Köşe yazarının teki, yeni Cumhurbaşkanı’na
“Hocam, Sezer’ler evlerine doğru gidiyorlardı.
Semra Hanım’ın da başı açıktı” demiş.
Cumhurbaşkanı
“Bana ne” demiş.
Köşe yazarı bu defa
“Hocam siz de Köşk’e çıkıyorsunuz.
Sizin hanımın başı kapalı ama” demiş.
Cumhurbaşkanı
“Sana ne” demiş.
Köşe yazarı
“Hiç olmazsa bir perçemi gözükseydi.
Bone filan taksaydı” diye üstelemiş.
Cumhurbaşkanı
“Bone ne” demiş.
Nasreddin Hoca’nın kulakları çınlasın.
Millet zannediyor ki rahmetli komik bir adamdı.
Halbuki Sn. Sezer’den bile ciddi idi hazret.
Verdiği derslerin yüzyılları aşıp gelmesi ondan.
Ders verdiği doğru da, alan var mı derseniz onu bilemem.
Sn. Baykal ve taifesinin almadığını söyleyebilirim ancak.
CHP sözcüsünün seçim sonuçları hakkında ilk açıklaması şu mealdeydi;
“Alınacak bir ders olduğunu düşünmüyoruz.”
Milyonlarca oydan ders çıkaramayan kıssadan hisse mi çıkaracak?
Misal;
Baykal’ın biri aşağıdan Başbakan’a “Bana bir baksana” diye bağırmış.
Başbakan yukarıdan “Ne istiyorsun, söyle” demiş.
“Öyle yukarıdan konuşmakla olmaz” demiş Baykal.
“Önce aşağı in.
Ondan sonra söyleyeyim” demiş.
Başbakan aşağı inmiş.
Baykal “Ben de başbakan olmak istiyorum” demiş.
Başbakan “O zaman benimle yukarı gel” demiş.
Beraber yukarı çıkmışlar.
Bakmışlar ortası delik bir sandık.
“Aç, bak bakalım” demiş Başbakan.
Baykal sandığı açmış.
İçindeki pusulada şöyle yazıyormuş.
“Allah versin!”
FIRKA
“Allah senin iyiliğini versin.
Öyle değildi o fıkra” diyenler olacak.
Ama öyle olduğu gibi anlatılsa hangi CHP’linin umurunda olurdu ki fıkra?
Koca partinin fıkralarla uğraşacak hali mi var?
Kendisi fırka zaten.
Cumhursuz Hareket Fırkası.
Solcu ya!
“Bir genel merkez, bir hırka” fırkası.
Oya ihtiyacı yok.
Derse ihtiyacı yok.
Cumhura ihtiyacı yok.
Yeni politikalara ihtiyacı yok.
Yeni Genel Başkan’a ihtiyacı yok.
Hele Cumhurbaşkanı’na hiç ihtiyacı yok.
Yok, yok, yok.
İhtiyacı olsaydı “Ye kürküm ye” kıssasından hisse çıkarırdı şimdiye kadar.
Ama koca fırkanın bütün işi gücü bankadaki hisseleri.
Yoksa “Güzelim kürkü neden sokmuş çorbanın içine hoca acaba?” diye düşünürlerdi.
Hem de bütün erkânın tam tekmil bulunduğu yerde.
Ne işi var kürkün çorbanın içinde?
Sn. Onur Öymen’in cevabını kestirebiliyoruz.
Ama önemsemiyoruz.
Sn. Baykal da:
“Bir kere ismi niçin Nasreddin?
Üstelik de neden Hoca?
Sinsi planın o yüzyılda başladığı kesin.
Bunların alayını kesin.
Sonra beni Başbakan ilan edin” diyecektir.
Bu da kesin.
DANK ETMEK
Düşünün;
Hayrunnisa Hanım bir protokol yemeğinde.
Gelen edep dışı zorlamaları kabul etmiş.
Bir perçem saçını fora etmiş.
Canı da sıkkın mı sıkkın.
Tam şerefine kadeh kaldırılmışken sokuyor kahküllerini bardağa.
“Drink my hair, drink” diyor.
Neden diyor?
“Hâlâ mı dank etmedi” diye sorsak “Dan kek mi dedin” diye soran olabilir.
Onlar için daha yakıcı bir örnek verelim.
Sn. Sezer’e densizin biri şöyle dese:
“Madem kamusal alandan ayrılıyorsunuz.
Vatandaşın arasına karışıyorsunuz.
Hanımefendi saçlarının az bir kısmını örtmeyi düşünmezler mi?
Türbana olan alerjinizi biliyoruz.
İnanın ki çok takdir de ediyoruz.
En çok da ben ediyorum.
Öl deyin, öleyim.
Vur deyin, vurayım.
Ama siyasi sembol olmayan, pek muhterem annenizin ki gibi bir başörtüsü neden olmasın?
Yemeni olabilir, şile bezi kullanılabilir.
Otantik dokunuşlar uygun kaçabilir.
‘Atıl kurt, haydi oğlum’ emri verilebilir.
Atıl Kutoğlu hemen meydana atlayabilir.
Hanımefendi Grace Kelly’ye, Audrey Hepburn’e, Sophia Loren’e azıcık benzeyebilir.
Hatta Atıl Bey, Hanımefendi’yi iyice benzetebilir…
Böyle bir uzlaşının toplumu rahatlatacağına bütün kalbimle inanıyorum.
