Nisan ayına kazasız belasız ulaştık nihayet.
Hamd-ü senalar olsun.
Bir senedir hükümet bir duvara toslar mı diye nefesimi tutmuştum.
Ya da duvar seyyarenin üzerine kendiliğinden çöker mi diye.
Ne seyyare bir duvara tosladı, ne duvar seyyarenin üzerine göçtü.
Seyyare tayyarenin arzda deveran edeni oluyor.
Tayyare de seyyarenin semada seyredeni.
Kamusa nazar etmekten içtinap edenler Hakkı Devrim üstada internet üzerinden sual tevcih edebilirler.
Yeni döneme dilim dönsün diye yaptığım temrinlerden biri bu.
Siz muhterem takip edenlerime de hararetle tavsiye ederim.
İşbu eylediğim de bir temrin. Yani alıştırma.
Gel de şimdi Çankaya’nın şişmanını yâd etme.
“Alışırlar, alışırlar” demişti hazret.
Mayıs ayına alıştırmaya çalışıyorum kendimi.
Ben naçiz zaten hayranıydım kendilerinin.
Çoktan alışmıştım zatı âlilerine.
Çünkü adam yerine koyup sık konuştuğu muharrirlerden idüm.
Memleket ve dünya ahvali üzerine ziyadesiyle yarenlik eder idük.
Cümle âlem hazrete külliyen alışıyorduk ki dâr-ı bekâya intikal idüverdiler.
Dâr-ı bekâya intikal ittirülüp ittirülmediklerü bir muammadır kaldı.
Yârân ve ahbapları intikal ittirüldüğü galip zannını taşıyup, sağda solda ol kuşkularını dile getürseler de şol iddialarını ispat eyleyemedüler.
Zan “Onu ol makamdan onursuzca alaşağı ederiz” kelamını dile getiren veyahut dile getirmeyüp de her hal ve tavırları ile ihsas ettiren her neviden erbabın üzerinde kaldı.
Ol kelamı mazide uluorta dile getirmekten içtinap etmeyenler bugün dahi arlanmamış, uslanmamış gözüküyorlar.
DİLİMDE TÜY MÜ BİTTİ?
Sadık okurlarım ‘hoppala’ diyeceklerdir.
“Ne oldu üstad, dilini eşek arısı mı soktu?”
“Ne bu ağdalı dil, dilinde tüy mü bitti?”
“Cem Yılmaz’a malzeme mi sağlıyorsun?”
“Yılmaz yorulmaz bekçi, koskoca Ali Cengiz Tuğrul’a yaraşır şey midir yaptığın?”
“Kime işaret çakıyorsun, neyin alıştırmasını yapıyorsun?”
“Tehlikenin farkında mısın?”
Ne deseniz haklısınız.
Ama makul bir açıklama yapabilirim.
Müdafaam şu minvalde olacak;
Pardon!
Savunmamın içeriği şöyle; içiyorsam sebebi var.
Daha doğrusu; hem içip hem yazıyorsam bir sebebi var.
Müsaadenizle izah edeyim.
FAL
Kahve falı biliyorsunuz biraz zahmetli,
Farklı okumalara açık, uzmanlık gerektiren bir falcılık türü.
“Şurada kabarmış bir kalp görünüyor”dan tutun,
“Üç vakte kadar mı desem, beş vakte kadar mı desem”den,
“Dik bir yol görünüyor da acaba kime görünüyor”a varan hermenötiğe çok müsait bir dal.
Fincan üç yüz altmış derece dönebildiği gibi altı üstüne, üstü altına da gelebiliyor.
Astın üst, üstün ast olma tehlikesi de var.
Oku babam oku, ucu bucağı yok.
Kahve falı kitap okumak gibi zahmetli bir uğraş.
Ama homo internetus türünün böyle ince işlerle uğraşacak sabrı yok. Vakti de yok. Çünkü hâlâ, cumhurbaşkanının adı yok.
Aslında vakit de yok.
Onlar için bahar ayları inanılmaz bir fırsat sunuyor.
Hele şu Nisan.
Her birimizi mahveden şu güzel havalı ay.
Nisan’da hele şükür ki papatyalar açıyor.
Papatya falı da enter tuşuna basmak kadar zahmetsiz bir uğraş.
Zahmeti siz çekmiyorsunuz.
Canım papatya çekiyor.
Geliyor, gelmiyor, geliyor, gelmiyor diye güzelim yapraklarını koparıyorsunuz.
Kesin sonuç alıyorsunuz.
Ortada tek bir yaprak kalıyor.
Sonuç şimdiden zaten kesin gözüküyor.
Bu yüzden “Kesince de, kesin sonuç alınır” diyenler de var.
Onlar fallarını “Keselim, kesmeyelim, keselim…” diye açıyorlar.
Nisan ayının girmesi ile birlikte meslektaşlarımız arasında bir papatya falı merakıdır ki alıp başını gidiyor.
“Aldı başını gidiyor”cularla, “alalım başını gitsin”ciler ellerinde papatyalar ortalıkta dolanıp duruyorlar.
HATIRLA SEVGİLİ
Bahar havalarının böyle mahvedici,
Böyle sarhoş edici, insanı kendinden geçirici, aklını başından alıcı bir havası var.
İnsanın başını omzundan alıcı bir havası olduğunu da biliyoruz.
