“Önce size verildiğine inanın sonra o size verilecektir...”
Andrei Tarkovsky, Kurban (1986)
BUNDAN birkaç gün önce, yürümek için çıktığım “eski İstanbul” sokaklarından birindeydi. Düz giden ana sokaktan sola doğru dönünce birdenbire bir keçi görüverdim. Artık keçi görmek bizleri şaşırtan bir eyleme dönüvermişti demek. Önündeki otları yavaş yavaş yiyen, masumca bakan bir keçi… Ama daha güzel olanı, o keçinin yanındaki güpegündüz bir ışık gibi parlayan çocuktu. Sanki onların her ikisi de güpegündüz bir uyarıcı, iyiyi kötüden ayırt etmek için oraya konulmuş, karanlıktaki bir ışık gibi parlıyorlardı. Yanlarına yaklaşıp, “Merhaba” dedim ve ardından konuşmaya başladık. Adını sorduğumda verdiği cevap o kadar kesin ve kendinden emindi ki, sanki ben başka bir cevap beklemiyormuşçasına ya da zaten adını önceden kulağıma fısıldamışlarcasına sakin sakin başımı sallamakla yetindim: Furkan. Adı Furkan’dı tabii ki o güzel çocuğun. Keçinin adı da: Ceylan. Bu keçinin ne demeye geldiğini sordum az sonra Furkan’a. Soruma cevabı bir berrak su gibi döküldü ağzından: “O benim, bizim kurbanımız.”
Modern insan, Furkan’da gördüğüm ne varsa hepsinden uzak, bu basit, küçük, naif ama vakarlı ve en nihayet emin eylemi yapmaktan aciz olan idi. Bu acizlik sadece bir “bilme” meselesi ilgili bir durum değildi hiç şüphesiz. Soru ya da sorun bir bilme meselesi olmak olarak anlaşıldığı ölçüde sürekli olarak fasit bir dairede dönülüp durulacaktı. Cahit Zarifoğlu’nun öykülerinden birindeki kahramanın söylediği gibi “Ben, ben bir eylem bekliyordum onlardan. Onlarsa, onlarsa sadece sesleniyorlardı…” Evet, modern insan sesleniyordu. Sadece sesleniyordu. Sadece…
Oysa eylem, dopdolu diriliğiyle, hiç tüketilemeyişi ve her daim yeni var olma imkanıyla yitik bir hazine gibi durmaktaydı yanı başımızda. Eylem, tastamam ahlakın ta kendisiydi. Ve bu eylem olan ahlak, arınmanın yegane şartıydı. Üstelik hem yeter hem de gerek şartıydı. Eylem olan ahlak başka hiçbir kipe, hiçbir duygu, düşünce yahut başka türden şeylere gerek duymadan, kendi kendine ayakta durabilen idi.
İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı’nda Yusuf’u kaçıran üç cinden biri olan edimi (eylemi) şöyle anlatır:
“Çünkü boy atmaya can atarken bir fidan
Umursamaz çokluktaki kösteği.
Eylem gerek tohumu çatlatmak için
Yalnız doğurandır doğruyu bulan
Neyse çok toprakta
Gökte ne çoksa
Bir an gelir
Biriciklik burcuna edimle varır
Eylemdir
Tazeler, harap eder, küstürür, gönül alır
Eylemle uçar bezginlikteki kir
Dirilik erki kalırsa
Yalnız eylemde kalır.”
Evet, dirilik erki kalırsa yalnızca eylemde diri kalırdı. Ve diri kalmanın yegane adı, adanmaktı, kurban etmekti. Yalnızca bilmekle ilgili eylem olan ahlak tam tamına kurban etmede, kurban olmada ortaya çıkmaktaydı. “Ne ki bizden alınmıştı o halde bizim hayrımızaydı” denildiyse eğer, bu biraz da “Ne ki sizden istendiğinizde verebildiğiniz, ne ki sizden alınırken razı geldiğiniz, o gerçekten size ait olunmuştu” demekti biraz da.
Ve aslında yüzyılımızın vicdanı olan Tarkovsky’nin Kurban filmindeki aşağıdaki dua tam tamına bütün bu gerçeği yansıtıyordu.
“Ulu Tanrım… Göklerdeki Ulu Tanrım. Adın mübarek olsun.
İnayetin üstümüze olsun.
Yalnız senin dediğin olur. Rızkımızı sen verirsin. Bizi kötülüklerden korursun. Cennet senindir. Güç, zafer senindir. Amin.
Tanrım!
Bu korkunç zamanda bizi esirge. Çocuklarımın ölmesine izin verme. Dostlarımı, karımı, Victor’u, seni sevenleri ve sana inananları, kör oldukları için sana inanmayanları da esirge. Seni bir an bile düşünmeyenleri de. Çünkü onlar acının ne olduğunu hiçbir zaman bilmediler.
Bu saatte, bütün umutlarını, bütün hayatlarını, bütün geleceklerini kaybettiler. Sana teslim olma fırsatını kaçırdılar. Yürekleri korkuyla dolu olanlar, sonlarının yaklaştığını hissedenler, kendileri için değil, sevdikleri için korkanlar… Onları senden, yalnızca senden başka hiç kimse koruyamaz. Çünkü bu en son savaş. Savaşların en korkuncu. Bu savaştan geriye ne yenen ne de yenilen kalacak. Şehirler, kasabalar, ağaçlar, otlar, kuyulardaki sular, göklerdeki kuşlar yok olacak. Sahip olduğum her şeyi sana vereceğim. Çok sevdiğim ailemi vereceğim. Evimi yıkacağım. Küçük Adam’dan vazgeçeceğim. Dilsiz olacağım. Bir daha kimseyle konuşmayacağım. Beni hayata bağlayan her şeyden vazgeçmeye razıyım. Yeter ki sen, her şeyi eskisi gibi yap. Bu sabah ve dün nasılsa öyle yap. Beni hasta eden bu ölümcül hayvani duygudan kurtulmama yardım et! Evet, her şeyim senindir!
Tanrım!
Bana yardım et. Söz verdiğim her şeyi yapacağım.”
Paylaş
Tavsiye Et