ABD’li yetkililer Ruslara “21. yüzyılda bağımsız bir devletin sınırlarını BM kararı olmaksızın çiğnemeniz kabul edilemez, bu bir vahşet” demişler.
Ruslar da dinime küfreden bari Hıristiyan olsa yollu cevabı yapıştırmışlar:
“Irak mı çok büyük?
Yoksa siz mi çok küçüksünüz?
Kitle imha silahlarını (KİS) hâlâ bulamadınız da!”
ABD’liler “aşk olsun ama, o başka bu başka” karşılığını vermişler.
Ruslar “what does mean bu başka, God aşkına” diye dalga geçmişler.
Fıkra gibi ama gerçek!
EVRİM
Eskiden köşe yazarlarına fıkra yazarları derlerdi.
Olayları göründükleri gibi yazarsan fıkra gibi oluyordu zaten.
Rivayet odur ki günlerden bir gün bir yazar “adım Temel değil ki ben niye fıkra yazarı olayım” demiş patronuna.
Onun da bu zeki çalışanına “köklü yazılar yazasın, köşe yazarı olasın” diye dua ettiği söylenir.
Hatta “isminin başına er koyasın, hem başkaları ile karışmayasın hem de emir eri olasın” dediği bile iddia edilir.
İşte türümüzün fıkra yazarlığından köşe yazarlığına evirilmesinin hikayesi budur.
Tabi bu sadece bir teori.
Fıkra yazarlarının eskiden çatık kaşlı, çıkık alınlı, basık burunlu, geniş dudaklı ve kıllı olduklarına dair rivayetler de var.
Günümüz yazarlarının ise geniş çerçeveli gözlüklü, güleç yüzlü, ince dudaklı ve genellikle tüysüz olduklarını biliyoruz.
Arşivlerdeki dudak üstleri kıllı eski fotoğrafların bu gelişim sürecindeki kayıp halkaları yani ara türleri gösterdiğini böylelikle de bu fotoların teorinin doğruluğunun kanıtları olduğunu öne süren uzmanlar da var.
Ama konumuz bu değil.
SÖZ
Zaman zaman bana “üstad tutarlı yazmıyorsun, bir dediğin öbür dediğini tutmuyor” diye takılan birtakım zevat var.
İşbu muhteremlere Gürcistan’daki savaş sırası ve sonrası dünyanın süper güçlerinin konu ile ilgili yüksek siyasi diplomatik atışmalarını takip etmeleri tavsiyesinde bulunuyorum.
Onlar ne kadar tutarlı ise ben de en az o kadar tutarlı olmaya sizlerin ve aziz milletimin önünde söz veriyor, onunla da kalmıyor bir de üstüne and içiyorum.
Oldu mu, içiniz rahat etti mi?
Eğer içiniz rahat ettiyse sizin de ülkenizde KİS aranmasına ramak kalmış demektir.
Birinci Körfez Krizi patlak verdiğinde Saddam “ama bana Arapların arasındaki meselelerde taraf olmayacağız diye ABD söz vermişti” diye yakınmasını dün gibi hatırlıyorum.
Saakaşvili de kravatını yerken muhtemelen “beni kim attı bu ateşe kardeşim” diye düşünüyordu.
“Dost bildiklerim mi, düşman bellediklerim mi?”
Ona da birilerinin “gir aslanım Güney Osetya’ya, neden korkuyorsun” dediklerinden adım gibi eminim.
Ya “söz veriyoruz bir şey yapmayacağız” dediler.
Ya da “söz veriyoruz bir şey yaptırtmayacağız” dediler.
Onu bilemiyorum.
Bildiğim bir şey varsa, insanın dost da olsa düşman da olsa kendisine “aslanım, kaplanım” diye hitap edenden tırsması gerektiğidir.
SEBEBİ VAR
Bildiğim ikinci şey ABD’nin alkoliklerin savunmasını yaparak puan toplamaya çalışacağıdır.
Alkoliğe “içme kardeşim şu mereti” diyecek olursunuz.
Alacağınız cevap şudur;
İçiyorsam sebebi var!
Sonra sebepleri saymaya başlar.
Öyle sebepler sayar döker ki kendinizi “garson, aç bir büyük” derken bulursunuz.
Bir bakmışınız öğüt vermeye çalıştığınızla birlikte kadeh kaldırıyorsunuz.
“Batsın bu dünya.
Bitsin bu rüya.
Kaderin böylesineee
Yazıklar olsun, yazıklaaar olsuuun.”
Bütün dünya uzunca bir süredir ABD’ye “oraya buraya saldırma kardeşim, kendine gel” demeye çalışıyordu.
Devin titreyip kendine gelmesi umut ediliyordu.
Özgürlükler ülkesi “karanlıklar prensleri”nin cirit attığı Bush’larla dolu bir dünya olup çıkmıştı.
Üstelik attığı adımları meşruiyet dairesine sokabilme becerisini de göstermekten uzaktı.
