Defalarca seyrettiğim bir filmdi.
Başında kavak yelleri esen herkes gibi ben de âşıktım Grace Kelly’ye.
Ama onu Monaco Prensi kapacaktı.
O zamanlar şimdiki popülaritemde olsaydım o prens bozuntusu yine kapabilir miydi rüyalarımın prensesini bilmiyorum.
Bir tarafta hem sosyolog, hem antropolog, hem paleontolog, hem filolog, hem iletişimci, hem iş adamı, hem gazeteci, hem darbeci, hem bembeyaz Türk Ali Cengiz Tuğrul.
Diğer tarafta şişko bir prens.
Bence şansı olmazdı prensin.
Ama herifin koskoca sarayı vardı.
Grace Kelly benim rüyalarıma girmektense Monaco Sarayı’na girmeyi tercih etti.
Nankör kadın.
Gerçek bir prenses oldu çıktı.
Ben de şansıma lanet ettim.
İzmir’in kuş uçmaz, kervan geçmez sokaklarında çok gözyaşı döktüm.
Kordonboyu’nda kimsenin ismini bilmediği bir “blues prensi” olup çıktım.
Ki daha o yıllar böyle bir müzik türü yoktu bile.
Her tarakta bezim olmasına işte böyle bir hayal kırıklığı anımda karar verdim.
Ne kadar tarakta bezim olursa o kadar şansımın artacağı hesabını yaptım.
O gün bugündür iflah olmaz bir hesap adamı kesildim.
Şimdi saray gibi bir evde oturuyorum.
Evet, kabul ediyorum;
Benimkisi platonik bir aşktı.
Kahretsin!
Böyle bir filozof yanım da vardır benim.
Ama bugün size filozof yanımı değil, sinemacı yanımı teşhir etmek istiyorum.
UNUTAMADIĞIM SAHNE
Rüyalarımın prensesinin beni bitirdiği sahneyi hatırladım bir vesile ile.
Hani şu sahne;
Güzeller güzeli Grace Kelly, Kahraman Şerif’e sokulur.
“Çok korkuyorum şerif” der.
“12’ye çeyrek var.
Kasabamıza kötü adamlar ha geldi, ha gelecekler.
Acaba bize bir zarar verirler mi?
Kanyağımıza karışırlar mı?
Bize salyangoz sattırmazlar mı?
Üstümüze baskı uygularlar mı?
Buralar tekrar yerlilerin olur mu?”
Son derece diri, dinamik, canlı ve yakışıklıdır şerif.
Çok güzel buz mavisi gözleri vardır.
Şeriflerin şerifi gözlerini kısarak cevap verir:
“Ne olur diyebilirim.
Ne de olmaz.”
Grace Kelly üsteler:
“Sanki biz azınlıkmışız, onlar çoğunlukmuş gibi konuşuyorsunuz.
Topu topu üç beş haydut değil mi bunlar?”
“Sayılar açısından azınlık-çoğunluk başka bir şey, moral açısından azınlık-çoğunluk başka bir şey” diye cevap verir kahraman şerif.
“Buralar asla yerlilerin olmaz deyip içimi rahatlatır mısınız lütfen” diye yalvarır sonradan sarışın olan kadın.
“Rahatlatamam, böyle bir söz veremem, kimse de veremez” der şerif.
“O zaman önümüzde parlak bir manzara yok” diye hıçkırır Kelly.
“Bence de yok” diye ekler buz mavisi gözlü adam.
“Bir süre önce hiç böyle şeylerle uğraşmıyorduk” diye karşı koymaya çalışır müstakbel prenses.
Şerif bilgece kafasını sallar:
“Yooo yanılıyorsunuz, bu çatışma hep vardı.
Onlar kendi kovuklarında yaşıyorlardı.
Devletin kolları oralara uzanamıyordu.
Sonra insanlar yavaş yavaş o kovuklardan çıkmaya başladı.
