Kitap
Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet
Editör: Asım Öz İstanbul: Pınar Yayınları, 2008
Tarihe yön veren pek çok önemli gelişmenin, cereyan ettikleri zaman içerisinde olduklarından daha önemsiz algılandıkları bir gerçek. Tarihin sayfaları arasında, bu yargıyı destekleyecek pek çok hadise bulmak mümkün. Örneğin, 1789 Temmuz’unda Bastille Hapishanesi’ni basan kalabalık grup, binayı ele geçirip mahkumları salıverdiklerinde, aslında büyük bir devrimin fitilini ateşlediklerinden habersizdiler. Ancak geçen zaman, dünya tarihini radikal bir değişime uğratacak bir dizi gelişmenin başlangıcının bu “münferit” olay olduğunu ispatladı. Orada yaşanan olaylar, büyük bir domino dizisinin ilk taşının devrilmesinden başka bir şey değildi ve bundan sonra dünya, o güne dek bilinen dünyadan oldukça farklı bir hal aldı.
Yakın dönem siyasi tarihimiz söz konusu olduğunda bu tür gelişmelerin belki de en önemlisi, II. Meşrutiyet’in ilanıdır ve bu gelişmenin öneminin de, cereyan ettiği günlerde tam olarak kavranabildiği söylenemez. Oysa yarattığı dönüşümün mahiyeti itibarıyla adeta bir paradigma değişimine işaret ettiği için sonraki yıllarda “İnkılab-ı Azim” olarak adlandırılacaktı. Öyle ki, Osmanlı coğrafyası için yeni bir dünyanın temelleri o günlerde atılmaya başlandı. Bugün Türkiye’nin sahip olduğu pek çok temel kurumla birlikte, temel bir düşünüş biçimi ve buna eşlik eden sorunlar da o günlerde doğdu.
Tarihçilerin ve aydınların suskunlukları nedeniyle önemi özellikle yeni nesiller tarafından tam olarak kavranamayan II. Meşrutiyet, son yıllarda giderek daha fazla ilgi çekiyor. Canlılığı giderek artan bir dizi tartışmayla birlikte, kayda değer bir II. Meşrutiyet literatürünün oluşmaya başladığını söylemek mümkün. Geçtiğimiz günlerde Pınar Yayınları’ndan çıkan Yüzüncü Yılında II. Meşrutiyet de, bu literatüre yapılan son derece önemli bir katkı olarak yayın dünyasında yerini aldı. Editörlüğünü Asım Öz’ün üstlendiği çalışma, birbirinden değerli isimlerin katkılarıyla oluşan ve meseleyi, Tanzimat döneminden başlayan geniş bir perspektif içerisinde değerlendiren yetkin bir derleme. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
İttihatçıların Ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey
Nazmi Eroğlu
İstanbul: Ötüken Yayınları, 2008
Toplumsal hareketleri, onlara katkı yapan, etkileyen, yön veren kişilerin hayatlarını, kişisel hikayelerini görmezden gelerek anlamaya çalışmak, en basit ifadeyle eksik bir çabadır. Zira topluluklar, onları oluşturan bireylerin toplamından fazlası olsa da, yine de temelde bireylerden müteşekkildir. Kişisel farklılıkların yansımasıyla kimi bireylerin lider kimilerinin de izleyici pozisyonunda durduğu bu oluşumlarda yön verici olanlar, doğal olarak liderler yahut önde gelenlerdir. Bu nedenle dışarıdan bakan ve hareketin temel kodlarını çözmek isteyen bir gözlemcinin, takip eden kitleyi tek tek çözümlemeye çalışmaktansa, yön verici pozisyondakilere daha yakından bakmak istemesi anlaşılabilir bir durumdur.
Bu gözlemler, tarihe yön veren hareketler söz konusu olduğunda da geçerlidir. Tarihe etki etmiş ve bugünden bakılarak yekpare bir gövde olarak algılanan toplumsal hareketlerin, kuş bakışı anlaşılması mümkün değildir. Yalnızca sebep-sonuç ilişkisine mahkum edilen ve olayların dışına çıkamayan tarih perspektifi yavan ve kuru olduğu kadar, çözümleyicilikten de uzaktır. Bu nedenle tarihe yön veren toplumsal hareketler söz konusu olduğunda, hayat hikayeleri, hatıra, günlük gibi otobiyografik yahut biyografik materyallerin kıymeti sözle ifade edilebilecek olanın çok ötesindedir.