Tek yapabildiği “heeyyt anamı kesen ben, babamı kesen yine ben” rolüne yatıp hasımlarını sindirmeye çalışmaktı.
Onda da muvaffak olamıyordu.
Ta ki hain Ruslar 21. yüzyılda bağımsız bir devletin sınırlarını BM kararları olmaksızın çiğneyene kadar.
İşte umacının hası bırakıldığı yerde pençelerini çıkarmış duruyordu.
Saldırıyorsam sebebi var!
Bundan sonra devrin taktiği zannımca bu olacak.
Bir sürü aklı başında olan da tasdik ederek kafasını sallayacak.
Hem kaybedilen meşruiyet yavaş yavaş kazanılacak.
Hem yerinden oynamış dengeler yavaş yavaş yerine oturtulacak.
Hem kanat ülkesi rolünden sıkılmış olanlar rehabilite edilerek tekrar kanatlar altına alınacak.
HAVUZ PROBLEMİ
Ama küçük bir problemimiz var.
Bu defa Ruslar komünist değil.
“Madem komünistler 80 Anayasası’na hayır veriyor, o zaman biz evet demeliyiz, düşünmeye hacet yok” diyenlerin bu defa bir hacetleri olacak.
Çünkü “ne olursa olsun ehli kitabın yanında olalım” argümanları fos çıkacak.
Onun için tez zamanda aklı erenlerin hangi mezhebin yanında niçin olmalıyız, hangi mezhebin donanmasına taş atıp hangisine atmamalıyız sorularına cevap bulmaları elzem olacak.
Ayının pençelerinde tebelleş olmaktan korkanlar kartalın kanatlarının gölgesine sığınmaya koşacaklar, hemen koruma kalkanları kuracaklar.
Kartalın pençelerinden korkanlar ayıya “dayı şu köprüyü beraber geçelim mi” teklifinde bulunacaklar.
Ejderha nasılsa yüz altın aldım biraz daha yatayım diye pusuya yatacak, zaman kazanmaya çalışacak.
İşte dış siyasette bunlar bunlar olacak.
DEVEKUŞU
İç siyasete gelince;
İnsanın aslan, kaplan, ayı, ejderha, kurt değil de insan evladı olduğunu unutmaması, haddini bilmesi gerektiği gibi, verilen sözlerin ve içilen antların siyaset arenasında hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını hatırda tutmak da bu arenada ayakta kalmanın gerek şartıdır.
Mesela, yukarıda verdiğim sözün ne kadar geçersiz olduğunu ortaokulu bitirmeyi becermiş bir yeni yetme velet bile hemen anlar.
Cümle içinde kullandığım aziz millet, ant içmek gibi unsurlar, hem cümleyi süslemek hem içi kofluğun görülmesini engellemek hem de çoluk çocuğu kolay kandırmak için iliştirdiğim unsurlardır.
Ama hâlâ bir cümle içinde bu ve benzeri iliştirilmiş unsurları üstüne üstlük vurgulu söylerlerse, inandırıcı olacaklarını düşünen zevatı muhterem de var.
“Laik de bakayım.
Ama korkmadan şöyle, sesin titremeden, kuvvetli söyle.
Demokratik de, bir de Cumhuriyet de.
Namusum üzerine ant içerim diye avazın çıktığı kadar bağır bakalım.”
Bu replikler “Yasaklar” adlı oyundan.
Zeki Alasya bir gösterilerinde Metin Akpınar’a zorla bunları söylettikten sonra sırtını sıvazlayıp “aferin, sen de bürokrat olacak kumaş var” diyordu.
Millet gülmekten kırılıyordu.
Kabarenin adı Devekuşu’ydu.
Sene 1979’du.
Fıkra gibi geliyor insana.
Ama bu da gerçek!
Tıpkı şu satırların gerçek olduğu gibi;
AKP’nin kapatılması için açılan dava Yüce Mahkeme’nin 30.07.2008 tarihinde açıklanan kararıyla sonuçlanmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi Anayasal yargı sürecinin AKP’nin kapatılmamasıyla sonuçlanmasından demokrasi adına memnuniyet duymaktadır.
…Siyasi partilerin varlık nedeni olan demokratik rejimin en büyük teminatı, siyasetçilerin fazileti, ahlakı ve liyakatidir.
…Milliyetçi Hareket Partisi siyasetin ahlaki bir temele dayanacağı, yeni bir siyaset anlayışının egemen olacağı yeni bir dönemin başlatılmasını gönülden istemektedir.
Bir ahlak ve fazilet rejimi olan demokrasinin kök salması ve gelişmesi ancak böyle bir ortamda mümkün olabilecektir.
Bu satırlar nedense bana iki Deniz’in birleştiği noktayı hatırlatıyor.
Biri acı, biri tatlı.
İkisi de birbirine karışmıyor.
Biri 367 kararının mimarı Deniz Baykal.
Biri Anayasa değişikliğinin mimarı Deniz Bölükbaşı.
SON TAHMİN
Dolar düşüp, altın fiyatları yükselecek.
Paylaş
Tavsiye Et