Onları inlerinde tutma görevim o zaman başladı.
Modern zamanlarda kodese tıkıyor, olmazsa asıyorduk topunu.
Postmodern dönemde korkutuyor, alaşağı ediyor, olmazsa horluyoruz.
Eskiden posta koyuyorduk.
Şimdi ancak posta yolluyoruz.
Böyle böyle kahraman şerif oldum.
Nitekim öğle treniyle buraya gelecekleri de yakalayıp içeri tıkmıştım.
Ama onları asmayıp beslemişler.
Onlarda ne yapıp edip yine serbest kalmışlar.
Bu defa üç beş yandaş da bulmuşlar.
İnlerinden yine çıkmışlar.
Onlarla nasıl baş edilir, ben de bilmiyorum.”
Sarışın kadın, kırıkkanatlı kadın misali perişandır:
“Bekleyip göreceğiz öyle mi?”
“Evet, ama dışarıdan takip etmeyeceğiz, her şeyin içinde olacağız.
Gözlemleyeceğiz, dikkat edeceğiz.
Bekleyeceğiz, olguları biriktireceğiz” der şerif.
Güzeller güzeli Grace Kelly şaşkındır:
“Sn. Şerif gözlem diyorsun, olgu diyorsun.
Biriktirmekten ve beklemekten bahsediyorsun.
Kesin konuşmuyorsun. Kararlı görünmüyorsun.
Asalım, keselim demiyorsun.
Ne bileyim bir şerif gibi konuşmuyorsun.
Nasıl diyeyim, sanki bir sosyologmuşsun gibi konuşuyorsun.”
KASABANIN BASKISI
Kahraman Şerif filminden bahsediyorum.
Şerif rolünde Gary Cooper oynuyordu.
Şeriflik görevini bırakmış, dükkanı kapatmıştı.
Kasabalı “bize baskı yapacaklar” bahanesi ile şerife baskı yapıyordu.
“Biz sana yardım ederiz yeter ki sen altıpatlarını kuşan” diyorlardı.
“Yoksa korkuyor musun!” diye bastırıyorlardı.
Ölesiye de korkuyorlardı.
Şerif’inse “Yürrrüü, sen aslansın, kaplansın” diyenlere pek itimadı yoktu.
Daha dün meydanları dolduranlar saat 12’yi gösterdiğinde sanki buhar olup uçmuşlardı.
“Hiç merak etme arkandayız” diyenler, tren gara geldiğinde sırra kadem basmışlardı.
Netice de Şerif zor bela haydutların canına tek başına ot tıkadı.
Öyle hukukla filan uğraşacak ne hali ne vakti, ne niyeti vardı.
Kötü adamların hepsini teker teker nalladı.
Kasabalılar çok rahatladılar.
Artık sonradan sarışın olan şuh kadın giyinmenin güzel olup olmadığı meselesine kafasını takmayacak, balık yerken içkisini rahatça yudumlayacaktı.
Şerif arkasında epeyce bir zayiat bıraktı.
Sonra kadını terkisine attı.
Atını topukladı.
Film bitti.
İşte ben Grace Kelly’yi bu filmi ile sevdim.
İnce düşünülmüş bir senaryo.
Akıcı diyaloglar.
Müthiş bir final.
YAN BAKMA
Gary Cooper’a ise asla yan bakmadım.
Çünkü o Şerif’ti.
Kültürümüzde Şerif’e yan bakma terbiyesizliğine yer yok.
Ronald Reagan da bir şerifti.
Bush da bir şeriftir.
Kendileri ile aynı zaman ve mekanı paylaşmam benim için bir şereftir.
Ramazan-ı şerifin bu şeriflerle hiçbir alakası yok.
Benim de onunla bir ilgim yok.
Bu hangi kültür derseniz tabii ki mantar kültüründen bahsetmiyorum.
Amerikan kültüründen bahsediyorum.
Peki, Cumhurbaşkanı’na yan bakılabilir mi?
