dü­şü­yor­su­nuz, bu ka­dar dı­şa­rı­ya en­deks­li­si­niz.
Şim­di ba­kın Tür­ki­ye’de 70 mil­yar do­lar­lık bir ya­ban­cı kay­nak­lı sı­cak pa­ra var. Bu pa­ra­la­rın ya­rı­sın­dan faz­la­sı his­se se­net­le­ri­ne yö­nel­miş du­rum­da ve ya­ban­cı­la­rın pa­yı bor­sa­nın %69’unu teş­kil edi­yor. Bu, 24 sa­at için­de Tür­ki­ye’den çı­ka­bi­lir bir pa­ra­dır. Tür­ki­ye bor­sa­sı­nın ge­ri ka­lan ta­sar­ru­fu­nun %5’i hal­kın­dır, onun dı­şın­da ka­lan ise 256 ki­şi­ye ait­tir. Do­la­yı­sıy­la bu­ra­da bir oyun oy­na­nı­yor. Me­se­la Tür­ki­ye’de ana­ya­sa­yı fır­lat­tı­lar, kriz ol­du. O za­man ka­sa­mız­da 28 mil­yar do­lar ol­du­ğu söy­le­ni­li­yor­du. O an­da Tür­ki­ye’den çı­kan pa­ra ise 4 mil­yar do­lar. 28 mil­yar do­la­rı­nız var idiy­se 4 mil­yar do­la­rın çık­ma­sı kri­ze ne­den ol­ma­ma­lıy­dı. Var ol­du­ğu söy­le­nen bu 28 mil­yar do­lar pa­ra ger­çek­ten ol­say­dı Tür­ki­ye bir an­da di­be vur­maz­dı. Ya­ni o pa­ra var; ama re­hin­de bir pa­ra ve İs­viç­re’de. Kul­la­nı­la­bi­lir re­zerv­le­ri­mi­zin ne ka­dar ol­du­ğu­na ge­lin­ce MB Baş­ka­nı ge­çen ay bu­nun son de­re­ce sı­nır­lı bir pa­ra ol­du­ğu­nu açık­la­dı za­ten. Ge­çen Ma­yıs-Ha­zi­ran dö­ne­min­de­ki dal­ga­lan­ma­da Tür­ki­ye’den çı­kan pa­ra nis­pe­ten dü­şük bir mik­tar­dı. Bu­na rağ­men, bu çı­kış bi­zi bir an­da sal­la­dı. Şim­di böy­le bir ül­ke Irak’a gi­de­bi­lir mi? Ame­ri­ka’nın ya da ulus­la­ra­ra­sı ser­ma­ye­nin is­te­me­di­ği her­han­gi bir şe­yi ya­pa­bi­lir mi? Tür­ki­ye’nin esas prob­le­mi de bu­ra­dan kay­nak­la­nı­yor. Du­ru­mu tab­lo­lar­la iyi gi­bi su­na­bi­lir­si­niz, iş­te mil­li ge­lir arit­me­tik ola­rak yük­se­li­yor der­si­niz. Be­nim esas ola­rak AK Par­ti’de ya­dır­ga­dı­ğım şey de bu za­ten. Dün­ya­ya, Tür­ki­ye’ye da­ha çok na­kit pen­ce­re­sin­den ba­kan bir AK Par­ti var. Evet, ben bir­çok açı­dan eleş­ti­ri­yor­dum Re­fah Par­ti­si’ni; ama yer­li bir du­ruş­la­rı var­dı. Çok ace­mi ve dün­ya­yı kav­ra­mak­tan uzak bir du­ruş­tu ama yer­liy­di. AK Par­ti ise faz­la­ca ulus­la­ra­ra­sı bir du­ruş yan­sıt­ma­ya baş­la­dı. Baş­ba­kan’ın iki la­fın­dan bi­ri “Pi­ya­sa­lar et­ki­len­me­sin.” Her ko­nuş­ma­sın­da pi­ya­sa­lar, enf­las­yon ve dö­viz oran­la­rı var; ama in­san un­su­ru yok ar­tık. Be­nim ken­di­si­ne iti­ra­zım da za­ten bun­dan­dır. Yok­sa cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sı ha­lin­de Tür­ki­ye’de bir şey de­ği­şe­ce­ği­ni dü­şün­mü­yo­rum. Çok uyum­lu ola­ca­ğın­dan en kü­çük şüp­hem bi­le yok. Bu yüz­den önü­müz­de­ki dö­ne­min sa­nı­la­nın ak­si­ne pek de ge­ri­lim­li ge­çe­ce­ği­ni dü­şün­mü­yo­rum.
 