Ötüken Yayınları’nda çıkan İttihatçıların Ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey, bahsettiğimiz çerçevede son derece anlamlı bir yere oturan, değerli bir çalışma. Zira eser, yakın tarihimize yön veren en önemli hareketlerden biri olan İttihat ve Terakki’nin anlaşılmasına, hareket içerisinde özgün bir yeri olan Cavid Bey zaviyesinden bakarak önemli bir katkı sağlıyor. İktisadi ve siyasi konularda belli bir düzeyi temsil eden sayılı devlet adamlarından biri olan, ancak çeşitli nedenlerle resmî tarihin görmezden geldiği bu isme daha yakından bakmanın, İttihat ve Terakki hareketini anlama ve yakın tarihimizi aydınlatma noktasında değerli bir katkı yapacağından kuşku yok. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Osman Özkul
İstanbul: Açılım Kitap, 2008
Küreselleşme konusu son yılların en popüler konularından biri. Hemen hemen her konu ile ilişkilendirilen küreselleşmenin, sosyologlar tarafından ifadelendirilen üç temel biçimi bulunuyor. Siyasal, ekonomik ve kültürel küreselleşme olarak adlandırılan bu küreselleşme biçimleri, küreselleşme literatürü içerisinde kendilerine birbirlerinden farklı yoğunluklarda yer bulabiliyorlar. Özellikle siyasal küreselleşme ve ekonomik küreselleşme konularının, literatürün baskın konuları olduğunu söylemek mümkün. Literatürün bu özelliği, zaten telif yayın sıkıntısı çeken Türkçedeki küreselleşme literatürünü de belirliyor.
Geçtiğimiz günlerde Açılım Kitap tarafından yayınlanan ve Osman Özkul’un kaleminden çıkan Kültür ve Küreselleşme, Türkçe küreselleşme literatürüne hem bir telif eser olarak hem de kültürel küreselleşme konusunu metnin merkezine koyarak katkıda bulunuyor. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Simon Singh
Türkçesi: Kemal Küçükgedik
İstanbul: Özgür Yayınları, 2009
Geçtiğimiz yıl, Türkiye’nin en önemli fizikçilerinden biri olan Engin Arık’ın bir uçak kazası sonucu hayatını kaybetmesi, Cenevre’de bulunan CERN laboratuvarlarında yapılan deneyler ve Türk hızlandırıcı projesi gibi konuları kamuoyunun gündemine taşıdı. Ancak konu, merak uyandırıcı olmakla birlikte ciddi bir altyapı gerektirdiği için gündemdeki yerini uzun süre koruyamadı.
Bilgi eksikliğinden kaynaklanan bu ilgi yokluğunun temel sebeplerinden biri de günümüz bilim dünyasını en fazla meşgul eden konuların başında yer alan parçacık fiziği konusunda Türkçede popüler çalışmaların çok az bulunması.
Özgür Yayınları’ndan çıkan Big Bang’in Romanı, konu hakkında başlangıç düzeyinde bilgilenmek isteyen okuyucu için önemli bir başvuru kaynağı olacak nitelikte. /Fatmanur Altun
Tavsiye Et
Cihan Aktaş İstanbul: İz Yayıncılık, 2008
İran, 1979’daki rejim değişikliği ve sonrasında Irak’la yaptığı sekiz yıllık savaşla son çeyrek yüzyıldır hem Ortadoğu hem de dünya gündeminde önemli bir yer işgal ediyor. Bu zaman zarfında dünya basınının İran’a karşı takındığı at gözlüğü Türk basınında da kabul gördü ve kapı komşumuz olmasına rağmen İran’a bu gözlükle bakmayı yeğledik çoğunlukla. Ülke hakkında ezbere söylenen pek çok şeyin, mevcut rejimin değişik kaygılarla yürüttüğü uygulamalarının sonucu olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir elbette. Örneğin İran’da çanak antenin alenen kullanımı hâlâ yasak ve birçok İranlı, Türkiye’nin, çoğunluğu Müslümanlardan müteşekkil bir ülke olduğunu hâlâ bilmiyor.