Cevabım Şerif’inki gibi olacak.
“Bakılabilir de diyemem, bakılamaz da diyemem.”
Malum Amerika’da Cumhurbaşkanlığı kurumu yok.
Onun için bilemiyorum.
Sayısal açıdan çoğunlukta olanlar düz bakabilirler.
Moral açıdan çoğunlukta olduklarını varsayanlar yan bakabilirler.
Bugünkü gözlemlerimize ve biriktirdiğimiz olgulara göre her ikisi de söylenebilir.
Tabii bu bilimsel bir mesele.
İşaret ettiğim üzere davranılabileceği gibi davranılamaz da denilebilir.
Burada da bize yine beklemek düşüyor.
Şimdi Amerikan kültürü dedim diye hemen üzerime saldıracaklar.
Mahalle baskısına maruz kalacağım.
Umurumda değil.
Neden değil?
NESNELLİK
İşte beni ve Şerif’i mahalleliden ayıran kırmızı çizgi;
Nesnellik ve bilimsellik.
Kahraman Şerif’i Amerikalılar çevirdiğinde sene kaçtı?
1952.
Peki, DP 1950’de yüzde kaç oy almıştı?
Yüzde 52,68.
Yani yüzde 52’yi görünce hemen 1952’de Kahraman Şerif’i çevirmiş adamlar.
Elin Amerikalısı “our boys”lara sanatsal bir içerikle “Aman tren geliyor, dikkat” demiş.
Biz ne yapmışız.
Ben de dâhil topumuz elin sarışın Kelly’sine salya sümük aşık olmuşuz.
Bu durumu gören cahili cühela, kovuklarından başlarını daha da uzatmışlar.
Sonuç?
1954’te yüzde 57,61’i bulmuşlar.
Şu azgın çoğunluğun yaptığı baskıya bak.
Neyse ki bu baskı 1960’ta askıya alındı.
Yine “our boys”lar bu baskıyı 80’de Filistin Askısı’na taşıdılar.
Bugün de baskının askıya taşınması an meselesidir.
Peki, bizimkiler 1952’de çekilen filmi neden 8 sene sonra anladılar?
Haksızlık etmeyelim.
Jeton geç düştüğü için değil.
Film ülkemize ancak sekiz sene sonra geldiği için.
Daha dün çekilen senaryo bir gün sonra topraklarımıza ulaşmıyordu o zamanlar.
Teknolojik imkanlar o kadardı.
Benim iletişimci olmam da bu yüzdendir.
ANAYASA
O filmi çeviren Amerikalıların anayasası kaç yaşında biliyor musunuz?
Tam 220 yaşında.
Bizimkisi sadece 25 yaşında.
Demek ki zırt pırt anayasa değiştirmeye kalkarsak bizim anayasamız hiçbir zaman 220 yaşına gelmez.
Hem sivil parlamento ile anayasa yapmak geleneklerimize ters.
Cumhuriyet’in ilanından bu yana üç anayasa yapmışız.
Nasıl yapmışız?
Cumhuriyet’in ilanı ile bir anayasa.
60 darbesinden sonra ikinci anayasa.
80 darbesinden sonra üçüncü anayasa.
Hem “Geleneklerimize bağlıyız” diyeceksiniz.
Hem eski köye yeni adet getireceksiniz.
“Devrilmemiş parlamento yeni anayasa yapsın” diye baskı yapacaksınız.
Ben “Yeni anayasa yapılmasın” demiyorum.
“Ya kurucu meclis yapsın ya vurucu meclis yapsın” diyorum.
Sadece geleneklerimize uygun davranılsın istiyorum.
Bunu dedim diye şimdi ben darbeci mi oluyorum?
SON SÖZ
El çek Tayyip el çek yasam üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Yıkıp harap ettiğin anayasanın
Alıp bir taşını koyabilmezsin
Paylaş
Tavsiye Et