An­cak med­ya ve ka­mu­oyun­da bu yön­de bir bek­len­ti var­dı. Tay­yip Er­do­ğan’ın Çan­ka­ya Köş­kü’ne git­me­si­ni en­gel­le­ye­cek­ler ve do­la­yı­sıy­la or­ta­lık ka­rı­şa­cak di­ye dü­şü­nü­lü­yor­du. Ama ufak te­fek ba­zı olay­la­rı say­maz­sak ol­duk­ça sa­kin bir dö­nem ya­şı­yo­ruz. Bu­nu na­sıl açık­la­ya­bi­li­riz?
Bu­nun işa­re­ti­ni Tür­ki­ye’nin bü­yük ser­ma­ye­sin­den al­mak ge­re­ki­yor. TOBB Baş­ka­nı Ri­fat Hi­sar­cık­lı­oğ­lu uzun­ca bir za­man­dır TÜ­Sİ­AD’a “Tav­rı­nı­zı açık­la­yın” di­yor. Ya­ni ken­di­si bir ka­rar ve­rip ha­re­ket ala­nı­nı da­ralt­mak is­te­mi­yor. “Siz tav­rı­nı­zı açık­la­yın, biz de des­tek­le­ye­lim ve­ya ona gö­re bir ta­vır ala­lım” de­me­ye ge­ti­ri­yor­lar. TÜ­Sİ­AD’ın tav­rı ise za­ten or­ta­da. “Biz Tür­ki­ye’de is­tik­ra­rın bo­zul­ma­sı­nı is­te­mi­yo­ruz” di­yor­lar. Bu­nun ter­cü­me­si şu­dur: “Biz Tay­yip Bey’in cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sı­nı is­ti­yo­ruz.” Şim­di ta­bii şöy­le bir şey var; Tür­ki­ye’nin iş adam­la­rı, ga­ze­te­ci­le­ri ve ay­dın­la­rı ay­nı kül­tür at­mos­fe­ri­ni so­lu­du­ğu, ay­nı meş­rep­ten ol­du­ğu, ay­nı es­pri­le­re gü­le­bil­di­ği bir si­ya­set­çi ki­şi­li­ği ile ça­lış­ma­ya alış­tı. Bü­yük ser­ma­ye ve ba­sın hep bu ay­nı­lı­ğa gö­re ah­bap­lık­lar kur­du. Son­ra bir­den­bi­re Tür­ki­ye’ye ayak­ka­bı­la­rı­nı ka­pı­da çı­ka­ran, alın­la­rı sec­de­de ama pa­ra me­se­le­le­ri­ne düş­kün bir kad­ro gel­di. Bu kad­ro bü­yük ser­ma­ye ile ay­ni­leş­mi­yor, me­se­la otu­rup bir­lik­te iç­ki iç­mi­yor­lar. Ken­di­le­ri­ne ait ay­rı bir ce­maa­ti, bir öze­li var. Bu bir te­dir­gin­lik oluş­tu­ru­yor; fa­kat Tür­ki­ye’de bü­yük ser­ma­ye bu te­dir­gin­li­ği içi­ne sin­dir­di. Ya­ni “De­dik­le­ri­mi­zi yap­tı­ğı sü­re­ce prob­lem yok” di­ye dü­şü­nü­yor­lar.
 
O hal­de siz bü­yük ser­ma­ye­nin Tay­yip Er­do­ğan’ın cum­hur­baş­kan­lı­ğı­nı des­tek­le­di­ği­ni, bu­na yö­ne­lik te­mel iti­raz­la­rın da or­du­dan gel­di­ği­ni söy­lü­yor­su­nuz.
İti­raz de­ğil. Ya­ni bi­ri­si­ne öy­le­si­ne bir bas­kı ya­par­sı­nız ki onun ora­ya ge­le­ce­ği­ni bi­lir­si­niz; ama gel­di­ği va­kit eli aya­ğı ser­best ol­maz. Geç­ti­ği­miz gün­ler­de Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı ile Baş­ba­kan’ımız ara­sın­da Ku­zey Irak ile il­gi­li bir tar­tış­ma ya­şan­dı. Baş­ba­kan, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı için “Ki­şi­sel gö­rüş­le­ri­ni söy­le­miş­tir” de­di. Son­ra­sın­da ise or­du, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı’nın ku­ru­mun gö­rü­şü­nü yan­sıt­tı­ğı­nı be­lir­ten bir açık­la­ma yap­tı. Hal­bu­ki bu za­ten ka­nun­da var. Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı’nın gö­rü­şü TSK’nın gö­rüş­le­ri­ni yan­sı­tır. O yüz­den Baş­ba­kan’ın söz­le­ri bil­gi­siz­lik­ten kay­nak­lan­mak­ta­dır. Di­ğer ta­ra­fa da şu­nu söy­le­mek ge­re­ki­yor: Dört gün ön­ce MGK var­dı; ma­dem bir iti­ra­zın var­dı, ora­da söy­le­ye­bi­lir­din. Tür­ki­ye’de her­kes ka­mu­oyu­na oy­nu­yor. Böy­le ile­ri ge­ri be­yan­la­rın ol­ma­sı ne­yi tat­min edi­yor bi­le­mi­yo­rum. TSK’nın alt ka­de­me­le­ri­ni se­rin­let­me­ye ma­tuf açık­la­ma­lar da ola­bi­lir bun­lar. Ama de­di­ğim gi­bi esas­ta Er­do­ğan’ın cum­hur­baş­kan­lı­ğı ile il­gi­li ola­rak cid­di bir prob­lem yok. Bü­tün olan bi­te­ni bir pa­zar­lık ola­rak al­gı­la­mak la­zım. Çün­kü söz ko­nu­su olan çok önem­li bir ma­kam. Tür­ki­ye’nin önün­de önem­li me­se­le­ler var. Ve bu­nun aşıl­ma­sı­nın bir­ta­kım pa­zar­lık­la­ra bağ­lı ol­ma­sın­dan da­ha do­ğal bir şey dü­şü­ne­mi­yo­rum.
 