Bu türden bir şövalyeliğin kalbimizdeki müstesna yerinizi daha da derinleştireceği her türlü izahtan varestedir.
Mademki onlar açmıyorlar, biz de kapatmıyoruz türünden rövanşist bir tutumun yüce gönüllülüğünüze yakışmayacağına inancım sonsuz.
Sizden ve çok değerli saygıdeğer Hanımefendi’den böyle bir jest bekliyorum.
Sizin için küçük ama insanlık namına büyük olan bu adımı atmanızı diliyorum.
En derin saygılarımı sunuyor, hürmetler ediyorum.”
Bu satırları yazarken yüzümün kızardığını bilmenizi isterim.
Yerin dibine girdim desem yeridir.
Bu arsız teklifleri yapanlara bir tavsiyem var.
Yaptıkları tekliflerin adreslerini değiştirip tekrar okusunlar.
Eğer yine yüzleri kızarmıyorsa bildikleri gibi yazsınlar.
Hoca yüzyıllar önce bu pespayeliğe prim verilmesin diye sokmuştu kürkünü çorbaya.
Bu ahlaksız teklifi yapanların yüzünü kızartmak için.
İnsanı hiçe sayan onursuzluğa karşı durmak için.
Bu yüzden komik bir adam değildi.
Çok ciddiydi.
“Leyleği kuşa, kuşu leyleğe çevirmeyin” derken de ciddiydi.
Dünya kadar ders verdi;
“Canım leylek minik kuşa, minik kuş leyleğe benzemez.”
“Kavukla hoca, cüppe ile profesör, kürkle adam olunmaz.”
“Bindiğin dal kesilmez.”
“Eşeğe ters binilmez.”
“Yerli yersiz düdük çalınmaz.”
Göle maya çalarken de ciddiydi.
Bazılarının “ya tutarsa” korkusu Hoca’nın ciddiyetinin delilidir.
Allah ona rahmet eylesin.
Onu anlamayanlara akıl fikir ihsan etsin.
JEST
Emin Çölaşan Hürriyet’e bir jest yaptı.
Yönetimle uzlaştı.
Gazeteden uzaklaştırıldı.
Aynı jesti malum gazete 11. Cumhurbaşkanı’ndan da istemişti.
“Çok layıksın, yakışırsın ama jest yapmalısın.
Gözümüzde çok büyüksün.
Jest yap daha da büyü.
Adiloş bebem, uyu da büyü.”
Sn. Gül’e jest yaptıramayan yöneticiler herhalde şöyle düşündüler;
“İri medyayız diye geçiniyoruz.
Bir cumhurbaşkanı adayına dahi sözümüz geçmiyor.
Millet iradesidir tutturdular.
Bizim irademizi hiçe sayıyorlar.
İtibarımız iki paralık oldu.
Öyleyse ne yapalım?
Dişimizin geçtiği birine jest yaptıralım.”
Bu fikir anlaşılan tutuldu.
“Bak Emin
Gel bizimle uzlaş.
Süper gazetecisin.
Tonla okurun var.
Minik kuşun var.
Erke dönergecin var.
Onunla çalışan uzay aracın bile var.
Nereye koysak yakışırsın.
Üstelik yakışıklısın.
Ama bizim yönetmelikte uzaylılara ilişkin bir madde yok.
Olsa dükkan senin.
O halde bize bir jest yapmalısın” denildi.
Artık el sıkışıldı da mı yollar ayrıldı?
Yoksa eller sıkılıp yumruk mu yapıldı?
O kadarını bilmiyorum.
Bildiğim Sn Sezer’in “Gazete yönetimi ile uzlaştığınızı duydum.
Bu jestinizden çok müteessir oldum” dediği.
Bekir Bey de “Aynı alicenaplık bana da kısmet olur mu?” diye Pako misali heyecanlandı.
Kürek mahkumu olduğunu ifşa etti.
“Asılsam mı küreklere?” diye sordu.
“Yoksa ondan, bundan jest istendiği gibi benden de mi jest istenecek” bunalımına tam girmişti ki bir el Hızır gibi yetişti.
Hem onu hem gazete yönetimini o dipsiz kuyudan çıkardı.
Biliyoruz ki o ele teşekkür etmeyecekler.
İlk fırsatta türlü türlü jestler bekleyecekler.
RİCA
Türk Dil Kurumu’ndan ve dahi Hakkı Devrim’den bir ricam var.
Uzlaşma ve jest kelimelerinin ne anlama geldiğini lütfen açık seçik yazın.
Artık sözlükte mi yazarsınız, köşenizde mi değinirsiniz siz bilirsiniz.
Ama lütfen;
“Düşünüyorum ama bulamıyorum” demeyin.
“Düşünüyorum o halde varım” lafazanlıklarına girmeyin.
“Düşünüyorum yoksa YÖK üyesi değil miyim” sorularına yol açmayın.
“Düşünüyorum o zaman jest yapmamam lazım” bilgiçlikleri göstermeyin.
Neyse onu yazın.
Bilmem belirtmem gerekli mi?
Bu bir ricadır.
İrtica ile alakası yoktur.
SON SÖZ
Hayrunnas ve Hayrunnisa insanlığa hizmet edendir.
Paylaş
Tavsiye Et