Mart ve Mayıs ayları da böyle bahar havaları.
Nereden çıkartıyorum?
Hatırla Sevgili dizisinden çıkartıyorum.
“Hatırla sevgilim o mesut geceyi
Çamların altında verdiğin buseyi.”
İnsan sevdiklerini nasıl da unutamıyor.
Ahmet Yasemin’i mesela.
Millet Adnan Menderes’i,
Fatin Rüştü Zorlu’yu,
Hasan Polatkan’ı.
Salim Başol’un da hatırlayanları vardır mutlaka.
İnsanın geçmişini hatırlamasında geleceği adına büyük fayda var.
Geçmiş dediysem çok da uzağı kastetmiyorum.
“Tehlikenin farkında mısınız?” diyenlerin işaret ettikleri bir uzaklık hepimize yeter.
Ondan gerisi gericilik oluyor otomatikman.
Aslında kırk yedi sene kadar bir uzaklıkla da yetinebiliriz.
Unutmayalım diye şimdi dizisi yapıldı.
Seksen ihtilaline kadar ise bayramla kutluyorduk.
Yine unutmayalım diye.
“Cumhurbaşkanı’nı yaş haddinden elimizden kaçırdık.
Ama olsun, Başbakan’ı iki bakanı ile beraber ne güzel astık” bayramı. Resmî adını belki hatırlayamıyorsunuzdur.
27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı.
Kamuoyu “Tehlikenin farkında mısınız?” sloganını “Aman siyasi iktidarın adımlarına bütün kurum ve kuruluşlar dikkat etsin” diye algılıyor olabilir.
Sloganı kullananlar iktidara “Akıllı ol, tehlikenin farkında ol!” diye aba altından sopa gösteriyor da olabilirler.
UMURUMDA DEĞİL
Ama inanın hiçbiri umurumda değil.
Hem içip hem yazıyorsam bir sebebi var dedim.
“Onca laf ettin ama daha konuya giremedin” diyeceksiniz.
Yine haklısınız.
Benim için yukarıda dile getirdiklerimden daha büyük bir tehlike var.
Falda tutun ki son yaprak Sn. Başbakan’ı işaret etti.
O da tuttu Çankaya’ya çıktı.
Ben de bunca zaman atıp tutmuşum yok o öyle olsaydı, yok bunu böyle yapsaydınız diye.
Onca çabama rağmen hiç kaale alınmamışım.
Bir yedi sene daha bu duruma katlanacak mıyım?
Umurumda olan bu.
Bu durumda da yine sığınacak bir liman arama gereksinimi duydum.
Ali Cengiz Tuğrul olsam da bir rol modeline, bir taklit merciine her zaman ihtiyacım var.
Ben olsam olsam bu okyanusda ancak bir taka sayılırım.
Gururlu bir taka olarak herhalde dönüp kendime bir balıkçı sandalını örnek alacak değilim.
Amiral gemisinin kaptanını kendime örnek almaktan başka bir tutumu kendime yediremem.
Onu taklit etmekten, işaret ettiği yöne doğru seğirtmekten de asla utanmam.
İşte girişte yaptığım, onun kadar ince olmasa da kabaca budur.
TARİKAT MENSUBU
“Elimde bir kadeh şarap vardı…
…Enel hak nidası kulaklarımda çınladı.
O gece çok rahat uyudum.”
“Geçen gün bir arkadaşım sordu:
‘Son zamanlarda dinle ilgili çok yazı yazdın. Yaşın ilerledikçe dindarlaşıyor musun?’
‘Dindarlaşmıyorum, ama inancım artıyor’ dedim.
O da beklediğim soruyu sordu:
‘Neye inancın artıyor?’
‘Yaradana...’ dedim.”
Kaptanın Mart ayının dördündeki “Ben bir tarikat mensubuyum” başlıklı yazısını okuyunca çok heyecanlandım.
16 Mart’ta “Piyasaların olumlu etkilenmesi için mutlaka AKP’li bir hükümet gerekiyor” diye noktalıyordu yazısını.
17 Mart’ta “Etrafımdan hissettiğim kadar bu seçimde Erdoğan’ı cezalandırmak gibi bir duygu yok” diye yazdı.
18 Mart’ta Madonna tarafından tasarlanmış bir türbandan dem vurarak “Madonna bir trend kaşifidir.
Kendi tasarladığı giyim eşyası içine türbanı soktuysa, biliniz ki dünyada bir şeyler değişiyor” gözlemini aktardı.
23 Mart’ta Başbakan Erdoğan ile diğer liderlerle kurabildiği sıcak ilişkileri kuramadığını naklediyor sonra ekliyordu:
“Dolayısıyla onun cumhurbaşkanlığı konusundaki görüşlerini, ‘Başbakan dün akşam beni aradı ve şunları söyledi’ diye başlayan bir yazıyla anlatamıyorum.”
Yani dedim aşk olsun.
Bu kadarı elimden gelmediği için ağdalı bir dil kullanarak yeni döneme ilişkin ben de bir pozisyon almayı tercih ettim.
Amiral gemisinin kaptanına saygılar sunar, hürmetler ederim.
SON SÖZ
Bülbülden karga olur.
Kargadan bülbül olmaz.
Paylaş
Tavsiye Et