Farz ede­lim ki Er­do­ğan cum­hur­baş­ka­nı ol­du ki söz­le­ri­niz­den böy­le bir ön­gö­rü­nü­zün ol­du­ğu­nu çı­ka­rı­yo­rum. Bu Türk si­ya­se­tin­de ne­le­ri de­ğiş­ti­rir, me­se­la AK Par­ti’nin ko­nu­mun­da bir de­ği­şik­lik olur mu?
Açık­ça­sı ben AK Par­ti’nin Ka­sım ayın­da ya­pı­la­cak ge­nel se­çim­ler­de de bi­rin­ci par­ti çı­ka­ca­ğı ka­na­atin­de­yim. Ay­rı­ca uy­gu­la­dı­ğı si­ya­se­te iliş­kin bir­çok en­di­şem ve iti­raz­la­rım ol­ma­sı­na rağ­men AK Par­ti’nin dı­şın­da­ki par­ti­le­re, me­se­la be­nim ken­di­me ya­kın his­set­ti­ğim MHP’ye ba­kı­yo­rum, el­le­rin­de bir pro­je yok. Ya­ni AK Par­ti AB’den bah­se­di­yor, siz “AB’ye ha­yır” di­yor­su­nuz. Ku­zey Irak’la il­gi­li bir şey ya­pa­lım di­yor, yi­ne “ha­yır” di­yor­su­nuz. Ha­yır, ama ne ya­pa­lım o za­man? Ne­ti­ce­yi ke­lam kim­se­nin elin­de bir pro­je ya da for­mül yok. Sa­de­ce iti­raz­lar ve slo­gan­lar var. Hal­bu­ki MHP ik­ti­dar­day­ken Dev­let Bah­çe­li, AB ile ala­ka­lı ola­rak “Bu bir dev­let pro­je­si­dir” de­miş­ti. Doğ­ru­dur da. Pe­ki, CHP açı­sın­dan fark­lı mı? Ha­yır, onun için de ay­nı. O hal­de bu te­piş­me­nin ne­de­ni ne? Ben bu çı­kış­la­rı sa­mi­mi bul­ma­dı­ğım ve Tür­ki­ye’nin bir kar­ga­şa­ya ta­ham­mü­lü ol­ma­dı­ğı­nı dü­şün­dü­ğüm için AK Par­ti ağır­lık­lı bir ya­pı­lan­ma­nın, hiç de­ğil­se bir yu­mu­şak ge­çi­şin de­vam et­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.
 
Tek­rar or­du­ya ge­ti­rir­sek sö­zü, geç­ti­ği­miz gün­ler­de ye­ni bir an­dıç bel­ge­si ya­yım­lan­dı bi­li­yor­su­nuz.
O tam bir ko­me­di. Tür­ki­ye’de ba­zı ga­ze­te­ci­ler için övünç kay­na­ğı ol­du.
 
Sa­kın­ca­lı lis­te­sin­de ol­mak mı ol­ma­mak mı övünç kay­na­ğı ol­du?
Ol­mak.
 
Siz is­ter miy­di­niz o lis­te­de ol­ma­yı?
Ha­yır efen­dim, böy­le bir şey is­te­mem. Ben or­du düş­ma­nı da or­du-pe­rest de de­ği­lim.
 