Bunlarla birlikte son birkaç senedir İran, kendini yalnızlaştırma gayretinden bir miktar ödün verdi ve zengin kültür havzasında olup bitenleri devlet eliyle bir biçimde dünyaya duyurmak istedi. Avrupa’daki festivallerde kabul gören bir akım olarak bir dönem yükseliş gösteren İran sinemasının da etkisiyle bu ülkeye karşı siyasi motivasyondan uzak bir ilgi gelişti zamanla Türkiye’de. Gazetelerimizde İran’da düzenlenen bayanlar futbol turnuvası ile ilgili haberler görülmeye başlandı. Kimi gazeteci ve yazarların da gayretiyle ülke ve rejim hakkındaki ezberci tanımlamalar bir miktar kırıldı. Cihan Aktaş bu bağlamda anılması gereken ilk isimlerden birisi kuşkusuz.
İz Yayınları’nca 2008’in Aralık ayında basılan Yakın Yabancı, kapı komşumuz İran’ın son çeyrek yüzyıllık macerasını içeriden gözlemleyen Cihan Aktaş’ın ülke hakkındaki izlenimlerini derlediği bir inceleme. Devrimden bu yana İran’da yaşayan Aktaş’ın, Türkiye’de çeşitli gazete ve dergilerde ülke hakkında kaleme aldığı yazılarının derlenmesi ile ortaya çıkmış bu kitap.
Yazılar altı ana başlık altında kategorize edilmiş: Dünyalar Arasında, Karşılaşmalar, Anlayış Dönüşümleri, Yolların Tanıklığı, Yakın Yabancı ve Sinemasal Göstergeler. İlk bakışta büyük ve tumturaklı cümleler barındırabileceğini düşündürse de, bu başlıkların altında, Aktaş’ın hikayeciliğinden de beslenen zengin tasvirler; gözümüzün önüne siyah çadorlu kadınlarından başka fotoğraf gelmeyen İran kimliği hakkında şaşırtıcı ve çok renkli tespitler bulacaksınız. Persepolis filmiyle birlikte eleştirel bir düzlemde hatırlanan devrim sonrası İran’ına bir de Aktaş’ın gözüyle bakmakta, duvarların gerisini görmek isteyen okurun yüksek menfaati var. /Ayşenur Gönen
Tavsiye Et
Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı
Mahmut Derviş
Türkçesi: Lütfullah Göktaş İstanbul: Kitabevi Yayınevi, 2008
Madem öyle! / Kaydet! / Kaydet ilk sayfanın tâ en başına! / Nefret etmem insanlardan / Hiç kimseye saldırmam! / Ama aç kalınca / Toprağımı gaspedeni çiğ çiğ yerim!
(Kimlik Kartı’ndan)
Akka şehrinin doğusundaki el-Birve köyünde doğmuş Filistinli bir şair Mahmud Derviş. 1948’deki işgalle birlikte altı yaşındayken köyünden ayrılıp ailesiyle birlikte Lübnan’a sığınan, ömrünün geri kalanını bu sürgün hayatından ve vatan hasretinden bahseden şiirler yazarak geçiren ve geçtiğimiz yıl ortalarında vefat eden şair, hayatı boyunca vatanına ilgisini kaybetmemiş, Filistin direnişinin sembol isimlerinden birisi olagelmiştir.
