BÜYÜMENİN tek başına toplumu tatmin etmediği, “Madem her şey iyi gidiyor, bu bize neden yansımıyor” söyleminde saklı. Bu söylemi irdelemek ve anlamak gerekir. Analize önce nicel bir derinlik verelim, ardından da nitelik tartışması yapalım. 2008 yılının ilk çeyreğinde büyüme %6,6 gibi oldukça yüksek bir oranda gerçekleşti. Bu oranın içinde sanayi üretimi (%9,2), özel kesim gayrisafi sabit sermaye oluşumu (%11,4) ve bilhassa özel kesimin makine teçhizat yatırımı (%15,6) önemli bir yer tuttu. Tüketim ise, büyümenin üzerinde %7,7 gibi oldukça dirençli bir oranda gerçekleşti. Keza 2008’in Ocak-Mayıs döneminde ihracat %40,4 artarak 57 milyar dolara, ithalat ise %36,9 artarak 86 milyar dolara çıktı. Yani içeride ve dışarıda işlerin kötü gittiği bir ortamda yine de yatırım yapılıyor, üretiliyor, tüketiliyor, dışarı satılıyor, dışarıdan alınıyor; ancak birçok insan “Biz bu işin içinde yokuz” diyor. İşte burada başka bir şeyi tartışmak gerekir. Zira bu şikayet, ekonominin soluksuz ve yüksek düzeyde büyüdüğü 2004 ve 2005 yıllarında da vardı.
Türkiye ekonomisinde 2001 krizi sonrasında yerinden oynamayan bir tek nokta kalmadı. Yeni sürecin içinde miyiz, dışında mıyız? Sorun işte burada.
Dikkat edilirse, ekonominin sadece %4,5 büyüdüğü 2007 yılında, büyük şirketler %22 büyüdü. Yine bu şirketlerin vergi ve enflasyondan arındırılmış reel kârı %20 düzeyinde gerçekleşti. O halde cesaretle ilk teşhisi yapalım: İnsanımız, Anadolu esnafı, KOBİ’ler büyük oranda yeni döneme ayak uyduramıyor; ekonomik aktivite artan oranda tekelleşiyor, yoğunlaşıyor ve daha çok yabancı sermayeli ve yabancı ortaklı şirketlere kayıyor. Peki, bunun sorumlusu kim? Neler yapılmalı? Bu soruların cevabını başka bir yazıya bırakarak büyümenin kalitesini tartışmaya devam edelim.
Merak edilen bir başka husus da Türkiye ekonomisinin üretimden kopup kopmadığıyla ilgili. Bir görüşe göre kopuyor. Üretim ekonomisinin yerini hizmet sektörü alıyor; bu da üretmeden tüketimi körüklüyor ve yabancılar için bir cennete dönüyoruz. Önce şu hatırlatmayı yapalım: Üretmeden tüketmek ancak bir yere kadar ve de borçlanarak mümkün olur. Sonra? Neticede Türkiye büyük bir memleket. Yabancı, bu ülkede satabilmek için burada gelir oluşturacak ve böylelikle üretim doğal biçimde ortaya çıkacak.
Üretim ekonomisinden kopuşla ilgili söyleme biraz derinlemesine bakalım. Öncelikle son yıllardaki büyümenin “hormonlu” değil, oldukça sağlam ve sahici olduğu dikkat çekiyor. “Hormonlu büyüme” söylemi, %70’lerde dalgalanan enflasyon dönemlerinden kalan bir kültür. Zira milli gelir, üretilen mal ve hizmetin fiyatlarının ve miktarlarının çarpılıp toplanmasından ibaret. Üretim artmayıp da fiyat artsa, cari olarak milli gelir yine de artar. Bunun adına da “balon”, “şişme” veya “hormonlu büyüme” denir. Oysa enflasyon 2004-2007 arasında %8,8 düzeyinde seyrederken, yani enflasyon yaklaşık 8-9 kat düşürülürken, büyüme de %6,8 gibi yüksek bir düzeyde gerçekleşti. Enflasyon aşağı, büyüme yukarı! Böylece uzun vadede enflasyonun büyümenin en azılı düşmanı olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Öte yandan yapısal dönüşümün hızlanmasıyla beraber, tarımın GSMH içindeki payı gerilerken, sanayi yerini muhafaza ediyor; hizmet sektörü tarımdan boşalan kısma yerleşiyor.
Kuşku yok ki, daha iyi bir mimari ile tarım küçülmeye devam da etmeli. Payı küçüldüğü için üretim düşmüyor ve düşmeyecek. Tersine, piyasası ve girişimcisi olan (büyük ölçekli, örgütlü, sözleşmeli ve verimli) tarım sektöründe üretim, ihracat ve refah artacak. Nitekim Tablo-1’de, tarımsal üretimin 2007’de, 2000 yılına göre 3,8 kat artarak 16,8 milyar YTL’den 66 milyar YTL’ye çıktığı görülüyor. Oysa tarımın ekonomideki payı %8,9’a, istihdamdaki payı %34’lerden %26’ya geriledi. Böylece daha çok hasılayı daha az insan paylaştığından, tarımda gelir dağılımı düzelme sürecine girdi. Yani tutulan yol doğrudur; ancak bu konuda çok çalışmak zorundayız.
Yine 2007’de sanayinin payı, geleneksel olarak %26 olan yerini korurken, sanayi üretimi 2000 yılına göre 4,3 kat artış kaydetti. 2002 ve sonrasında sanayinin %85-87’lik bir oranını oluşturan imalat sanayi ve bunun kritik değerdeki alt kalemlerinde gerçekleşen artış (Tablo-2), kriz sonrasında ekonomik büyümenin ve sanayi büyümesinin bir hayli üzerinde gerçekleşti. Son olarak 1998’de %57,6 olan hizmet sektörünün payı, 2007’de %61,9’a çıktı. Bu rakamlar gelişmiş ülkeler yolunda ilerlendiğini gösteriyor. Üretimi tetikleyen hizmet sektörüdür. Ancak girişimcilik kalitesi bu sektörün hakkını vermeye yetmeyen yerli işadamları karşıdan seyrederken, yabancılar bu sektörlerde yoğunlaşıyor.
Sonuç olarak içerideki ve dışarıdaki konjonktürel olumsuzlukların bertaraf edilmesiyle Türkiye, hem üretim hem de hizmet ekonomisinde yoluna devam edecek. Burada bütün sorun, yerlilerin daha aktif ve etkin olarak bu sürece katılmasıdır. Artık Türkiye bu noktaya kilitlenmiş durumda.
Paylaş
Tavsiye Et