Ba­zı­la­rı bu an­dı­çın ba­sı­na sız­dı­rıl­ma­sı­nı or­du içe­ri­sin­de­ki bir mü­ca­de­le­nin yan­sı­ma­sı ola­rak gö­rü­yor. Siz na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Ha­yır efen­dim, ne mü­ca­de­le­si ola­cak? Ak­re­di­tas­yon dün­ya­nın her ta­ra­fın­da var. Ör­ne­ğin Ame­ri­ka’da ak­re­di­te ola­bil­me­niz için bir ta­ah­hüt bel­ge­si im­za­lar­sı­nız. Evi­ni­ze FBI ge­lip ara­ma ya­par, kim ol­du­ğu­nu­zu, ai­le­ni­zi in­ce­ler. Be­yaz Sa­ray’a ak­re­di­te ol­mak, her top­lan­tı­sı­na gi­re­cek­si­niz ma­na­sı­na da gel­mez. Her top­lan­tı­ya ça­ğı­rıl­ma­ya­bi­lir­si­niz; an­cak gel­di­ği­niz­de otu­ra­ca­ğı­nız yer­ler ve ki­min so­ru so­ra­ca­ğı bel­li­dir. Ya­ni dün­ya­nın her ta­ra­fın­da bu tür şey­ler olu­yor. Bir hol­ding bi­le le­hin­de ve aley­hin­de olan ga­ze­te­ci­le­ri be­lir­li­yor, kos­ko­ca or­du­nun be­lir­le­me­si­ni tu­haf kar­şı­la­ma­mak la­zım.
 
Ama söz ko­nu­su an­dıç­ta or­du­nun le­hin­de ya da aley­hin­de ol­mak­tan zi­ya­de as­ke­rin si­ya­se­te mü­da­ha­le­si­ni des­tek­le­me­ye ya da kar­şı ol­ma­ya da­ya­lı bir ay­rım var.
Or­du­da da ha­ta var ta­bi­i. Ge­çen­ler­de De­niz Kuv­vet­le­ri Ko­mu­ta­nı, Harp Oku­lu açı­lı­şın­da bir ko­nuş­ma yap­tı. Ko­nuş­ma­sın­da teh­li­ke­li ola­rak ni­te­le­di­ği yer­le­rin hiç­bi­ri­si or­ta­da yok as­lın­da. Alt­ta­ki iki teğ­men ki­min ki­ta­bın­dan oku­duy­sa ora­dan alın­tı­la­mış an­la­şı­lan “Bu­ra­lar teh­li­ke­li­dir” di­ye. Tu­haf ve abar­tı­lı du­rum­lar bun­lar. Es­ki­den or­du ko­mu­tan­la­rı­mız çok okur­lar­dı. Şim­di faz­la oku­ma­dık­la­rı için iş­te Ker­kük’e mü­da­ha­le­den bah­se­de­bi­li­yor­lar. Ker­kük’ün Tür­ki­ye’ye uzak­lı­ğı 400 km. “Ne­re­ye gi­di­yor­sun?” der­ler ada­ma. Me­se­la bi­ri “Ha­kim­le­ri ik­na et­mek için ev­le­ri­nin ya­nın­da bom­ba pat­lat­tık” di­ye ha­tı­ra­la­rı­nı ya­zı­yor. Yap­tıy­san za­ten ayıp, en azın­dan yaz­ma; bu­nu bi­le akıl ede­mi­yor. Şim­di ben sırf bir dö­nem sır­tın­da üni­for­ma ta­şı­mış di­ye bu­nu ör­te­bi­lir mi­yim? Ce­ha­let bu­la­şı­cı bir şey­dir. Bir ül­ke­de ce­ha­let var­sa, bü­tün ke­sim­le­ri­ne ya­yı­lır. Şim­di her ko­nu­da sık sık açık­la­ma ya­pan bir or­du­muz var. Se­ne­ler­dir Eş­ref Bit­lis’in ölü­mü­nün bir ka­za ol­ma­dı­ğı­na da­ir ya­yın­lar ya­pı­lı­yor de­ğil mi? Hal­bu­ki or­du araş­tır­dı ve bu­nun bir ka­za ol­du­ğu­nu söy­le­di. Pe­ki bu ya­yın­la­ra kar­şı ni­ye bir açık­la­ma yap­mı­yor? “Ne­re­den çı­ka­rı­yor­su­nuz, o bir ka­zay­dı” ni­ye de­mi­yor? Çün­kü ger­çe­ğin ne ol­du­ğu­nu bi­li­yor.
 
Siz ya­zı­la­rı­nız­da “de­rin dev­let” kav­ra­mı­nın ya­nı sı­ra bir de “dev­le­tin çe­kir­de­ği” ta­bi­ri­ni kul­la­nı­yor­su­nuz. De­rin dev­let­ten fark­lı bir şey mi bu? Ve­ya de­rin dev­let var mı siz­ce?
Bel­li bir dö­nem­de ba­kan­lık yap­mış olan bir ar­ka­da­şı­ma “Sen ar­tık dev­le­tin te­pe­sin­de­sin, bi­lir­sin. De­rin dev­let di­ye bir şey var mı?” di­ye sor­dum. “Val­la abi” de­di, “yu­kar­da bir şey yok, in­şal­lah de­rin­de var­dır.”
 
