KÜRESEL piyasalar finansal sektörde yaşanan şok iflaslarla sarsılıyor. Sürecin hızla tüketici güvenine ve reel sektöre yansıdığı görülüyor. AB piyasaları büyük bir durgunluk içinde olup süreç hızla resesyona doğru ilerliyor. Kıta Avrupası’nda durgunluk ve işsizliğe ilaveten maliyet enflasyonu da üst düzeye çıktı. Ancak durgunluk korkusu nedeniyle enflasyon kimsenin umurunda değil gibi. Japonya’da büyüme ivmesini kaybederken, enflasyon 27 sene sonra %7 ile tarihî bir seviyeye çıktı. Krizin ana üssü olan ABD’de büyüme hızla gerilerken, işsizlik %6, enflasyon ise %5 sınırını zorlayarak tarihî değerlere koşuyor.
Genel olarak bakıldığında güven erozyonu, bilgi eksikliği ve mevcut bilginin de eşitsiz dağılması nedeniyle kredi sıkışıklığı ve verilen kredilerin geri çağrılması süreci başladı. Neticede fiyat mekanizması büyük oranda kayboldu; dünyanın önde gelen ülkeleri tarafından açıklanan ve toplamı 3,6 trilyon doları bulan kurtarma paketleri de ateşi düşürmüş görünmüyor.
Öte yandan küresel piyasalarda oluşan bu krize Türkiye yüksek cari açık, enflasyon, faiz, özel sektör borcu, tıkanan kredi kanalları, işsizlik ve düşük büyüme gibi bir dizi sıkıntı içinde yakalandı. İlaveten halen göreceli olarak yüksek seyretmeye devam eden girdi maliyetleri, döviz kurunun istikrarsız ve aşırı oynak olması, ani yukarı yöndeki hareketler, verimlilikteki yavaşlama, şirketlerin kurumsal ve yapısal sorunları mevcut durumu daha da ağırlaştırıyor. Dışarıdaki belirsizliğe paralel olarak iç ve dış piyasalardaki daralma üretimi, istihdamı, ihracatı, cari açığın finansmanını, borçları döndürmeyi zorlaştıracak.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin krizi en az zararla atlatması için önünde bazı imkanlar var. Bunun için her şeyden önce, uzun vadeli hedefler sektirilmeden kısa vadeli kriz yönetimi unsurları ön plana çıkartılmalı. Bu koşullarda hükümete, üreticilere, topluma, işadamı derneklerine ve STK’lara görevler düşüyor:
Hükümet açısından en önemli tedbir, 2009’da büyüme hedeflerini büyük oranda sektirmemesi olacaktır. Türkiye’nin 2002’den beri dünyaya sunduğu en büyük başarı hikayesi, büyüme. Büyüme, ekonomideki birçok hastalığı şal gibi kapattı. Ancak yaranın nasırı hâlâ yerinde duruyor; hatta durgunluğun uzun sürmesi durumunda yeniden kanamaya devam edebilir. Bu meyanda büyüme ve istihdamı kurtarmak için 2002’den beri adeta kaderine terk edilmiş ve ekonominin dönüşümünü sırtlamış olan Anadolu’nun, yani yerli ve küçük sermayenin kurtarılması işin özünü oluşturuyor.
Kamu yatırımlarının yapılması, devlet bankalarının kredi teminatları ile devreye sokulması, vergi teşvikleri ve ilk fırsatta faizin düşürülmesi suretiyle Anadolu’da iç talep canlandırılmalı. Bilhassa ihracatı yeni yeni öğrenen KOBİ’lerin bu süreçten kopmaması için dolar cinsinden verilmiş krediler belli bir oranda sabitlenmeli; yeni bir ödeme takvimi getirilmeli; bundan sonrası için de ihracatçı KOBİ’lere sabit kur garantili ihracat kredileri verilmeli. Keza işsizlik fonunda birikmiş olan 30 milyar YTL’yi aşkın kaynak kullanılarak istihdamın geliştirilmesi için çalışılmalı. Yine Körfez bölgesinde bulunan sermayenin daha etkin bir şekilde ülkeye çekilmesi için çalışılarak yatırımlar devreye sokulmalı; kredi kanallarının daralması ve kredilerin geri çağrılmasının önüne geçilmeli.
Hanehalkına gelince, bu kesim de tasarrufun, dayanışmanın, azla yetinmenin önemini kavramalı.
STK’lar ve diğer paydaşlara gelince, ağızlarından çıkanı kulakları duymalı; pire için yorgan yakma hastalığından kurtulmalı; kendi sorumluluğunu kolaycı yöntemle başkalarına yıkma kurnazlığına yatmamalı; elini taşın altına koymalı.
