Avrasya’nın güneye aktığı stratejik Balkan yarımadası, coğrafyanın ve tarihin parçaladığı bir yapıya sahip. Öyle ki “Balkanlaşma”, siyasî literatürde, bölük pörçük olma ile eş anlamlı kullanılır. Osmanlı, ufuk olarak gördüğü, bakışlarını yönelttiği bu topraklara Rumeli adını verdi. Balkanlar, şehir hayatına ve tabii medeniyet merkezi hüviyetine Osmanlı ile kavuştu. İskender’den sonra dünya siyasetinde en yüksek mertebeye ulaşan Balkanlı, Sokollu oldu.
Değişen konjonktür, Balkanları, ‘Müslüman Türkleri Avrupa’dan atmak, Asya’ya geri sürmek’ hayalinin ilk hedefi haline getirdi. Ama milliyetçilik akımları modern uluslar değil, vahşi kabileler yarattı. 19’uncu yüzyıldan itibaren büyük güçlerin rekabet alanı olan Balkanlar, iki dünya savaşının fitilinin ateşlendiği yer oldu.
Balkanları Türkler kadar seven olmadı. Şimdi yöneldikleri AB için o topraklar geriliğin ve fakirliğin kol gezdiği sınırlar olabilir ancak. Halbuki Rumelililer Anadolu’ya hicret ederken Balkanları da yanlarında taşıdı. Anadolu Balkanları ne kadar özlüyorsa, Balkanlar da Anadolu’ya o kadar hasret. Bu iki stratejik yarımada İstanbul’da vuslata erebilir. Zümrüdüankanın her iki kanadıyla uçması, İstanbul’un küresel ufuklara yükselmesi, Balkanların da “barbarların yaşadığı sınırlar” olmaktan kurtulup yeniden medeniyet merkezi olmasının tek yoludur.
Paylaş
Tavsiye Et