Ama De­mi­rel de me­se­la cum­hur­baş­kan­lı­ğı yap­tı ve tam ak­si­ni söy­lü­yor. O ba­ka­nın bi­raz üs­tün­de var­dır bel­ki.
Esa­sın­da biz dev­le­te, de­rin dev­let di­yo­ruz gi­bi ge­li­yor ba­na. Dün­ya­nın her ta­ra­fın­da dev­let­le­rin or­du­la­rı, is­tih­ba­rat ör­güt­le­ri var­dır ve bun­lar muh­te­lif va­gon­la­rı olan tren­ler gi­bi­dir. Bu va­gon­lar fark­lı eği­lim­le­ri yan­sı­tır, ay­rı­ca her va­go­nun için­de fark­lı kom­par­tı­man­lar da var­dır. Me­se­la Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin de­ği­şi­min­de is­tih­ba­rat ör­güt­le­ri çok et­ki­li ol­muş­tur. Sov­yet­ler’in da­ğı­tıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne ka­rar ve­ren KGB Baş­ka­nı An­dra­pov ol­ma­say­dı, Gor­ba­çov gi­bi bi­ri­si de çık­maz­dı. Tür­ki­ye’de ise özel­lik­le 1950’ler­de, ya­ni So­ğuk Sa­vaş’ın ar­tık tır­man­ma nok­ta­sı­na geç­ti­ği an­da biz­de bir dev­let de­for­mas­yo­nu ya­şan­dı.
 
NA­TO’yla ala­ka­lı bir de­for­mas­yon mu?
Ta­bi­i, Tür­ki­ye’nin NA­TO’ya gi­ri­şiy­le baş­la­dı ve ku­rum­lar için­de grup­laş­ma­lar­la son­ra­sın­da da de­vam et­ti. Tür­ki­ye’nin­ki da­ha ala­tur­ka bir de­for­mas­yon ta­bi­i. 27 Ma­yıs İh­ti­la­li ol­du­ğu za­man, ih­ti­la­lin plan­la­yı­cı­la­rın­dan Ta­lat Ay­de­mir gö­rev do­la­yı­sıy­la Ko­re’dey­miş, dar­be gü­nü­ne ye­ti­şe­me­miş. İh­ti­lal­den son­ra gel­di­ğin­de de Mil­li Bir­lik Ko­mi­te­si’nin oda­sı­na sok­ma­mış­lar onu. O da “ben ken­di ih­ti­la­li­mi ya­pa­rım” de­miş. Evin­de dü­zen­le­di­ği ba­sın top­lan­tı­la­rın­da ga­ze­te­ci­le­re dar­be­yi na­sıl ya­pa­ca­ğı­nı an­la­tır­dı. Ga­ze­te­ci­ler “dar­be­yi, taş­ra dön­me­den yap­sa­nız, ha­be­ri gi­re­mi­yo­ruz da” di­ye ri­ca eder­ler­di. Şim­di gü­lü­yor­su­nuz ama o za­man­lar cid­diy­di bu iş­ler. “İh­ti­lal ol­du” de­nil­di. Tür­ki­ye’nin önem­li ga­ze­te­le­ri “Kah­ra­man Al­bay” di­ye Ta­lat Ay­de­mir’in res­mi­ni bas­tı­lar. Fa­kat rad­yo İs­met Pa­şa’nın eli­ne ge­çin­ce bü­tün ga­ze­te­ler top­la­nıp im­ha edil­di. Ya­ni ga­rip iş­le­ri var Tür­ki­ye’nin. Me­se­la Tür­ki­ye’nin en sağ­lam fa­şist­le­ri 68 sol­cu­la­rı­dır, as­ker­le bir­lik­te na­sıl dar­be ya­pa­cak­la­rı­nın plan­la­rı­nı yap­mış­lar­dı. Ba­şa­rı­sız olun­ca da “fa­şist or­du” de­di­ler. O dö­nem­ler­de 71 ih­ti­la­li­nin he­men aka­bin­de ku­ru­lan ka­bi­ne­ye ba­kar­sa­nız, Tür­ki­ye’de­ki dı­şa­rı­dan ya­pı­lan res­to­ras­yo­nu an­lar­sı­nız. O za­man da Dün­ya Ban­ka­sı’ndan Atil­la Ka­ra­os­ma­noğ­lu gel­di, Ke­mal Der­viş kü­çük­tü o sı­ra­lar sa­nı­rım. Gel­di ama Tür­ki­ye’de va­zi­yet or­ta­da iş­te.
De­rin dev­let­le fi­lan ala­ka­sı yok bun­la­rın esa­sın­da. Dı­şa­rı­nın ta­li­ma­tı­nı anın­da ye­ri­ne ge­ti­ren bir dev­le­te de­rin de­me­nin im­ka­nı var mı? 12 Ey­lül’de ih­ti­lal ol­du, 18 Ey­lül’de Tür­ki­ye Yu­na­nis­tan’ın NA­TO’ya gi­ri­şin­de­ki ve­to­su­nu kal­dır­dı. De­rin dev­let de­dik­le­ri bu­dur ben­ce. 1970 son­ra­sı ya­şa­nan dev­let için­de­ki çe­te­leş­me­yi ise vü­cut­ta mey­da­na ge­len ur­la­ra ben­ze­te­bi­li­riz. Ama vü­cut­ta­dır di­ye onu or­gan say­mak ge­rek­mi­yor. Tür­ki­ye’nin bün­ye­sin­de de ur­lar, ge­rek em­ni­yet teş­ki­la­tın­da ge­rek or­du­da ge­rek­se MİT’te olu­şan bir­ta­kım çe­te­ler var. Bu­na ma­ni ol­mak da zor, bir de­fa çar­pık bir iliş­ki­ye baş­lar­sa­nız o öy­le­ce de­vam eder. Dev­let­le çe­te iliş­ki­si, sı­ra­dan in­sa­nın eli­ni ve­rip ko­lu­nu kap­tır­dı­ğı maf­yay­la iliş­ki­sin­den fark­sız­dır. Za­ten dik­kat edin baş­la­rı sı­kış­tık­la­rın­da he­men “bi­zim dev­le­te yap­tı­ğı­mız hiz­met­ler?” di­yor­lar.
 