Şirketlere yönelik tedbirlere gelince:
Birincisi, günlük haberlere bağlı oynaklıklar uzun bir süre daha artarak devam edeceğinden kararlar orta ve uzun vade için alınmalı; kurdaki aşırı oynaklıklar bizi günlük davranmaya itmemeli. Anlık tedbirlerle neredeyse hiçbir şey kurtarılamaz, çokça kritik hata yapılır.
İkincisi, yaşanan sıkıntılar nedeniyle içeride ve dışarıda mevzuat ve tedbirler sürekli değişiyor. Bunlar dikkatle takip edilmeli; herkes kendi açısından bunların gereğini yerine getirmeli; fırsatları yakalamalı.
Üçüncüsü, içeride ve dışarıda satışlar yavaşlayacağından, alternatif piyasalar ve yeni pazarlama yöntemleri geliştirilerek mevcut talep yakalanmalı. Yavaşlayan satışlar karşısında satış koşulları, farklı hizmet destekleriyle daha cazip hale getirilmeli. Müşteri odaklı davranışlara ağırlık verilmeli. Kısaca “müşterinin velinimet olarak” muamele edildiği tarihî değerimize geri dönülmeli.
Dördüncüsü, şirketlerin büyüme hedefleri geçici olarak sınırlanmalı; iştahlı değil muhafazakâr davranılmalı. Bütçeler buna uygun olarak yeniden hazırlanmalı ya da revize edilerek yeni satış hedeflerine bağlı üretim ve maliyet hesapları yapılmalı.
Beşincisi, aşırı rekabet ve durgunluk ortamında ürün yelpazesi genişletilerek ve yenilik yaparak fiyat rekabetinden çıkılmalı. Ancak şirketlerin çoğunluğu fiyat rekabeti yapıyor. O halde girdi maliyetlerinin çok arttığı bir dönemde elden geldiğince maliyet düşürmeye odaklanılmalı. Bunun için bütün çıkış yolları tek tek tespit edilmeli ve denenmeli. Örneğin düşük stok tutarak maliyetler azaltılabilir. Yine durgunluk zamanı yönetim odaklı düşünülebilir; böylece iş yapma modelleri geliştirilebilir, bunların etkinliği artırılabilir. Bu alanda kaizen (süreç ve üründe iyileştirme) yapılması muhakkak gerekli.
Altıncısı, tahsilat sıkıntısı, ödeme takvimi ve fırsat takibi gibi üç ihtiyaç nedeniyle içinden geçtiğimiz süreçte stratejiler nakitte kalmayı gerektiriyor. Ancak “Nakit nasıl tutulmalı?” sorusuna her birey veya işletmeci kendi ihtiyaçlarına göre cevap vermeli. Bu aşamada altın kural “likit” kalmak.
Yedincisi, belirsizlik ortamı sona erinceye kadar mali varlıkların fiyatlarında ve döviz kurlarında aşağı ve yukarı yönlü dalgalanma devam edeceğinden, bu risklere karşı açık pozisyonlar alınmamalı. Aşırı oynaklık nedeniyle yükselen döviz kurundan panik yapmamalı. Zira bu tür ani sıçramaların genellikle 15 hafta gibi bir sürede gerilediği görülüyor.
Sekizincisi, küresel durgunluk ortamında enerji, emtia ve gıda fiyatlarının gerileme eğilimlerinin güçlenmesi beklenebilir. Ancak yine de hammadde ve emtia fiyatlarında oynaklık devam edecek. Maliyet hesaplarında bu oynaklıklar göz önünde bulundurulmalı. Satış fiyatlarını oluştururken de bu oynaklıktan kaynaklanan riskler hesaba katılmalı. Vadeli işlemler yaparak girdi fiyatları, emtia ve kurlardaki oynaklıklara karşı garantiler oluşturulmalı.
Dokuzuncusu, yaşanan küresel darboğazda yerli ve yabancı kaynak kullanımına bağımlılık azaltılmalı, özellikle banka kredilerine dayalı nakit akımları gözden geçirilmeli. Bankacılık sistemindeki riskler bu kaynakların kesilmesine yol açabilir. O halde yakın gelecekte borçlanma daha da zorlaşacak. Borç bulabilenler için ise vadeler kısa, maliyetler yüksek olacak. Keza büyüme performansı düşeceği için borç ödemelerinde sıkışma yaşanabilir. Elden geldiğince öz sermaye geliştirilmeli.
Paylaş
Tavsiye Et