Biz Kaybettik Aşk da Kazanmadı isimli şiir seçkisi, Lütfullah Göktaş’ın daha önceden yaptığı Ölümü Seviyorlar Benim isimli seçkinin gözden geçirilip genişletilmiş yeni bir baskısı. Kitabevi Yayınevi’nden çıkan bu baskıyı gerekli ve değerli yapan başlıca unsur da Derviş’in şiirleri üzerinde bilahare yaptığı rötuşların çeviriye yansıtılmış olması. Şairin onlarca yapıtı arasından seçilmiş yirmi altı şiiri içeren seçkide, Derviş’in 1964’ten 1990’a uzanan şiir serüvenini izlemek mümkün. /Ayşenur Gönen
Tavsiye Et
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (TALİD)
Türk Sosyoloji Tarihi, Cilt 6, Sayı 11, 2008
“Osmanlı’da sosyoloji, ilk kez, 19. yüzyılın son çeyreğinde Jön Türk aydınları arasında ve devletin yaşadığı sorunlara paralel olarak ‘devleti kurtaracak reçeteleri sunan bir bilim dalı’ kimliğiyle tanındı, tanıtıldı, kullanıldı ve yaygınlaştırıldı. (…) Bu yönüyle Türkiye’de sosyoloji aslında Osmanlı’nın ve Türkiye’nin siyasî geçmişiyle, siyasî serüveniyle doğrudan ilişkili olmuştur.”
TALİD’in “Türk Sosyoloji Tarihi” başlıklı 11. sayısı, sosyolojinin Osmanlı ve Türkiye’de tanınma ve yaygınlaşma sürecine, bu süreçte kazandığı özelliklere, farklı dallarda yapılmış sosyoloji çalışmalarına, sosyolojinin kurumlaşmasında rol almış sosyologlara ilişkin değerlendirmelerden oluşuyor. Değerlendirme, kaynaklar, kişi ve kürsü tanıtımları, eser tanıtımları ve röportajlar olmak üzere beş ayrı kategoride ele alınan yazılarla Türkiye’de sosyolojinin tarihinin derli toplu bir mütalaası hedeflenmiş.
Derginin ilk yazısı Yücel Bulut ile Alim Arlı’ya ait: “Türkiye’de Sosyolojiyle 100 Yıl: Mirası ve Bugünü”. Kurtuluş Kayalı, Türkiye’de sosyolojinin Türk tarihiyle kurduğu ilişki ve Türk toplumunun özgünlüğü gibi soruları Gökalp, Sabahattin Bey, Berkes, Boran, Ergun ve Sezer gibi isimlerin çalışmalarından hareketle tartışıyor. Enes Kabakçı, pozitivizmin Türk düşüncesi, siyaseti ve sosyolojisi üzerindeki etkisini irdeliyor. Nurullah Ardıç, Türkiye özelinde din ve sekülarizm arasındaki ilişkiye dair mevcut literatürü inceliyor. Suavi Aydın, Türk sosyolojisinde Osmanlı sosyal tarihinin ele alış biçimini ve yöntemlerini değerlendiriyor. A. Zeki Ünal, Türk sosyoloji tarihindeki metodolojik yönelimleri üç temel boyutta ortaya çıkarmaya çalışıyor. Necdet Subaşı, din sosyolojisi çalışmalarının Türkiye’de geldiği noktayı ele alıyor. Recep Ertürk, Türkiye’deki köy sosyolojisi araştırmalarını masaya yatırıyor. Mustafa Aydın, Türkiye’de bilgi sosyolojisi alanındaki çalışmalara değinmiş. M. Fatih Aysan ile Ali Kaya “Türkiye’de Sosyal Politika Disiplininin ve Uygulamalarının Gelişimi” başlıklı bir yazı kaleme almışlar. Abdurrahman Özkan’ın “Sosyometri’nin Türkiye’deki Tarihi” başlıklı makalesinin ardından, Yücel Bulut’un “Türkçe Sosyoloji Ders Kitapları Hakkında Bibliyografik Bir Değerlendirme” ile Mehmet Anık’ın “Sosyoloji Tarihi Literatürü: Eleştirel Bir Değerlendirme” başlıklı yazıları geliyor.
Dergi, Gökalp, Ülken, Kıvılcımlı, Meriç, Topçu, Mardin ve M. Kıray ile ilgili değerlendirme yazıları, kitap tanıtımları ve Bahattin Akşit, Korkut Tuna ve Nükhet Sirman’la yapılan söyleşilerle son buluyor. /Nermin Tenekeci
Tavsiye Et