Pe­ki, Şem­din­li ola­yı­nı da mı bu çe­te­leş­me­ler­le açık­lı­yor­su­nuz?
Ha­yır, öy­le de­ğer­len­dir­mi­yo­rum. Es­ki­den ül­kü­cü­le­re yap­tı­rır­lar­dı bu tür si­vil iş­le­ri. Şim­di Bah­çe­li o ta­kı­mı ge­ri çe­kin­ce ken­di­le­ri yap­ma­ya kalk­tı­lar. Ta­bii ace­mi ast­su­bay­lar bun­lar ve el­le­ri­ne yüz­le­ri­ne bu­laş­tır­dı­lar. Bu ka­dar ba­sit. Bi­ri­si o işi eli­ne yü­zü­ne bu­laş­tı­rın­ca arap­sa­çı­na dö­nü­yor or­ta­lık. Ay­nı fo­toğ­raf­tan Çıp­lak Si­lah tü­rü çok gü­zel bir ko­me­di de çı­ka­ra­bi­lir­si­niz; ama biz va­ha­met tab­lo­su çı­ka­rı­yo­ruz. Dü­şü­nün Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı ora­da ya­ka­la­nan ast­su­bay için “Ta­nı­rım, çok iyi ço­cuk­tur” di­yor. Bir or­ge­ne­ral bir baş­ça­vu­şu ne­re­den ta­nı­ya­bi­lir? Or­ge­ne­ral de­di­ğin kı­ta­ya git­mez ki, ta­nı­yor­san za­ten esas prob­lem ora­da. Sa­kil­lik her ta­raf­tan akı­yor bu ül­ke­de. Ba­sın­da da si­ya­set­te de as­ker­de de po­lis­te de bu böy­le. Me­se­la on ki­lo ero­in ya­ka­lı­yor­lar, bir ki­lo di­ye tu­ta­nak tu­tu­yor­lar. Son­ra­sın­da fi­lan­ca semt­te po­lis uyuş­tu­ru­cu­yu tes­lim edi­yor, pa­ra­sı­nı alı­yor. Böy­le bir dü­zen oluş­tu­rul­muş. Mil­let­ve­kil­le­ri so­kak­ta kap­ka­ça uğ­ru­yor, bun­dan bir ra­hat­sız­lık du­yul­mu­yor. Ka­na­li­zas­yon çu­ku­ru­na bir ço­cuk dü­şüp ölü­yor, “Dik­kat­li yü­rü­sey­din” di­ye açık­la­ma ge­li­yor be­le­di­ye­den. Bir açı­dan gü­lü­ne­si şey­ler ama bir ya­nıy­la da va­him, teh­li­ke­li, anor­mal bir tab­lo söz ko­nu­su.
Ben bu Hrant Dink ci­na­ye­ti ve­si­le­siy­le Trab­zon’a git­tim. Trab­zon gi­bi bir şeh­rin mer­ke­zin­de tam 300 ta­ne in­ter­net ka­fe var. Bir bü­fe­de 17-18 ya­şın­da 3 ta­ne iş­siz gen­cin bir pa­ket si­ga­ra al­mak için pa­ra­yı denk­leş­ti­re­me­dik­le­ri­ne ta­nık ol­dum. Bu ço­cuk­lar, tıp­kı maç­lar­da ha­ke­me küf­re­den in­san­lar gi­bi. Ora­da adam sa­de­ce ha­ke­me küf­ret­mi­yor; pat­ro­nu­na, ka­rı­sı­na, ço­cuk­la­ra, öğ­ret­me­ni­ne küf­re­di­yor as­lın­da. Tıp­kı bu­nun gi­bi o ço­cuk­la­rın “He­pi­miz Türk’üz” di­ye ba­ğı­rı­şı­nın al­tın­da da çok şey var. Hrant Dink’i de baş­ka­sı­nı da öl­dü­re­bi­lir; da­ha 17 ya­şın­da ama ha­ya­tı bit­miş, ge­le­cek­ten hiç­bir ümi­di ol­ma­yan in­san­dan da­ha teh­li­ke­li ne ola­bi­lir ki? Bu gen­ci­mi­zin önü­ne hiç­bir şey ko­ya­mı­yo­ruz. Ve hâ­lâ bu du­ru­mu ba­şa­rı di­ye su­nan bir kad­ro var. Sa­de­ce AK Par­ti için söy­le­mi­yo­rum, CHP için de bu böy­le. Ve bu gen­cin ruh ha­li­ni mil­li­yet­çi­lik zan­ne­den bir mil­li­yet­çi si­ya­set var. Bu­nun mil­li­yet­çi­lik­le fa­lan bir ala­ka­sı yok ki, bu bir has­ta­lık.
Ba­kın, Tür­ki­ye bir ma­yı­na bas­mış gi­bi, aya­ğı­nı­zı çek­ti­ği­niz­de pat­la­ya­cak. Pat­la­mı­yor ol­ma­sı, top­lu­mu­mu­zun ah­lak ve ai­le ya­pı­sı­nın güç­lü olu­şun­dan kay­nak­la­nı­yor. Siz kar­de­şi­ni­ze ha­kim olu­yor­su­nuz, kar­de­şi­niz si­ze. Ama ba­zı­la­rı da ara­dan si­vil­ce gi­bi çı­kı­yor iş­te. Do­la­yı­sıy­la esas teh­li­ke çe­te­ler de­ğil. Çe­te­ler ya da de­rin dev­let bu bah­set­ti­ği­miz tab­lo­dan bes­le­ni­yor.
 
Si­zin da­ha ön­ce PKK’ya da­ir ba­zı çar­pı­cı açık­la­ma­la­rı­nız ol­muş­tu. Şim­di böl­ge­de PKK’nın ir­ti­fa kay­bet­ti­ği, Bar­za­ni’nin et­ki­si­nin art­tı­ğı söy­le­ni­yor. Bu­na ka­tı­lı­yor mu­su­nuz?
PKK’nın or­ta­dan kalk­ma­sı dev­le­tin ba­zı va­gon­la­rı­nın çok da işi­ne gel­mi­yor. Şim­di bir ke­re biz “te­rör ör­gü­tü” di­yo­ruz. Ön­ce­lik­le bu yak­la­şı­mı­mı­zı de­ğiş­tir­me­miz la­zım. 40 bin ki­şi Bin­göl’de mey­da­na top­la­nıp “Öca­lan” di­ye ba­ğı­rı­yor­sa bu­na te­rör ör­gü­tü fi­lan den­mez. Bu ta­ba­nı gör­mez­den ge­le­me­yiz. Ben Tür­ki­ye’nin ken­di va­tan­da­şı olan Kürt­le­re iti­mat et­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. Tür­ki­ye’nin Kürt va­tan­daş­la­rı­nın iti­bar et­tik­le­ri ki­şi ise Ab­dul­lah Öca­lan’dır. Do­la­yı­sıy­la ben Tür­ki­ye’nin mu­ta­bık ka­lı­na­bi­lir ko­nu­lar çer­çe­ve­sin­de sü­rat­le onun­la otu­rup bu me­se­le­yi çöz­me­si ge­rek­ti­ği ka­na­atin­de­yim.
 
Bu­nu Bar­za­ni ola­ca­ğı­na Ab­dul­lah Öca­lan ol­sun an­la­mın­da mı söy­lü­yor­su­nuz?
Bar­za­ni ve Ta­la­ba­ni, Or­ta­do­ğu’nun si­ya­si Ha­ci­vat­la­rı­dır. Ha­ci­vat bi­li­yor­su­nuz göl­ge oyu­nun­da şah­si­yet­siz ay­dın ka­rak­te­ri­dir. Ken­di­si­ni dai­ma Ka­ra­göz’ü ya­ni hal­kı oyu­na ge­tir­me­ye kur­gu­la­mış ve bun­dan haz du­yan bir ka­rak­ter­dir. Ama bü­tün Ka­ra­göz oyun­la­rı, Ka­ra­göz’ün Ha­ci­vat’ın su­ra­tı­na tü­kür­me­siy­le bit­miş­tir. Oyu­nun kla­sik for­ma­tı böy­le­dir. Kürt hal­kı da bu aşi­ret li­der­le­rin­den ümit ede­riz ki ta­ri­hin bir di­li­min­de kur­tu­lur. Onu sor­gu­la­mak bi­zim de­ğil, Irak Kürt­le­ri­nin işi­dir. On­lar Irak Kürt­le­ri üze­rin­den ser­vet yap­ma­nın, ik­bal te­min et­me­nin der­din­de­ler. Ama bi­zim der­di­miz Tür­ki­ye Kürt­le­ri­dir. Ve Tür­ki­ye ge­rek ulus­la­ra­ra­sı ta­ah­hüt­le­ri ge­rek­se in­san ol­mak­tan, Müs­lü­man ol­mak­tan kay­nak­la­nan ve­ci­be­le­ri do­la­yı­sıy­la bu in­san­la­ra her tür­lü öz­gür­lü­ğü so­nu­na ka­dar ver­mek yü­küm­lü­lü­ğün­de­dir. Bu­nun­la şid­de­te ka­pı aç­ma­yan bi­rey­sel öz­gür­lük­le­rin tü­mü­nü kas­te­di­yo­rum.
Ba­kın, 1924 Mec­lisi’n­de Kürt­çe ko­nu­şu­lur­du. Tür­ki­ye’de bu ko­nu­da trav­ma­ya ne­den olan ise 1925 Şeyh Sa­it is­ya­nı­dır ve bu­nun İn­gil­te­re’yle bağ­lan­tı­lı ol­du­ğu is­tih­ba­ra­tı­nın An­ka­ra’ya gel­me­si­dir. Yok­sa Tür­ki­ye’nin ha­re­ket nok­ta­sı bu de­ğil­di. Bi­zim Cum­hu­ri­yetimiz, Os­man­lı’nın ka­tık­sız bir de­va­mı­dır. Os­man­lı’nın son dö­ne­min­de de­ği­şim ve re­form adı­na te­ren­nüm edil­miş ne var­sa Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de dev­rim di­ye önü­mü­ze kon­muş­tur. Cum­hu­ri­yet ay­nı za­man­da im­pa­ra­tor­lu­ğun son el­li yıl­da ya­şa­dı­ğı trav­ma­lar üs­tün­de ku­rul­du. Ara­dan 80 yıl geç­me­si­ne rağ­men o ev­ham­la­rı üs­tü­müz­den atıp, ken­di­mi­ze duy­du­ğu­muz gü­ve­nin ifa­de­si olan ye­ni bir ya­pı or­ta­ya ko­ya­ma­dık.
Şim­di ba­zen “Ro­man­ya ve Bul­ga­ris­tan SSCB’nin bas­kı­sın­dan ye­ni kur­tul­ma­sı­na rağ­men AB’de önü­mü­ze geç­ti­ler” de­ni­li­yor. Se­be­bi şu: Bu ül­ke­ler­de sis­tem ta­ma­men yı­kıl­dı. Biz ise ikin­ci ka­tı tu­ta­lım, be­şin­ci ka­tı yı­ka­lım di­ye ba­kı­yo­ruz. Bu­ra­da zor­luk var; “Aman ha ora­yı ona­ra­lım, bu­na do­kun­mak ol­maz çok ta­ri­hî de­ğe­ri var, bu ma­ne­vi ba­kım­dan çok önem­li” di­ye­rek res­to­ras­yon ya­pıl­maz. De­mok­ra­si de böy­le ol­maz. Rah­met­li Özal “Bi­ze şöy­le ta­ma­men in­san hak­la­rı te­mel­li 20-30 mad­de­lik bir ana­ya­sa la­zım, ge­ri ka­lan ka­nun­lar her an de­ğiş­ti­ri­le­bi­lir ol­ma­lı” der­di. Bi­zim ön­ce­lik­le bu mu­ta­ba­ka­tı sağ­la­ma­mız la­zım.
 
Mil­li­yet­çi ce­na­ha ya­kın bir ga­ze­te­ci ola­rak son za­man­lar­da çok­ça tar­tı­şı­lan ulu­sal­cı­lık-mil­li­yet­çi­lik fark­lı­laş­ma­sı­nı na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
MHP’den ken­di­lik­le­rin­den ay­rı­lan­lar ve bir de MHP’nin dış­la­dı­ğı ba­zı ki­şi­ler ol­du. Ümit Öz­dağ’ın son MHP Kon­gre­si’nde aday ol­du­ğu­nu açık­la­dı­ğı dö­nem­de “So­ka­ğa çık­ma­lıyız” şek­lin­de­ki söy­lem­le­re iti­bar eden, bu­nun ge­rek­li ol­du­ğu­nu sa­nan genç­ler MHP’den ay­rıl­dı­lar. Bir de bir kı­sım es­ki sol­cu­lar var. “Mil­li­yet­çi­yiz” de­mek gu­rur­la­rı­na do­kun­duk­la­rı için “Ulu­sal­cı­yız” di­yor­lar.
 
Pe­ki, çok te­şek­kür edi­yo­ruz.
Ben te­şek­kür ede­rim.

Paylaş Tavsiye Et